İnsanlık nereye…

Günümüz dünyası, insanlık serüveninin en tehlikeli boyutuna ulaştı bana göre… Daha dünyada var olmaya başladıklarından itibaren doğaya hakim olmaya çalışan insanoğlu kendini aştı… Bu aşış öyle bir aşış oldu ki, insanın daha iyi yaşaması adına doğaya karşı verilen mücadele, insanı yok etmek, tüketmek yolunda, kötünün kötüsünü, daha kötüsünü, en kötüsünü bulmak, icat etmek arayışına dönüştü…

Yaşamı yok etmeyi  amaç edinen labaratuvarlar,  araştırma merkezleri, bilim dalları, kürsüler oluşmaya başladı… Atom Bombası, Hidrojen Bombası, yapay depremler, tusunamiler, seller, fırtınalar, kan yoluyla damarlarımıza ölüm şırınga edebilecek virüsler, soluduğumuz hava, içtiğimiz su yoluyla yaşama hakkımızı bir çırpıda elimizden alabilecek kimyasal ve biyolojik silahlar, bütün bu kitle imha silahlarının gölgesi  yarınlarımıza sanki bir karabasan gibi çöktü…

 Artık cehennemi yaşamak için ölmeyi beklemeye hiç gerek yok, cehennem silahları her gün  burnumuzun dibinde, yakınlarımızda bir yerlerde üretiliyor, çoğaltılıyor,  denetimsiz bir şekilde kullanıma sokuluyor. Kimin nerede ne zaman hangi silahı kullanacağı, hangi delinin ya da caninin bu silahlara sarılacağı, hangi gün hangi suni afetle başımıza ölüm yağdırılacağı ne kimsenin bilgisi dahilinde ne de kontrol edilebiliyor.

Yeni dünyanın düzensizliğinden kaynaklanan bu uluslar arası kaos ortamında, serseri mayınlar gibi, kimi, ne zaman, nerede ve nasıl vuracağı bilinmeden dolaşan terör, şiddet ve ölüm her yerde kol geziyor. Bu yetmiyormuşçasına  emperyalist paylaşım savaşının fitilini ateşlediği, her an patlamaya hazır bombalar haline dönüşen birçok ülke ve coğrafyada savaş naraları kulağımızın taa dibinde… Kan, kan, kan,  her yer kan revan… Dünyamız kan kaybından ölmekte, yaşam avuçlarımızın arasından kayıp gitmekte…  İnsanlığımız her geçen gün bünyemize, organlarımıza, hücrelerimize kadar sinen, yayılan bu virüslerle hastalanmakta, sakatlanmakta… Mutluluğumuz, yaşama sevincimiz tehdit altında, yarınlarımız, geleceğimiz, umutlarımız yok olma tehdidi ile karşı karşıya…

Tehlikenin  nereden geleceği, içtiğimiz sudan mı, soluduğumuz havadan mı, her gün tükettiğimiz sebze, meyve ve yiyeceklerden mi, bütün bu soruların cevabı bir muamma… Son dönemde yaşanan depremlerin hangisi gerçek  hangisi suni, Güney Doğu Asya’da on binlerce masum insan ve canlının hayatını alan tusunami felaketi bir doğal afet mi yoksa  birilerinin marifeti mi, 11 Eylül gerçekten teröristlerin işi mi yoksa bir devletin kendi vatandaşını katlinin akıl almaz örneği mi,  bütün bunlar bir muamma, bir pazıl gerçekten…

Bütün bu koşullar doğal olarak insanlığı öldürücü bir paranoyaya doğru itiyor… Az önce yukarıda da belirtmiş olduğum gibi, yaşama sevincimizi, geleceğimizi, yarınlarımızı elimizden alıyor. Sonuçta bir gün  bu felaketlerden birinden dolayı canımızdan olmazsak, sanırım yakında bunların tümünü birden düşünmekten kaynaklanan endişe ve korkumuz yüzünden akıl sağlığımızı yitireceğiz.

Hiçbir şeye, hiçbir yönetime, otoriteye, bilime, gelişmeye, örgütlenmeye, hatta birliktelikten doğan güce bile  inanmamaya, güvenmemeye başladık. Her şeye, herkese kuşkuyla yaklaşan,  attığı her adımda kaygı ve endişe duyan, yediği, içtiği her şeyden zehirleniyormuşçasına, yavaş yavaş damarlarına ölüm şırınga ediliyormuşçasına kuruntulanan, huylanan bir toplum haline geldik. Bunca kirlilik, bunca çirkinlik, bunca vahşet gerçekleşirken çevremizde,  “İnsanlık buna sığar mı” , “insan insana bunu yapar mı ” gibisinden en doğal tepkilerimizi bile göstermez olduk artık… Belli ki bunun yararsızlığını da kanıksadık…

Bu arada insanlık kavramının günümüzde yeniden sorgulanması gerektiğine inanıyorum ben… İnsanın insana uyguladığı şiddet, vahşet, işkence ne doğada ne hayvanlarda var çünkü… En azından doğada yaşamda kalmak, varlığı sürdürmek için yapılıyor bu yapılıyorsa bile ve tamamen içgüdüsel gerçekleşiyor… Oysa insan doğaya aykırı bir biçimde sırf öldürmek için öldürüyor… Ya da insanı yaşatmak, yaşamı kutsal kılmak yerine, bir sistemi bir güç dengesini korumak için yapıyor bunu… Bunun için en vahşi yöntemlere baş vurabiliyor, bir coğrafyayı tamamen haritadan silmeyi, Hitler’in yaptığı gibi bir ırkı kökünden kazımayı dahi tasarlayabiliyor.

İnsanlık nereye gerçekten, bu beni çok  korkutuyor, insanlık nereye… Hayvanların dünyası “vahşi hayat belgeseli” adı altında anlatılırdı eskiden, şimdi hayvanlar öylesine masum kalıyor ki insanların vahşetleri karşısında, doğa belgeselleri yetmiyor artık insanların bu şiddet ve öldürme eğilimlerini açıklamaya, bu konuda yol, yöntem geliştirmedeki yaratıcılık potansiyellerini anlamaya…
 
Gerçekten de insanın canavarlığı doğadaki tüm vahşetlerin ötesinde artık,  doğal yaşamla kıyaslanamayacak kadar canice ve acımasız… Kendini aşmak, daha, daha, daha aşmak için verdiği çaba ise gözleri yaşartacak cinsten!!! Nerede o “bütün canlı türlerinin amacı soylarını sürdürmektir, bu amaçla doğurmak ve üremektir” diyen bilimsel kitaplar… İnsanlık bu derece ölü sevici duruma gelirken bunların hiç mi haberi olmadı… Belli ki insanın diğer canlı türlerine aykırı olan bu doğası, yepyeni bir dünya oluşturuyor insanlık adına ve ne yazık ki bu dünya eski dünyayı, hatta en vahşi en ilkel olanı dahi aratacak gibi görünüyor… Ne diyelim, sonumuz hayırlı olsun…

____________

*  Yrd Doç. Dr.

1079150cookie-checkİnsanlık nereye…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.