Üniversitelerden soruyoruz?

Üniversitelerdeki geri ve inhisârcı zihniyet niçin devam ediyor?


Mehmet Öğder; çalışkan, idealist bir fizik doçenti, bir üniversite elemanıydı. Bir üniversite elemanının, biri profesörlük ünvanına  kadar giden eğitim çizgisi digeri ise hayatının sonuna kadar devam edecek araştırma çizgisinden oluşan vasfı dikkate alındığında Mehmet Öğder her iki çizgide de doğru yürümüş, çalışkan, inatçı bir akademisyendi. Gençlik yıllarında tavan aralarında fotograf makinesi, radyo yapmaya çalışan, fizik- müzik ilişkisini ortaya koymak adına piyano parçaları yazmaya kadar giden, işine, fiziğe ölesiye aşık biriydi Mehmet Öğder. Bu aşkının, bağlılığının bedelini  mahkemelerle, iftiralarla ödemiş çalışma, sabır, ideallerle örülü bir dünyanın, bir zihniyetin insanıydı Mehmet Öğder.Kimse görmedi.


Yaşadıklarından yada yaşayamadıklarından,ödettirilen bedellerden itibaren 1947 yılında üniversitelerden; tüm iftiralara, haksızlıklara adeta bir cevap gibi işte böyle sormuş Mehmet Öğder ‘Üniversitelerdeki geri ve inhisârcı zihniyet niçin devam ediyor?’ Sorusu ve cevabı önemlidir. Zira bu üniversitelerden çıkan ve ancak gördüklerini yaşatabilecek gençlerden oluşan bir toplumda doğru işleyen hiçbirşey varolmayacaktır.. Kısa vadeli değil, uzun vadeli sonuçları vardır sorusunun.


Ve ilginçtir, yazdıklarıyla, kadroların üniversite elemanları arasında pazarlık konusu yapıldığı, yapılan hemen hemen her çalışmanın neredeyse bir süs mahiyetinde, hiçbir orjinalliği barındırmayan çalışmalar olduğu bugünün üniversitelerini görmüştür sanki Mehmet Öğder.Yaklaşık yarım yüzyıl önce yazılmış bu broşür ne acı ki bugünü anlatır gibidir. Okuyun ve arada bir fark varsa siz bulun.Ben bulamadım.


Şöyle başlıyor :


Darülfünunun Üniversiteye inkılâbı, ilmin memleketimizde yerleşmesini arzu eden her Türkün kalbine sonsuz bir ferahlık vermişti. Herkes biricik ilim müessesemiz olan İstanbul Üniversitesinde, Darülfünunda mevcudiyeti iddia edilen geri ve inhisârcı zihniyetin bundan böyle yer bulamıyacağına kanaat getirmişti. Ne yazık ki bu ümitler kısa bir zamanda zail olmuştu. İstanbul Üniversitesinin ve ondan doğacak üniversitelerin istikbali hakkında ümit besleyen şahıslar acıklı bir akibetle karşılaşmışlardır. Bu bakımdan üniversitelerimizi tetkik edecek olursak, eskiden mevcudiyeti iddia edilen inhisârcı ve geri zihniyetin bugünküne nazaran hiç mesabesinde kaldığını ve bu halin üniversitelerimizi tamamen kötürümleştirdiğini esefle müşahede ederiz. Üniversite İnkılâbından maksat, hariçten getirilen yabancı profesörler vasıtasiyle bir an evvel Türk elemanlarının yetiştirilmesini temin etmek, İstanbul Üniversitesini ve ondan doğacak olan diğer üniversiteleri Avrupa üniversiteleri seviyesine çıkarmaktı. Halbuki bunun tamamiyle aksi tecelli etmiş, üniversiteler kabiliyetlerin çürütüldüğü bir yer olmuştur.


