Okullarda okutulası bir kitap: Ecdadımız

İnanç ile tartışılmaz… İnanan mantık ve bilimin ötesindeki söyleme ya da adını “kutsal” diye tanımladığı kitaplara inanmıştır. Bu nedenle inananlarla tartışılmaz, inançlara saygı duymalı. Haliyle bu saygı tek yanlı değil karşılıklı olmalı. Ne yazık ki tarih boyunca “hoşgörü” sıfatı yakıştırılan dinlere inanlar, farklı düşünenlere, inanmayanlara hiç de hoşgörülü olmamışlar.

Turan Dursun 1934 doğumlu eski bir eski imam ve müftüydü. Dursun, yaptığı araştırmalarında islâmiyeti ve peygamberi Muhammed’i eleştirince islamcılar tarafından ölümle tehdit edildi ve 4 Eylül 1990’da da katledildi. Katilleri yakalanmadı. Dursun’un söylemleri ise öldürülemedi. Bu cesur düşünürü öldürülüşünün 22’nci yılında saygıyla anıyorum.

Bugünlerde Türkiye göndeminde iki sanatçı islamcıların eleştirileri odağında. Eleştirilerde kantarın topuzu kaçmış durumda. Şarkıcı Gülşen hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı. Gerekçe de geçen Nisan’da Ataşehir’de bir konser sırasında ekibindeki bir müzisyene yaptığı, “İmam Hatip’te okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor” şakası.

Diğer olay da türkücü Musa Eroğlu’nun özel bir sohbetteki sözlerinin sosyal medyada yayılması. Eroğlu özel sohbetinde “Zülfikarın ağırlığı 2 ton 700 kilo. Tasviri doğruysa onu anca Tanrı kullanabilir. Kul kullanamaz çünkü ağır gelir. Bunu kullanan g*t*ne bir bıçak sokup öldürüyor Ali’yi. Şimdi düşün, 2 ton 700 kilo kılıç taşıyan herifi biri kamayla öldürüyor. Gel de buna inanasın” diyor. “Ben de konuşmuşumdur, doğrudur. İçeriğine bakmak lazım” diyen sanatçı hakkında da suç duyurusunda bulunulmuş. Bu iki sanatçı yalnız değiller.

Bu konuya değinmişken sırtında “Allah” dövmesi olduğu için 1997’de öldürülen Oğuz Atak’ı unutmamalıyım. Vicdanları yaralayan bu cinayette Sedat Peker azmettitici katili olarak suçlanmıştı.

İslam adına yapılan terör ve katliamlara diğer ülkelerde de tanık oluyoruz. Fransa Nice’te 2020 Ekim sonunda bir kilisede düzenlenen bıçaklı saldırıda üç kişi öldürülmüştü. Aynı yıl Paris’te Muhammed peygamber karikatürü gösteren öğretmen Samuel Paty de başı kesilerek katledilmişti. Bu katliamlar Avrupa’daki islam fobisini de kamçıladı haliyle. Biz islamcı teröre karşı çıktığımız kadar islam fobisine de karşıyız.

Gelelim Salman Rüşdi’ye (74)… Rüşdi, 1988’de yazdığı “Şeytan Ayetleri” romanından dolayı İran tarafından aforoz edilip ölümle tehdit edilmişti. ABD’de yaşayan yazar geçen 12 Ağustos’ta New York’taki bir panelde konuşurken uğradığı bıçaklı saldırıda ölümden döndü. Dünyanın dört bir yanındaki yazar ve siyasetçilerden ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırı olarak tepki alan olay sonrasında gözlerin çevrildiği İran, saldırı ve saldırganla bir bağı olmadığını açıkladı. İran, Rüşdi’yi, Şeytan Ayetleri kitabında İslam’a hakaret etmekle suçlayarak saldırıdan yazarın kendisi ve okurlarını sorumlu tuttu. Düşünce ve inanç özgürlüğüyle çelişen, acınası kurumsal bir açıklama…

Rüşdi’ye karşı Londra’daki toplum olarak teşekkür borçluyuz. Neden mi? Anlatayım. 12 Eylül 1980 döneminde faşist cuntacılara karşı çıkanların vatan haini ilan edildiği dönemde Musa Farhi’nin Uluslararası PEN Kulübü’nün 1994-1997 arasında Hapishanedeki Yazarlar Komitesinin (Writers in Prison Committee) İngiltere yöneticisi olarak kazan kaldırmış, İngiltere’deki yazarları da harekete geçirmişti. İngiltere’de yayınlanan 14 Temmuz, 1988 tarihli Morning Star’da Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği önünde Pen yazarlarının Türkiye’de tutuklu yazarların derhal serbest bırakılmasını isteyen pankartının altında Musa Farhi ve Salman Rüşdi; Lady Antonia Fraser ve Harold Pinter de dahil ondan fazla yazarın arasındaydı. Haberde aktarılan cunta başı Evren’in Londra ziyareti ile Türkiye’de 1.500 kitabın yasaklanması ve 34 yazarın tutuklanmasını protesto eden bu eylemi büyük olasılıkla Musa Farhi organize etmiş olmalıydı. Tarihin böylesi tekerrürü karşısında aydın çilesinin bitmemesine şaşırıyorsunuz. Türkiye’deki düşünce özgürlüğü için de çaba gösteren Rüşdi’ye geçmiş olsun diliyoruz.

