Önce belediyede başarı, sonrası toplumun takdiri

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu DW Türkçe’ye verdiği röportajda, 2023 yılında olası bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı için “Önce belediyede başarı, sonrası toplumun takdiri” dedi.

İstanbul’da tartışmalara yol açan seçim iptalinin ardından 23 Haziran’da açık farkla İstanbul Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu, gündeme ilişkin görüşlerini Deutsche Welle ile paylaştı. CHP’nin Afyonkarahisar’da düzenlediği belediye başkanları zirvesinde DW Türkçe’den Bülent Mumay’a özel bir röportaj veren İmamoğlu; belediyedeki yolsuzluk iddialarından Suriyeli mültecilere, Davutoğlu ve Babacan’ın parti hazırlıklarından Türkiye’nin dış politikasına kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı. CHP’li Başkan, İstanbul seçimlerinin Türkiye demokrasisi açısından bir kırılma noktası olduğunu vurgulayarak, “Ama bu başlangıç, devamı için yerel yönetimde başarı şart” mesajı verdi. Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağına ilişkin sorulara daha önce muğlak yanıtlar veren İmamoğlu, DW’nin bu yöndeki sorusuna verdiği yanıtta ise 2023 için açık kapı bıraktı. İmamoğlu’nun, sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

DW Türkçe: Adaylığınız açıklandığında, kamuoyunun yüzde 30’u tarafından tanınıyorduruz. Muhalefetin, böyle biradayla İstanbul’u almasınaşans verenler de pek azdı. Ne oldu da İstanbul’u 25 yıl aradan sonra Erdoğan çizgisinden aldınız?

Ekrem İmamoğlu: Kamuoyunun -o tarz bahsettiğiniz- algısının ötesinde kazanacağımıza inanıyorduk. Nasıl kazanılacağını, toplumun neye ihtiyacı olduğunu biliyorduk. Bu deneyimim, Beylikdüzü’nden var. 350 bin nüfuslu küçük bir ilçe diyebilirsiniz. Ama bu bir toplumsal deneyimdir, bu deneyime İstanbul’un da ihtiyacı olduğunun farkındaydık. Dolayısıyla topluma ihtiyacı olanı anlatınca, toplum da buna bir karşılık verdi. Zaten farkındaysanız, (iktidar) yıllar yılı kullandığı dili bir kenara bırakarak özellikle ikinci tur seçimde bizim söylemimiz ile kampanya yönettiler. Dolayısıyla doğru yolu göstermiş olduk diyebilirim.

“Oy farkının açılmasına 3 şey sebep oldu”

31 Mart’ta oyların yeniden sayılmasıyla 13 binlere düşen fark, nasıl oldu da 24 Haziran’da 800 bini aştıİki seçim arasında seçmenlerin görüşünü değiştiren ne oldu?

Birkaç sebep sıralayabilirim. Birincisi, sizin de dediğiniz gibi toplumda kazanacağımıza inancı düşük olan ama aslında niyeti bizde olan insanlar motive oldu. İkinci seçimde sandığa geldiler ve açıkça bizim için çalıştılar. İkincisi, bizim toplumumuzun adalet duygusu ortaya çıktı. Toplum elindeki adalete dönük oy kullanma fırsatını olumlu yönde kullandı. Üçüncüsü de, demokrasiyi tehdit eden bu kavrama karşı bir duruş sergiledi. Tümüyle bunlar… Elbette bizim biriktirdiğimiz birinci seçimdeki taban vardı, bu bahsettiğim 3 gerekçe bence toplumun refleksinin gelişmesine ve oy farkına sebep oldu. (Gülerek) Açıkçası, benim beklentim daha yüksekti…

Kutuplaşmanın yükseldiği bir dönemde, sol bir partinin adayı olarak farklı kesimlerden oy aldınız. Partinizin 2018’deki oyunu ikiye katladınız. Sizin kişisel profilinizin de farkı açtığı yorumları yapıldı. 1 Mayıs’ta partisinin pankartıyla yürüyen, seküler bir yaşam tarzına sahip, aynı zamanda dindar birisiniz. İktidara yakın kesimler tam da bu nedenle sizin için “Proje” diyor. Kendinizi ideolojik olarak nasıl tanımlıyorsunuz ve “proje” iddialarını nasıl yorumluyorsunuz?