Milyonlar sarfiyle hariçten temin edilmiş olan yabancı profesörler, buraya geldikleri vakit, Darülfünunun tasfiyesinden artakalan unsurlar ile çalışmaya başladılar. Yabancı profesörlerin bir kısmı mukavele şartlarına sadık kalarak tarafsız bir ilim adamı sıfatı ile Üniversitenin inkişafı ve genç Türk elemanlarının yetişmesi için çalıştılar; bir kısmıda, iktidarı ellerinde tutan, araştırma kabiliyetini kaybetmiş kıskanç ruhlu Türk unsurlar ile birleşerek yetişmek istidadını gösteren gençleri ezmeğe ve eğer fırsat bulamadı iseler yerinde saydırmaya çalıştılar. Hüsniyet sahibi yabancı profesörlerin bazısı, bu hareketi beynelmilel ilme karşı bir suikast telakki ederek İstanbul Üniversitesini birer birer terk etmek mecburiyetinde kaldılar.Gün geçtikçe bu zihniyet her tarafa dal budak salarak baskısını arttırıyordu. Bu baskı neticesi Üniversitelerde iki zümre teşekkül etti:
1) İtaatkâr zümre
2) Hakikat peşinde koşan ve mücadeleden yılmayan zümre.
Birince zümre mensuplarından kulluk madalyasını kazananlar, klikler tarafından himaye edildiler ve liyakat aranmıyarak terfih ettirildiler. İkinci zümre ise, artık üniversite için yaşamamalı, onlara bütün işkenceler reva görülmeli idi. Üniversiteden ayrılmaları için, onlara  imtihanlar, terfi raporları, nakiller ve muvakkat nakiller bir işkence vasıtası olarak tatbik edildi.


İkinci zümre mensuplarının yaptığı her şey artık bir günahtır. Tercüme yaparlar, tüccar oldu denilir, doğruyu söylerler, iftira ediyor denilir, araştırma yaparlar makinistten farkı yoktur denilir, pullu bir istida ile hakkını aramaya kalkar, jurnalci ve ahlâksız telâkki edilir.


Lekeleme metodları gayet basittir. Evvelâ kulisler arasında sözleşirler. Bir müddet sonra klik mensupları faaliyete geçer. Nereye gitseniz ve hangisi ile konuşsanız aynı cümleleri işitirsiniz. Derdinizi dökmek için yüksek bir makama müracaat edersiniz, gene aynı cümleler ile karşılaşırsınız. Artık dört tarafınız sarılmış; herkes aleyhinize döndürülmüştür. Öyle ya! Birisine kırk defa deli denirse, o şahıs nihayet deli olur.


İşte bu feci duruma düşürülen unsurların bir kısmı, işkenceler karşısında daha fazla tahammül edemiyerek istifa etmişler; bir kısmı da âsabına güvenerek tahammülü tercih etmiş ve fakat, nihayet felaketle karşılaşmışlardır. Bu tarzda Üniversitelerden ayrılan unsurları değer bakımından tetkik edecek olursak; bunların arasında, halihazırda üniversitelerde aynı ünvanlara haiz arkadaşlarından daha yüksekleri mevcuttur. Fakat klik mensuplarına sorarsanız, hep bir ağızdan size, bu şahısların değersiz, cahil olduklarını söylerler. Halbuki kendilerinin onlardan hiçbir farkları olmadığını ve etrafı aldatmak istediklerini bir türlü itiraf etmezler.


Garp Üniversitelerindeki unsurlar, şöhretlerini, yapmış oldukları araştırmalara medyundurlar. Araştırma yapmıyanlar, üniversitede tutunamazlar. Bizimkileri onlar ile mukayese edersek, aralarında dağlar kadar fark olduğu ve bizimkilerin pek zayıf kaldıkları meydana çıkar.


Üniversitelerimizdeki klik mensubu unsurların hemen hemen hepsi, araştırmanın Üniversite çalışmalarının esasını teşkil ettiğini bilirler. Fakat iddiaları tamamiyle bunun aksidir. Çünkü, ya kabiliyetleri yoktur veya âzim ve irade zaafı onları bu yorucu işle uğraşmaktan meneder. Bunun için etrafı aldatmak, nazarları başka tarafa çekmek lâzımdır. Bu yol da nihayet bulunmuştur: Tercüme. Bu gayet kolay ve hem de kazançlı bir iş. Devlet parası kısa bir yoldan ceplerine girecek. Bu şekilde tercüme almış yürümüş, araştırmalar ve orijinal neşriyatı ihtiva eden kütüphaneler bir köşeye atılmıştır. Etraf bu yolun biricik ilim yolu olduğuna hakikaten inandırılmış:


Ankara’da altı kişi arasında geçen bir muhaverede, Hasan Ali Yücel bana, İstanbul Üniversitesinde bir doçentin profesör olup olmadığını sordu. Ben de, iki travayı (çalışma) ve yarım travaya muadil farzedilen bir telif eseri olduğu için profesör olamıyacağını söyledim. Biraz acıdılar: Yalnız, içlerinden birisi:’Ya, demek bir kitap yarım travaya muadil tutuluyor?’ dedi. Ben onları daha fazla hayrete düşürmemek için, orjinalitesi olmayan bir kitabın bir travay karşında hiç olduğunu söylemedim.


