NÜFUS VE EKONOMİK KALKINMA SORUNU

Nüfus ekonomik kalkınmanın önemli bir ögesi midir? Belki bir zamanlar öyle olabilirdi. Nitekim geçmişin ünlü kalkınma iktisatçısı Lewis nüfusun kalkınma hamlelerinde önemli bir öge olduğunu savunmuştur. Ancak geçmiş dönemlerde emek-yoğun üretim yapılıyor olduğundan, nüfus, hatta atıl nüfus önemli bir sermaye stoku olarak görülmüştür. Günümüzde dahi kırsal alanlarda tarımla geçimini sürdüren çevrelerde, özellikle de tarımın aşırı derecede makineleşmediği yörelerde nüfus önemlidir. 

Nüfusun önemi hangi noktaya kadar pozitiftir, hangi noktadan sonra eksi olmaya başlar diye sorguladığımızda, yanıt basittir. Her bireyin tükettiğinden fazlasını ürettiği sürece nüfus artışı yararlıdır. Ne zaman ki her birey ancak tükettiği kadar üretiyor, o nokta nüfus artışının durması gereken noktadır. Hele de tükettiğinden de az üreten, gizli işsizliğin yaşandığı koşullarda nüfus bir ekonomi için çöküş sebebidir. 

Çok genel bir görüntüde bir ekonomide ortalama olarak bir birey ne kadar üretir, ne kadar tüketir konusunun yanıtı da kabaca verilebilir. Şöyle ki, fert başına gelir bize bu konuda kaba bir ölçü verebilir. Bir başka ölçü de yine çok kaba olarak ulusal tasarruf oranıdır. Her iki gösterge de kabaca bireylerin tükettiklerinden ne denli fazla ürettiğinin göstergesidir. Bu iki kaba göstergenin de teknik ifadesi fert başına verimlilik ölçütüdür. Fert başına verimlilik yükseldikçe hem fert başına gelir artar hem de ulusal tasarruf oranı yükselir. 

Bu durumda nüfus ile verimlilik arasındaki ilişkiye göz atmamız gerekmektedir. Fert başına verimlilik birbiri ile bağlantılı iki önemli faktöre bağlıdır. Bunlardan birincisi emek ile makinenin birlikteliğidir, yani ürerimin makineleşmesi, hatta günümüzde olduğu gibi bilgisayarlaşması ya da daha ileri düzeylerde olması muhtemel duruma göre yapay zekâ ile uyumlaşabilmesidir. İşte bu nokta günümüz geç kapitalistleşen, yani gelişmekte olan ekonomilerin takıldığı, patinaj yaparak kaldığı yerdir, hatta kabustur..

Bu konuda ilerleyebilmek için bir zamanlar çok konuşulan, nedense şimdilerde biraz sumen altı edilen bir kavramı gündeme taşımak gerekmektedir. O da, “orta gelir tuzağı” kavramıdır. Bu kavrama göre, yaklaşık 10 000 ile 15 000 dolar fert başına gelir düzeyinde bulunan ekonomilerin bu aralıktan hamle yaparak çıkıp, yüksek gelir düzeyi ülkeler arasına girmesi çok uzun yıllara bağlı fevkalade zor bir süreçtir. Neden?

Günümüzde insan sayısı değil, beyin sayısı önemlidir. Bunun anlamı şudur ki, teknolojik dokuya dönüştürülememiş biyolojik varlığın büyümesi, yani ham nüfus artışı kalabalıklar arasında eriyen beyinlere yol açar. Ülkede beyin sayısının yükseltilmesi ise, eğitim öncesi aşamada potansiyel öğrencinin içinde geliştiği aile ve çevre yapısı ve güçlü bir eğitim sistemine bağlıdır. Görülüyor ki, güçlü bir eğitim yapısı ile ulusal geliri yükseltmenin ilk şartı da oldukça varsıl bir ortamda potansiyeli yüksek potansiyel talebe adayı yetiştirmek ve böylece yetiştirilen potansiyel beyinleri güçlü eğitim sisteminden geçirmektir. Tavuk-yumurta misali, konular birbirinin aynı anda sebep ve neticesidir. Böyle bir ortamı hazırlayabilmek için de varsıl bir ortam ve yüksek tasarruf oranı zorunludur. Kısacası, güçlü ekonomi oluşturmanın alt koşulu da aslında güçlü bir ekonomidir.