(Gülerek…) Güzel bir projeyim, eğer öyleysem… Çünkü gerçeklerle, inandığı doğrularla hareket eden biriyim. Bana kimse şekil vermedi. Eğer bir emekçinin hakkını savunmaksa mesele, onun yanındayım. Bir başka yerde de kendi maneviyatımı yaşıyorsam o da benim gerçekliğim. Toplum bence bu samimiyetimi yakaladı ve gördü. Aslında Türkiye’nin büyük bölümü böyle yaşıyor. Ama şekillerden kendine siyasi mecralar oluşturanlar bunu anlayamazlar, anlamadılar da zaten…

İstanbul seçimlerinin, Türkiye’nin siyaset tarihinde bir kırılma olduğunu düşünüyor musunuz? Erdoğan sıklıkla “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” diyordu. Sizin belediyeyi kazanmanız, bu anlamda Türkiye’de genel iktidarın değişimine ilişkin bir sinyal olarak algılandı. Dış dünyada da, “Türkiye Erdoğan’dan ibaret değilmiş, muhalefet isteyince başarabiliyormuş” gibi yorumlar yapıldı. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Seçimler kesinlikle bir kırılma noktasıdır, önemli bir kilometre taşıdır. Ama bu başlangıçtır, henüz tamamlanmamış bir süreçtir. Tamamlanması için bizim yerel yönetimde gerçekten başarılı olmamız şarttır. Bunun farkındayız ve bu bilinçle işimize sarıldık. Bu başarının sadece ulusal mesajları yoktur. Popülizme karşı dünya ölçeğinde mesajlar içeriyor. Demokrasinin kuvvetli olması, tek kişinin söylediği her şeyin kanunun ötesine geçecek şekilde algılanması, dünyada her ülke için sıkıntıdır. İster o ülkede demokrasi olsun, isterseniz antidemokratik süreçler yaşansın. Kaldı ki Türkiye’deki demokrasi sürecine inancım hiçbir zaman yıkılmamıştı.

“Cumhurbaşkanı adaylığı kamuoyunun takdiri”

Belediyeyi kazanmanız, tüm Türkiye’de bir heyecan dalgası yarattı. Uzun yıllardır kaybeden bir kesime zaferi getiren bir isim oldunuz. Bu nedenle sizle ilgili umutlar da, beklentiler de belediye başkanlığından çok daha ötede. 2023’te cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Türkiye’yi yönetmeye talip olmayı düşünüyor musunuz?

Siyasette talip olma kavramını çok kabul eden biri değilim, doğru da bulmam. Benim şu anda ruhumda hissettiğim tek şey, İstanbul’a çok başarılı bir belediye başkanı imzası atabilmek. Sonrasını kamuoyu takdir eder, Allah bilir diyorum. Bu benim siyasi cevabım değil, inancımla ilgili bir şey. Gerçekten odaklandığım tek şey, İstanbul’a çok başarılı bir dönem yaşatmak. Zira, İstanbul’a başarılı bir dönem yaşatmak aslında Türkiye’nin de iyi bir yola girmesi anlamına geliyor.

Yerel seçimlerden sonra iç siyasetteki hareketlenmeler de hızlandı. Babacan ve Davutoğlu’nun parti hazırlıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz, Türkiye siyasetinin bugünkü dengelerini değiştirebilirler mi?

Güçlü geçmişleri var, kendi siyasi partilerinde çok üst düzeyde sorumluluklar elde eden kişiler. Ama toplumda nasıl karşılık bulacaklarını zaman gösterir. Siyasette kararlı duruşlar çok önemlidir. Geri adım atmamaları, -eğer bir inançları varsa sürece dair- ondan asla vazgeçmemeleri çok önemlidir. Türkiye’de yeni nesil bir siyaset diline, yeni nesil bir siyaset anlayışına ihtiyaç duyulduğunu hissediyorum. Bu bakımdan, yeni kurulan bu tarz şeylerin ihtiyaçtan doğduğunu düşünüyorum. Geleceğe dair de umuyorum hep birlikte güzel işlere imza atarız. “Hep birlikte” derken, kastım şu: Türkiye’nin iyi, başarılı siyasi mekanizmalara, partilere; kişilerden öte kurumlara ihtiyacı var. Tek başına kişiliklerin belli noktadan sonra, ne yazık ki faydadan çok zarar vermeye başladığını yakinen görüyoruz. O bağlamda güçlü kurumlar, güçlü siyaset, güçlü demokrasi; toplumun gelişimi açısından değerli.

