İNGİLTERE’DEN… Çok kültürlülülüğün neresindeyiz?

Değişik ulustan, inançtan ve kültürden insanların bir arada yaşaması olarak özetlenebilecek  “çok kültürlülük” felsefesi ve azınlıkların ülke kültürüne uyum sağlaması olarak açıklanabilecek ‘entegrasyon’ kavramları son günlerde İngiltere’de en fazla tartışılan konuların başında geliyor. Tartışma zaman zaman tabloid basında histeri dalgalarla Müslümanlara karşı bir kampanyaya dönüştürülüyor. Televizyon kanallarında  “kültürler çatışması” tehlikesi olduğu yaygaralarıyla tartışmalar, programlar düzenleniyor. Basında köşe yazıları, haberlerle yetkililer uyarılıp, daha sert entegrasyon politikaları uygulanması isteniyor. 

Son olarak İngiltere’de güvenlik alanında araştırmalarıyla bilinen Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü (RUSI) tarafından yayınlanan rapor tartışmalara tuz biber ekti. Raporda şu görüşler yer alıyordu: “Çok kültürlülük kavramına gereğinden fazla bir önem verildi. Göçmen topluluklara kurallar konulmasında beceriksiz davranıldı. Toplumdaki bölünmüşlük, topluma entegre olmayı reddeden grupların kendilerini kararlı bir şekilde ortaya koymalarıyla daha da büyüdü. İngiltere ulusal ölçekte kendine güvenini kaybetti ve ülke ulusal amaçları, değerleri ve siyasi kimliklerdeki bölünmüşlüğü nedeniyle  içerden ve dışarıdan saldırılar için kolay bir hedef haline geldi…”

Raporun yayımlanmasının ardından 15 Şubat tarihindeki Daily Mail’in manşeti aynen şöyleydi: “Yumuşak Hedef İngiltere” Aynı günkü Daily Telegraph gazetesi ise şu başlığı kullandı: İngiltere: içerdeki teröristler için yumuşak hedef”

Suçlu ortadaydı. Çok kültürlülük…

Oysa çok kültürlülüğü sorgularken onun tarihine de bir göz atmakta yarar var. Britanya’da çok kültürlülüğün üç aşaması var. Birincisi “sömürge imparatorluğu”nun yıkılması ve onun külleri üzerine kurulan Commonwealth adı verilen “İngiliz Milletler Topluluğu’nun oluşmasıyla, bu ülkelerden gelen siyah ve Asyalı nüfusun adaya yerleşmesi aşamasıdır. Bu aşamada 1950-1960’larda daha çok Bangladeş, Pakistan, Karayip Adaları’ndan gelen ve toplumun en baskı gören ve en ezilen kesimlerini oluşturan yeni işçilerin kendi kültürlerini korumak için, beyaz egemen kültüre karşı direnmeleri söz konusu. Yeni Sağ’ın yükselişte olduğu yıllarda,  Muhafazakar Parti’nin 1968’de Wolverhampton Güney Batı bölgesi milletvekili Enoch Powell’ın kontrol edilemeyen göçmen akınını ülkeyi “kan ırmağı”na dönüştüreceği yönündeki ünlü konuşması bu aşamada olmuştur. Böylece “Çok kültürlülük” politik arenada ‘mainstream’ partiler tarafından ilk defa dillendirilmeye başlanmış oldu.

İkinci aşama 1980’li yıllardır. Bu yıllarla birlikte Britanya, Kanada ve Avustralya’nın attığı adımları takip ederek (bu iki ülke çok kültürlülük politikalarını 1970’lerde resmen uygulamaya başladı) çok kültürlülüğü resmi devlet politikası olarak uygulamaya başladı. Çok kültürlülük kavramı böylece diğer Avrupa ülkelerine de yayılmış oldu. Çok kültürlülük üzerine kafa yoran araştırmacılar burada asıl amaçlananı; “azınlık grupları ulusal kimlik altında asimile etmek” olarak açıklıyor.

Ama burada çok acımasız da olmamak gerekiyor. Çünkü yerel hükümetlere sağlanan ödenekler ve etnik azınlıkların bu fonları kendi inisiyatifinde kullanmaya başlaması, azınlıklar açısında pozitif bir durum olmuştur.  Londra Büyükşehir Belediye Başkanı Ken Livingstone gerek o yıllarda, gerekse sonrasında “çok kültürlülük” kavramının en sıkı savunucularından biri olmuştur. Livingstone 2006 yılında “çok kültürlülüğü” eleştiren Irk Eşitliği Komisyonu Başkanı Trevor Phillips’le polemiğe girmiş ve siyahi asıllı olan Phillips’i “etnik azınlık düşmanı” ilan edip ırkçı parti BNP’ye katılmaya davet etmişti.

Çok kültürlülük tartışmalarının son aşaması ise 2001 yılı ve sonrası oluşturuyor. 2001 Mayıs ayında Oldham, Haziran ayında Burnley ve  Temmuz ayında Bradfor’da meydana gelen Asyalı göçmen isyanları, çok kültürlülük tartışmalarını alevlendirdi. İsyanlar çok kültürlülük karşıtlarına koz verdi ve bu felsefenin entegrasyon önünde engel olduğu fikri güçlendi. Ve tabii ardından gelen 11 Eylül ve 7 Temmuz olayları ve sonrası…
İngiltere çok kültürlülük felsefesini bu günlerde daha ciddi ve yüksek sesle sorgular oldu. Sorunun çözümü ise, ”uyuma isteksiz”, “suça ve şiddete eğilimli” göçmenlerin, sert ‘yasal düzenlemeler’ ve daha çok ‘güvenlik önlemleri”yle topluma entegre edilmesi ve uyumlu hale getirilmesi.

Peki İngiltere’de Medya, politikacılar, akademisyenler en fazla göçmenleri ilgilendiren bir konuda tartışma yürütürken ve genel olarak kamu oyunun çok kültürlülüğe bakışında olumsuz değişimler ve yaklaşımlar söz konusuyken İngiltere’de yaşayan göçmenler olarak ne yapıyoruz? Böylesi bir ortamda; göçmenlerle yerli halk arasında, farklılıklar ve karşılıklı önyargıların derinleşmesi yerine karşılıklı anlayış ve birlikte yaşamın güçlendirilmesine hizmet edecek çözümlerin ortaya çıkması için neler yapıyoruz? Sormadan edemeyeceğim bir diğer nokta daha var: Çok kültürlülük ve entegrasyon tartışılırken sadece “Asyalı Müslümanlar” söz konusu ediliyor. Ya Türkiye kökenli veya Kıbrıs kökenli göçmenler ne olacak? Asıl önemlisi tüm bu sorunlar  tartışılırken, Türkiye ve Kıbrıs kökenli göçmen derneklerinin konuya yaklaşımları nedir? Yani bu tartışmanın asıl odak noktası olan göçmenler olarak bu tartışmaların neresindeyiz?

650110cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Çok kültürlülülüğün neresindeyiz?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.