Konuya geç kapitalistleşmiş ekonomi açısından başlarsak hemen şunu görürüz ki, yüksek bir tasarruf oranı oluşturmak ve eğitime büyük bir yatırım yapmak kaçınılmazdır. Ama siyasilerin beyinleri her an kendilerine şiddetli rakip olabilecek güçlü beyinler yerine, emre amade kurşun askerler yetiştirmek olunca, ağırlık eğitime değil, siyasi ve mali rant sağlayacak yol, köprü ve inşaatına yönelinir. Yollar köprüler eğitim yapamaz, fakat eğitim yollar ve köprüler yapar! Görülüyor ki, öncelik beyinde değil, siyasi ve mali ranttadır. Yani, eğitim ve ekonomik kalkınma işine siyasi açıdan kısır bakış yerine planlama mantığı ve “fikri hür, vicdanı hür, akılcı nesil yetiştirme” mantığı ile bakmak gerekir. Eğitim beyin yıkama işi değildir, beyin oluşturma, dönüştürme işidir Sanırım bu dönemin geçmesi gerekiyor!  

Bu mantığa nüfus konusunu oturttuğumuzda, karşımıza her yeni doğan bebeğin temel sorunu olarak beslenmesi yanında, giderek artan maliyetlerle yürütülebilen eğitim maliyeti çıkmaktadır. Eğitim uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Eğitim salt okul binası değildir; eğitim, deneyimli, bilgili ve sair zamanlarda pazarcılık yapma durumunda olmayan elemanıdır. Aklı geçim derdinde olan bir eğitimci gerçek eğitimci değil “doldur-boşalt“ çıdır. Bu durumda her eğitim yılında ilgili bakan ne kadar öğrencinin okula başladığını söylese de, kendisi de bundan fazla bir sonuç çıkmayacağını bilir. 

Eğitim, hele de günümüzün teknolojik atılım çağında çok önemli olduğu kadar, çok da maliyetlidir. Orta halli bir aileye üç çocuk önerisi akıllara durgunluk verici mantıkla aileye ve ülkeye ihanettir. Her doğan çocuk günümüz teknoloji aşamasının gerektirdiği bilgi ve beceri ile donatılmanın yanında, gerekli yatırım yapılmadıkça sadece o genç değil, tüm ülke ileri ekonomilerin emri altında ikinci ligde düşe kalka yürümeye mecbur olur.

Hal böyle olunca, önce nüfus, sonra ciddi bir eğitim planlaması yapmak gerekmektedir. Ülkenin ilk on ekonomi arasına girmesi siyasi şovla değil, ancak eğitimle olur. Eğitilmiş elemanları ülke dışına kovmakla, üniversiteleri yandaşla doldurmakla, en gözde üniversitelerden binlerce elemanı sokağa salmakla ne ülke kalkınması olur ne de ilk ona girme hayali gerçekleşir. Hitler de elli yıl kadar önceleri güzide elemanları üniversiteden atınca, bu elemanlardan o dönemin Türkiye’si de dâhil yabancı ülkeler yararlanırken, bir zamanların güçlü üniversite sembolü olan Alman üniversite sistemi hâlâ tam olarak toparlanabilmiş değildir. Sovyet tankları Berlin’e yaklaşırken dahi Alman ordularının Sibirya’da ilerlediği yalanı ile halkın kandırılması bir işe yaramadı, yarayamazdı da! Geçen gün bir meslektaşım bir TV programında büyük ekonomilerin sadece yüzde bir dolayında büyümeleri ve Türkiye’nin her yıl yüzde beşin üzerinde büyümesi koşulu ile ancak 120-130 yıl sonra bu nurlu ufka kavuşulabileceğini söyledi. Keynes’in dediği gibi, nasıl olsa uzun dönemde hepimiz ölmüş olacağımızdan kimse kimseden hesap sorma durumunda olmayacaktır. O zaman dilin kemiği yok ki, söyle söyleyebildiğin kadar! Acaba siyasetçiler halklarına hiç değilse ara sıra doğruyu söylese ne olur, doğrusu çok merak ediyorum!    

2435110cookie-checkNÜFUS VE EKONOMİK KALKINMA SORUNU

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.