Seçimleri kazandıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan randevu istemiştiniz. Bu talebinize bir yanıt aldınız mı?

Tabii ki geçti. Randevu talebimizi (15 Temmuz törenlerinde) hatırlattım kendisine. “Arkadaşlarımız planlıyor” cevabı verdi. Ama henüz bir geri dönüş olmadı. Olmasa da yine talep edeceğim. Neticede ben İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yım. Türkiye’nin en değerli kamu kurumlarından birini, ülkenin en büyük şehrinin, dünyanın en büyük metropollerinden birini yönetiyorum. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı’ndan randevu talep etmek en doğal hakkım.

“Denetimin olmadığı yerde şüpheler artıyor”

Belediyeyi kazandıktan sonra nasıl bir tablo ile karşılaştınız? Beklentileriniz ile bulduğunuz tablo arasında nasıl bir fark vardı

Açıkçası toplumun da, gerekli kurumların yeterince denetleyemediği bir belediyemiz var. Belediyenin yan şirketlerinin yönettiği bütçe, genel bütçenin 3’te 2’si. Hele de bu şirketlerin Sayıştay tarafından denetlenmediği bir ortamda şüpheleriniz çok daha yoğun olabiliyor. Kaldı ki, bizi rahatsız eden veriler de var elimizde. Birincisi, bu yönüyle şeffaflığı ele alan bir belediye yönetimini devreye sokacağımız için, ne yazık ki tespitlerimizin daha da büyüyeceğini görüyoruz. İkincisi, mali yönden de iyi yönetilmeyen bir belediye olduğunu gözlemledik. Özellikle son 4 yılda gelir-gider dengesi çok bozulmuş. Gelinen nokta hiç sağlıklı değil. Ama İstanbul kaynakları güçlü, fırsatları çok olan bir şehir. Mali disiplinden ayrılmadan İstanbul’da büyük başarılar elde edeceğimizi, tasarruflu davranıp israfı yok ederek İstanbul’un geleceği için muazzam bir mali tablo ortaya koyacağımızı şimdiden görüyorum.

Kampanyanızda altını çizdiğiniz unsurlardan biri israf ve yolsuzluklardı. Sizden önceki döneme ilişkin somut tespitleriniz varsa yakın zamanda kamuoyuyla ve yargıyla paylaşmayı düşünüyor musunuz?

Araştırmalarımız, hukuki teftişlerimiz sürüyor. Somutlaştıkça vatandaşla paylaşacağız. Ama kolay bir organizma değil İBB. 85 bin çalışan, 30’a yakın şirketi var. Zamanı gelince gerekli açıklamaları yapacağız.

Görevi devraldıktan sonra İstanbul dışına yaptığınız ziyaretler ve bir hafta izin kullanmanız iktidara yakın kesimlerce eleştiriliyor. Yeni Şafak, “İstanbul’a da bekleriz” başlığı attı birkaç gün önce. Bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? İstanbul dışındaki kentleri ziyaret sebebiniz ne? Bir siyasi hazırlık mı?

O kadar çok davet alıyorum ki, gittiğim noktalar kabul edemediklerimin 20’de biri. Ama bir tespit yapalım. Benim gittiğim yerlerden biri Kırkpınar, ki gitmem gerekir. (Edirne) Osmanlı’nın 3 başkentinden biri. Malum, diğeri de İstanbul. Benim orada bulunmamın manevi değeri var. Ondan bir gün önce de Ereğli’de bir ödül törenine katıldım. Tümüyle bahsettiğim seyahatin tamamı 28 saat. Bunun ötesinde de tatil yapmak her insanın hakkı. Benim çocuklarım, ailem var. 8 aylık aralıksız kampanyadan sonra onlara 4 gün ayırdım. Şimdi de belediye başkanlarıyla kamptayım. Ama olsun, seyahatlerimin bile irdeleniyor, denetleniyor olması iyi. Aslında muhalif olmak güzeldir ama sadece yanlı muhalif olmak iyi değil. Ama biz ne yaptığımızı biliyoruz. İstanbul’da kurumsal düzene hakim olarak yürüyoruz.