Üniversiteler Kanunu münakaşa edilirken düzeltmeler yapılacağı umut edilmişti . Maalesef ümit edidiği gibi olmadı. Bu kanun hazırlanırken, üniversitelerimizi mektep vasfından kurtaracak olan araştırmalar nazarı itibara alınmış ve ordinaryüs profesörlük, profesörlük ve doçentlik tazminatları âdilane bir şekilde tevzi edilmiş olsaydı, birkaç travaylı doktor doçentler karşısında, travaysız ordinaryüs profesör ve profesörlerin ve keza doktoralı ve birkaç travaylı asistanlar karşısında doktorasız doçentlerin mevcut olduğu meydana çıkacaktı. Ne yazık ki o zaman araştırmanın para meselesi olmayıp liyakat ve âzim işi olduğu, hali hazırda stratejik mevkileri ellerinde tutan bu şahısların üniversitelerimizi, şahsi menfaatlerini ve mevkilerini koruma maksadı ile yerinde saydırdıkları ve nihayet bir çok kişinin istikbalini  mahvettikleri düşünülmemiştir.


Nitekim bir senelik tecrübe bize göstermiştir ki, bu insanlar doğru yola gideceklerine, bilâkis, araştırma yapanlara ve hatta, ilim yapma maksadiyle üniversitelere müracaat eden ciddi ve enerjik unsurlara karşı eskisine nazaran daha kuvvetli bir mukavemet göstermeye başlamışlardır. Çünkü araştırma yapanlar, araştırmanın üniversite için esas olduğunu iddia ederler. Bunları durdurmak lâzımdır. Diger taraftan, kanun icabi olarak asistanların üç sene zarfında doktora yapmaları şarttır. Doktora yaptıramıyacak durumda olan bu şahsiyetler kendilerini bu müddet sonunda nasıl koruyacaklardır? Korku neticesinde genç ve enerjik asistanlara karşı bir münaferet baş göstermiştir.


Görülüyor ki önümüzde cerahatlanmış ve patlamak üzere bulunan bir üniversite çıbanı mevcuttur. Bu çıbanın tedavisi yoluna gidilmez ve daha uzun zaman lâkayıt kalınırsa sonunda üniversitelerimiz kangrenleşecektir.Üniversitelerimizin tekrar canlanması ve doğru yola girmesi için şu birkaç âcizane teklifi yapmaktan kendimizi menedemiyoruz.
1)Keyfi sebeblerle üniversitelerden uzaklaştırılan unsurların eski yerlerine iadesinin temini
2)Üniversite elemanlarının yalnız orijinal neşriyatlarını ihtiva eden bir kütüphanenin tesisi
3)Kadroların inhisârcı zümre elinde bir tehdit vasıtası olarak kullanılmasının önüne geçmek için enstitü kadrolarının evvelden tesbiti ile ilan ettirilmesi( İstanbul Üniversitesi doçentler tüzüğü tasarısının ikinci maddesine bir göz atılacak olursa, hariçte ve dahildeki bir eylemsiz doçentin kadro alabilmesi için kimlerin önünde secde etmesi lâzım geldiği anlaşılır)
4) Asistan kadrolarının fazlalaştırılmasıyla yetişme kabiliyetine haiz elemanların üniversitelere celbinin temini.


Bu tespitleri yaparken, biraz haklı olduğumuzu düşünüyoruz. Şimdi soruyoruz: Muhterem Rektörler, Dekanlar, Ordinaryüs Profesör ve Profesörler, bir Üniversite elemanının vasfını tarif edebilir ve taşıdığınız titrlere lâyık olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Yoksa, bu sualin cevabı, hâkim karşısında suçunu itiraftan çekinen bir suçlunun sükütu mu olacaktır?

694270cookie-checkÜniversitelerden soruyoruz?

1 Yorum

  1. Okurken yıllar sonra bile hiçbieşeyin değişmediğini hatta daha kötü olduğunu gördüm. Ülkem adına gerçekten çok üzüldüm. Sayın Mehmet Öğder gibi hocalarımızın var olması dileklerimle…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.