***

Tatilde Ragıp İncesağır’ın “Ecdadımız” kitabını (Su Yayınevi-2021) severek okudum. Konumuzla da örtüşen bu kitap, resmi tarihin bize öğretmediği ya da içini boşaltarak aktardığı Anadolu’nun tarihini ve iz bırakanlarını akıcı ve samimi bir dille anlatıyor. Kitabın, aynı zamanda iyi bir grafik-tasarımcı olan yazarı tarafından resimlendiğini de belirtmeliyim. İslam sonrasında padişahların Allah’ın elçisi olarak gösterilerek; rüşvet, adam kayırmaca, pahalılık, yoksulluk ve yokluğa karşı çıkan halk ile çıkış yolu arayan ve varoluşa “kutsal” kitapların ötesinde kafa yoranların devlet erki ve dini yobazlarca nasıl katli vacip din düşmanı, vatan haini ilan edildiğini okuyunca bu senaryonun hâlâ eskimediğini düşünüyorsunuz.

Kitapta bu yazgıya karşı sesini yükselten ya da “daha yaşanılabilir bir dünya” için ayaklanan Ebuzer El Gıffari’den Abbasi isyanlarına, Hallac-ı Mansur’dan Anadolu Abdalları’na, Hacı Bektaş Velî’den Şeyh Bedrettin’e çok zengin bir geleneğin genlerimize geçmiş olmasından da bahtiyar oluyorsunuz. Biliyorsunuz ki Köroğlu, Dadaloğlu ve Denizlerin ardı arkası kesilmeyecek. Taaa o güne kadar…

 

 

 

 

 

2632790cookie-checkOkullarda okutulası bir kitap: Ecdadımız
Önceki haberEMPERYALİZM KARŞISINDA DEVLET
Sonraki haberBu kez de çöl sıcakları geliyor
FARUK ESKİOĞLU
Faruk Eskioğlu, (1958, Akşehir) gazeteci ve yazar. 1985'ten bu yana yaşadığı Londra'dan Türkiye'deki ulusal medyaya yönelik muhabirlik, temsilcilik yaptı. Londra'da yayınlanan Türkçe toplum gazetelerinde çalıştı ve bazı gazetelerin kuruluşunda yer aldı. Halen sosyolojik değeri olan haber ve araştırmalara ağırlık veren yazar, halen 2004'te kurduğu Açık Gazete'yi (acikgazete.com) yönetiyor ve köşe yazarlığını sürdürüyor.Eskioğlu, 13'üncü yüzyılın sonunda Horasan'dan Akşehir Maruf köyüne yerleşerek tekke kuran Hasan Paşa soyundan geliyor. Hasan Paşa'nın oğlu Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan'ın "Mülk Allahındır" felsefesiyle Anadolu'da bir ilk sayılan kendine adına kurduğu yoksullara yardım vakfı ise halen faaliyettetir.Eskioğlu, ilk ve orta öğrenimini Akşehir'de tamamladıktan sonra 1979’da AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1984’te Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde "master" yaptı. THA’da gazeteciliğe başladı. Aralık 1985’te kendi deyimiyle "siyasi sürgün" olarak geldiği Londra’da ilk 2 yıl baba mesleği kasaplık yaptı. İngilizce öğrendikten sonra medya okudu. Uzun yıllar Nokta dergisi İngiltere Temsilciliği, Hürriyet Londra bürosunda habercilik yaptı. Gazeteciliğin yanısıra 1986-98 arasında grafiker tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca pek çok siyasi afiş ve logo tasarladı.1998’de Türkiye’ye döndü. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Servisi’nde haberci ve star.com.tr’de ekonomi editörü olarak görev yaptı. “Basında etik ve toplam kalite yönetimi” üzerine araştırmalar yaptı, bu konudaki konferans ve panellere katıldı.Türkiye’deki 2001 ekonomi krizinde Londra’ya dönerek grafiker tasarımcılık ve gazeteciliği sürdürdü. Toplum gazetelerinden Olay’da genel yayın yönetmenliği yaptı. Londra’da ilk Türkçe internet gazetesini çıkardı ve toplum gazetelerine ilk ajans hizmeti sundu. 2004’te dünya haberleri veren acikgazete.com’u kurdu. İki ayrı toplum gazetesini yayına hazırladı. Türkiye’deki bazı tv kanallarına haber geçti, uzun süre Akşam Londra Temsilciliği’ni üstlendi.Londra'da 2004’te "İçimizden Birisi: Vanunu" başlıklı bir kısa film çekti. Londra'daki toplumu anlatması açısından bir ilk sayılan "Aşkolsun! Adı Aşkolsun" başlıklı belgesel romanı 2007’de Türkiye’de yayımlandı. Türkiye'den 150 ve Kıbrıs'tan 100 yıllık İngiltere'ye göçün anlatıldığı 3 ciltlik "Londra'da Bizim'Kiler" başlıklı araştırması 2019 sonunda çıktı. Eskioğlu’nun Su ve Defne (2004) adlı ikiz kızları bulunuyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.