SETA tepkisi: “Keşke basınımız bize yetseydi”

SETA, Türkçe yayın yapan yabancı basın kuruluşlarını hedef alan bir rapor yayınladı. Aralarında DW’nin de olduğu kurumlarda çalışan Türk gazeteciler tek tek fişlendi. 2013’te İBB’nin hibe ettiği bir binada faaliyet gösteriyor SETA. Bu bağlamda iki soru yöneltmek istiyorum size. Hem bu rapor hakkında ne düşünüyorsunuz, hem de iktidara yakın vakıflara bedelsiz verilen bina ve arazileri geri almayı düşünüyor musunuz?

Tabi bu oluşan (SETA) raporda, yine aslında konuştuğumuz konu basın özgürlüğü… Bu kadar etkin yabancı yayın kuruluşları Türkçe yayın yapmasınlar da, bizim yayın kuruluşlarımız bize yetsin isterdik. Ama bu yabancı kuruluşların bir eksikliği giderdiklerini düşünüyorum. Bunun sorgulanması gerekirken, böyle bir fişleme veya uygulamaya gidilmesi, böyle bir raporun gündeme gelmesi çok üzücü. Bu bakımdan bizim Türkiye’de tek istediğimiz, basının özgür olması, sizin ve meslektaşlarınızın görevlerini özgürce yapabilmesi. Belediyenin vakıflara yaptığı yardımlara gelince… Tüm yardımları gözden geçireceğiz. Kurumlar ne ifade ediyor, bakacağız. Bir kısım kurumlar, -kamu yararı gözetmeksizin- kişilere ya da sadece kendi kurumlarına fayda sağlıyor ise eşitliği sağlamak adına gerekeni yapacağız. Gerekiyorsa sözleşmeyi iptal edeceğiz.

İstanbul Büyükşehir’i kazandınız ancak Belediye Meclisi’nde AKP çoğunluğu var. Bazı kararlarınız AKP tarafından, bazıları ise yargı kararıyla engellenmeye çalışıldıİktidarın, muhalefete kaptırdığı belediyeyi çalıştırmamak gibi bir hedefi var mı sizce? Ankara’nın size çelme takacağınışünüyor musunuz?

Hepsini adım adım göreceğiz, görmeden bir şey söylemek doğru olmaz. Ama bir kısmını gördük, gördükçe de ortaya koyduğumuz şeffaflık bazı konularda çözüm oldu. Her şeyi vatandaşın önünde gerçekleştireceğimizi söylemiştik. Bir olumsuzluk yaşatırsanız, bunu vatandaşa anlatacağız diye… Bir kısmında olumlu dönüş yaşadık. Bir kısmında bazı geciktirmeler, frenler var. Ama zamanla göreceğiz, bu bir deneyim. Sadece bizim için değil; düne kadar iktidar, bugün ise muhalefet olan AKP için de bir deneyim. Toplum bunu izleyecek ve bir karar verecek. Biz de demokrasi adına bu süreci fırsata dönüştürebiliriz.

“Dış politikada en çok buna üzülüyorum”

