Geçtiğimiz hafta Londra’da bütün gözler bir anda kentin ünlü meydanı Trafalgar Square’e çevrildi. Meydanın dört köşesinde yeralan sütunlardan üç tanesi Britanya tarihinin kahramanlarının heykellerine evsahipliği yaparken, kuzey batıda olan dördüncü sütun yıllardır boş duruyordu. Bu boşluk geçtiğimiz Perşembe günü, heykeltıraş Marc Quinn’nin devasa mermer heykelinin buraya yerleştirilmesi ile dolmuş oldu. Ancak Amiral Nelson ve arkadaşlarının yeni komşusu oldukça farklı, “Hamile Alison Lapper” adını taşıyan beyaz mermerden heykel sakat bir hamile kadını gösteriyor. 2007 yılına dek burada sergilenecek olan heykel bir anda gerek sanat çevreleri, gerekse de kamuoyunu bölen tartışmaları gündeme getirdi.
Hem sakat hem de hamile bir kadın bedeninin bu şekilde sergilenmesi, hele ki bunun bir de tarihi kahramanların yanına yerleştirilmesi heykele yönelik olumsuz tepkilerin ana eksenini oluşturuyordu. Ancak bu konuda ki en çarpıcı yaklaşımlardan biri, beklenmedik bir şekilde kilise çevrelerinden geldi. Londra piskoposluğuna bağlı St Paul’s Knightsbridge kilisesi bülteninde heykel konusuna yer verilirken, Tanrının tüm insanlığı sevip kucakladığı ve bunu dış görünüşlerine göre değil, yaratılışın bir parçası olduğu için olduğu anımsatılıyor ve tüm inanların da aynı şeyi yapması gerektiği vurgulanıyordu. Bülten şu cümlelerle bitiyordu: “ Eğer komşunuzu dış görünüşü yüzünden yargılıyor, sırt çeviriyor, red ediyorsanız tanrı sevgisi ve inancın gözleriyle dünyayı görmüyorsunuz demektir. O yüzden yeniden bakmalı ve daha iyisini yapabilmeyi istemelisiniz. Trafalgar meydanına gidin, kendinizi deneyin…”
Gerçekten Britanya kendini test etmesi gereken bir dönemden geçiyor. Temmuz ayına damgasını vuran terör eylemlerinin ardından yükselen ırkçı yaklaşımlar, herkesin kendinden farklı olana şüpheyle yaklaşmasını körükledi. Metrolarda, otobüslerde bizler bile, kendimizin yarı Asyalı, yarı Avrupalı topraklardan geldiğimizi unutmuş gözükerek,bizden daha daha koyu tenli, sakallı ya da yerel giysili olanlara şüpheyle bakmaya başladık. Bu durumlarda sağduyu tatile çıkmış gözüküyor. Uzun yıllardır her türlü ayrımcılılığın adeta “fobi” ye dönüştürüldüğü, iş ilanlarından hastane koridorlarına kadar her yerde “ayrımcılığa” asla izin verilmeyeceğini belirten notların yeraldığı bu topraklarda, şimdi birileri azınlıkların giderek “gettolaştığı ve bunun toplumda ciddi tehlike yarattığı” konusunda televizyonlarda bas bas bağırıyor.
Tony Blair bir yandan Avrupa Birliği dönem başkanlığında ki “tavırsızlığı” ve “kifayetsizliği” yüzünden uluslararası arena da tepkileri üzerine çekerken, bir yandan da Irak daki çocuklarının artık eve gelmesini isteyen aileler ve savaş karşıtlarının saldırılarına hedef oluyor. İşçi Partisi’nin Brighton’daki kongresinde Blair gülücükler saçarken, aynı anda binlerce insan da sokaklarda onun Irak politikasını lanetliyot, “çocuklarımız ne zaman eve dönecek” diye bağırıyordu. 1997’den bu yana üye sayısı yarıya azalan işçi partisi ve Tony Blair giderek incelen bir buz üzerinde yürümeyi sürüdürüyor. Çoğunluk Blair’in önünde çok zaman kalmadığı görüşünde birleşiyor.
Britanya topraklarında gelecek günler herkes için ciddi değişiklikleri içinde barındırıcak gibi. Tüm toplum bir kez de kendine, çevresine bir kez daha bakmak ve kendini denemek zorunda gözüküyor. Bu anlamda işe Trafalgar meydanında ki heykele bir kez daha bakarak başlamak yararlı olabilir…