Çocuk

çeşit saksılarınızın olduğu bir pencereniz oldu mu?


O pencereyi suladınız mı güneş yakarken ortalığı? Duvardan akan suların yolu ıslattığı, o ıslanan yolda kuşların su içtiği, sizin çomakla yol yaptığınız, çizik attığınız, sevip sevip uydurduğunuz bir sevgilinin adını ağaca kazıdığınız bir sokağınız oldu mu hiç?… Akşamları işten dönecek de balon getirecek diye beklediğiniz babanız oldu mu sokak kapısının merdivenlerinde? Peki küçük kardeşinizin okul yolunu gözlediniz mi pencere önünde?  Ya karıncalar! Seyrettiniz mi gün boyu önünüzden yola akan konvoyu?


Apartman boşluklarından, açılmayan çift camlı hava geçirmez yüksek pencerelerden, sadece ve sadece kapıcıyla kurulan iletişimden, bisikletinizi 30 kilitli bir oyuncaktan ibaret balkon süsüne çevirmekten, çiçekleriniz varsa bile aşağıya su sıçrar telaşıyla onları güzelim baharlarda sereserpe sulayamamaktan başka bir hayatınız olmadı mı yoksa?… Nasıl bir dört duvarda kaybolmak bu?


Bütünleşmeden toprakla ağaçla, çelikle çomakla, pencereyle pervazla, korkarak hırsızdan uğursuzdan, yalnızlıktan, sevgisizlikten, daha nereye kadar kaçarak yaşamak?


Eğer bisikletinizi dayadığınız bir pencereniz olduysa bir zamanlar, eğer evinizin duvarına çarpan misketleriniz olduysa ve bahçedeki kuyudan su içtiyseniz, karşı ki komşuya bir kase çorbayı çok görmediyse anneniz,  sevmeyi sevilmeden de başarabildiyseniz, yokluklarınızı bir başkasına en önemlisi annenize babanıza  yüklemediyseniz, siz de bir zamanlar yaşadınız demek ki…


Bir zamanlar hakikaten bir turuncu ev vardı ve perdelerini annem örmüştü, ben saksıda ki çiçekleri sulamıştım. Bisikletimi pencereye dayayıp  uyurdum geceleri.  Karşı komşumuz Lütfiye teyzenin bilirdim beni kollayacağını topumu alınca diğerleri.  Küçük kardeşim yaramazdı biraz,  toz toprak gelirdi karşıki mahalleden. Annem  kızmazdı. Bilirdi ki biz çocuktuk. Bilirdi çocukluğumuzun en güzel anları,   perdelerini kendinin ördüğü pencerelerde, kapısını babamın taktığı bu evde yaşanacaktı ve asla geriye dönüşü olmayan güzel anların kaynağı olacaktı. Mutlu geçirilmiş bir çocukluğun üzerine, büyük şanssızlıklar da eklense, siz kötü bir insan olamazdınız, annem bunu bilirdi…


Biz o kadar mutluyduk ki korkmadık  hiç bir şeyden.   Hiç aç kalmadık sevgiye, özveriye, saygıya, merhamete.  O turuncu boyalı penceremiz, 4 oda bir sofa evimiz yıkılmaya yüz tutsa da, biz hiç  utanmadık yokluklardan, çünkü yokluklarımızın ana fikri para olmadı hiç bir zaman. 


Kapımız, penceremiz herkese açıktı. Biz evimizi,  kapımızı, penceremizi, herkesi ve birbirimizi çok sevdik.


Çok sevdik…


SİBEL BENGÜ’NÜN DİĞER YAZILARI


– Sen de kimsin?
– Kar yağarken pencerenden…
– Bayramları nasıl bilirdiniz?
– Ne kadar buradasın?
– Bu hayat nasıl geçer?
– Aşık kimdir?
– Aşk ne değildir?
– Aşk nedir?
– Herşeyin bir şeyi vardır…
– İyi insan kimdir?
– Kaygı çok kaygan bir kelimedir…
– Bumerang aşklar…
– İstanbul’da yine yağmur var…
– Kelimeler, kelimeler, kelimeler…
– Bir şairin bildiği sevgi/ Attila İlhan için…
– Nedir, niyedir? Neyse…
– İnsan bazen kendini bırakıp delice gitmek istiyor…
– 3 kadın 1 kritik…
– Hayatın şablonu mu var?
– Haydi dostlar buyrun kahveye…
– Muhakkak…
Aşk’a herşey dahil…
Bir İstanbul hatırası
Kadın dediğin
– ‘Adam gibi adam’ dedikleri…
– Mantığım intihar, ruhum serseri…


[email protected]

686700cookie-checkÇocuk

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.