Türkiye ekonomik sorunların yanı sıra diplomasi krizlerle de boğuşuyor. S400’ler, Kıbrıs’ta sondaj gibi gerilimler var… Hükümetin son yıllarda attığı adımlarla Batı‘dan koparak Rusya’ya yaklaştığı, dış politikada bir eksen kayması olduğu eleştirileri var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye dünya ülkesi olmak zorunda. Türkiye’nin yüzlerce yıllık bir dış politika deneyimi var. Bu bağlamda ürettiğimiz her şeyi paylaştığımız, sattığımız ya da satın aldığınız ülkeler var. Bunlar Avrupa ülkeleri. Ticaretin büyük bölümünü Avrupa ile yapıyoruz. Bu kadar ticari ve insani ilişkiniz olan, göç verdiğiniz, insanlarının ülkenizde tatil yaptığı, konum itibariyle Asya ile köprüsü olduğunuz Avrupa’ya sırtınızı asla dönemezsiniz. Elbette ki bu, Batı’nın her dediğine evet diyeceğiz anlamına gelmiyor. Elbette milli çıkalarımız ve duruşumuz var. Bundan asla taviz vermeksizin, ülkeler arası diyalogların en iyi şekilde yürümesinden yanayım. Bugün benim dış politikada çok üzüldüğüm şey, dönem dönem verdiğimiz kararların belli bir süre sonra tersini yapıyor olmamız. Herkesle kavgalı, problemli bir görüntümüz var. Komşularla, ABD, Avrupa ve hatta Arap ülkeleri ile… Biz güçlü ama aynı zamanda dünya ülkeleriyle iyi ilişkiler kurma kapasitesine sahip bir ülkeyiz.

Suriyeli mültecilere yönelik açık kapı politikası uygulayan hükümet, yerel seçimden sonra tavır değişikliğine gitti. İstanbul’daki kayıt dışı Suriyelileri kentten çıkarma kararı aldı. Hükümetin bu adımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin mültecilerle ilgili tutumunuz nedir?

İktidar bizim sayemizde konuyu öncelik haline getirdi. Çünkü biz toplumda yaşanan bu sorunları, özellikle 23 Haziran öncesi çok gündemde tuttuk. Dolayısıyla gelinen noktada, mülteci konusunu iyi yönetemediği için hükümetin aldığı tedbirler göze çarpıyor. Bu önlemler zamanında alınsaydı keşke. Yüzbinlerce mültecinin oradan oraya hareket etmesini hangi şehir, hangi ülke kaldırabilir? İnsani de değil. Göç eden insanlar da kötü koşullarda yaşıyor. Fırsat değil ki onlar için de, yönetilebilir bir şey de değil.

Zaten 3,5 milyon insana aynı anda kapılarını açmanın doğru olmadığını savunanlardanım. İstanbul’da 1 milyon mülteciden bahsediyoruz, neredeyse nüfusun yüzde 8’i. Demografiyi değiştiriyorsunuz. E bu, toplumu sosyolojik olarak yorar… Dolayısıyla bu yapılan işlem (mültecilerin kayıtlı oldukları illere ilişkin belge kontrolü), elbette gerekli. çünkü kayıtsız süreci emniyet, sağlık, çocuklar, kadınlar açısından yönetebilme şansınız yok. Ama bu noktaya niye gelindi? 3,5 yıldır bunun tedbiri niye alınmadı? Bu travma niye şimdi yaşanıyor?

Peki ben bir yerel yönetici olarak mülteci konusuna nasıl bakıyorum? İstanbul’da yaşayan mültecilerin tüm insani sorunlarına sahip çıkmayı 1. adım olarak mesuliyet olarak görüyorum. Aile trajedileri yaşanıyor. Burada detayına giremeyeceğim, belki tanımlamakta zorlanacağım başka şeyler de yaşanıyor. Biz önce mülteci ailelerinin, çocukların, kadınların gençlerin sorunlarına mutlaka temas edeceğiz sahip çıkacağız. İkinci olarak, ulusal politikanın oluşması konusunda konuşan bir belediye başkanı olacağım. Neden? En yüksek Suriyeli nüfusunun bulunduğu 16 milyonluk bir kenti yönetiyoruz…

O zaman ulusal politikanın oluşturulmasında bizim fikrimiz önemli. Yani sözün özü, günün sonunda bu ülkedeki Suriyeli mülteciler, tekrar vatanlarına dönmeliler. Bu zeminin hazırlanması konusunda, barış içerisinde vatanlarına dönebilmeleri konusunda politikaların geliştirilmesi için ben dünyanın her yerinde konuşacağım. Hangi insan vatanından kopmak ister ki? O zaman biz bunun gereğini hep beraber yerine getirelim. Vermek istediğim çaba ve kurduğum strateji bu…

Bülent Mumay 

© Deutsche Welle Türkçe

  • Tarih 29.07.2019
2320690cookie-checkÖnce belediyede başarı, sonrası toplumun takdiri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.