ORTADOĞU’DA YENİ OYUN : MEZHEPSEL ÇATIŞMALARIN KÖRÜKLENMESİ
Dünyanın hemen her bölgesinde politik ve sosyal gelişmeler öylesine hızla gelişiyor ki, uluslararası gündem birden biri değişiveriyor, bir kaç hafta çok önemli görünen bir olay yeni bir gelişme karşısında anında unutuluyor.
Ancak, dünyanın belirli stratejik bölgelerindeki gelişmeler, uluslararası gündemin ana konusunu oluşturmaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler toplantının en önemli gündem maddelerinden biri yine ‘terörizm’ ve ‘insan hakları’ oldu. Tabi bu iki kavram bir arada kullanılınca herkesin aklına ilk gelen bölge Ortadoğu ve Irak oluyor. Irak’taki çatışmaların gelmiş olduğu evre, bütün Ortdoğu ve hatta Avrasya’yı etkileyecek ciddi politik krizlere yol açacaktır.
ABD ve koalisyon güçlerine yönelik direnişin beklenenden çok daha güçlü olması ve işgalci güçlerin insiyatifi kaybetmeye başlamaları , ABD’nin politik ve askeri stratejik uzmanlarının önceden belirlemiş olduğu politikalar büyük bir yanılsamaya yol açtı.
ABD’nin askeri kuvvetleri stratejik olarak savaşı kaybedecekleri gibi bugünkü verili koşullarda taktik olarakta kaybetme eğlimine doğru gidiyorlar. Uluslararası af örgütünün yayınlamış olduğu yıllık rapora göre, 100 bin sivil Iraklı hayatını kaybetti. Ayrıca Irak cezaevlerindeki işkenceler, ABD’nin demokrasi ve özgürlük anlayışının somut bir örneği olarak tarihe geçti. Son iki hatftadır, fehculle’de olduğu gibi TELAFER’de de özellikle Türkmenlere yönelik benzeri bir katliam yapılıyor. Koalisyon güçleri insiyatifi kaybettikçe şiddet ve saldırılar artıyor.
ABD bir bakıma askeri olarak içerisine girdiği krizden kurtulmak için, Pentağon tarafından belirlenen stratejiye bağlı olarak yeni taktik planlar uygulamaya koymaya başladı. Bu stratejinin adı, hempizimin bildiği, ‘Medeniyetler Çatışması’dır. Bunun Ortadoğu ve Irakta somutlaşmış taktiği ise, bölgesel mezhepsel çatışmaları derinleştirmek böylece bölgenin bütünün etkileyecek bir ‘iç savaş’ sürecine çekerek kendisine yönelik direnişi etkisizleştirmeye çalışmaktır. Çünkü bölgede oluşaçak olan politik istikrarsızlık ABD’nin işini son derece kolaylaştıracaktır.
Medeniyetler Çatışması’ daha çok ‘dinler arasındaki çelişkinin ve güvensizliğin derinleştirilmesi olarak somutlaştırılmaktadır. Özellikle politik ve sosyal mücadelelerin, dinsel çatışmalar olarak yansıtılması, uluslararası kapitalist sistemin genel çıkarlarına da hizmet eden bir durumdur.
Pentagon’un politik stratejisiyenlerinden olan S.Huntington, Djerejia, Daniel Pipes vb savunduğu ‘Medeniyetler Çatışması’nın politik sonuçları, dünya genelinde dinsel faktörlere dayanan ciddi bir güvensizlik oluşmaya başladığını gösteriyor. Nisan-Haziran 2005 tarihleri arasında, Uluslararası Kiliseler Merkezi tarafından 17 ülkede yaklaşık olarak 17 000 kişi üzerinde yapılan bir anketin sonuçları Le monde ‘Dossiers et Documents’ın Eylül 2005 sayısında yayınlandı.
Ankette ‘Hangi din daha tehlikeli ve şiddet içereklidir’ sorusuna verilen yanıtlar oldukça dikkat çekiçidir. Örneğin, Ankete katılanların İngiltere’de yüzde 88’i, Fransa’da yüzde 87’si, İspanya’da yüzde 81’i, Hindistan’da 73’ü, Rusya’da yüzde 71’i, ABD ise yüzde 68’i, İslamı ‘en tehlikeli ve şiddet içerikli’ din olarak görmektedirler. Buna karşılık, ‘kendi kimliğinizi öncelikli olarak nasıl tanımlıyorsunuz’ sorusuna verilen yanıt ise ayrı bir gerçeği yansıtmaktadır. Fas’ta yüzde 79’u, Endonozya’da yüzde 66’si Türkiye’de yüzde 48, Pakistan’da yüzde 81’i kendisini öncelikli olarak ‘Müslüman’ olarak görmektedir.
Batı eksenli ülkelerde, İslam’a karşı ciddi bir güvensizlik oluşurken, İslam ülkelerinde ise tersten, insanlar kendilerini öncelikli olarak Müslüman olarak görmektedirler. Ulusal faktörler ikinci plana düşmüş durumda. Farklı uçlarda yansıyan bu durum esas olarak, ABD’nin belirlediği stratejinin bir parçasını yansıtmaktadır. Doğu-Batı çatışması olarak lanse edilen bu durum çok açık olarak ‘dinler arası çatışma ve rekabete’ yol açmaktadır. Böylece, dünyanın değişik bölgeleri bir biçimiyle dinsel kutuplaşmaya doğru çekilmektedir.
ABD’nin askeri ve politik strajisiyenleri bununla da yetinmemektedirler. Çünkü ilgi alanları olarak gördükleri topraklar, doğrudan dinler arası çatışmaya pek uygun değildir. Dünya genelinde belirlediği ‘Medeniyetler Çatışması’ ile Afganistan’da ve Irak’ta başarılı olamadı. Tersine bir durum yaşanıyor. İçerisinde bulunduğu askeri ve politik kaos, ABD’nin bölgedeki bütün planlarını alt üst ettiği gibi, bölgede izole olmaya da başlamıştır. Bundan kurtulmanın tek yolu, Ortadoğu geneline yaymak istediği, mezhepsel çatışmayı derinleştirmektir. Bu politika özellikle Irak, Suriye ve Lübnan’da uygulanmaya başlamış bulunuyor.
Irak’ta, El-Kaide eksenli eylemlerin özellikle sivil kökenli Şiilere yönelmesi tesadüfü bir durdum değildir. El-Kaide liderlerinin bu konuda yapmış oldukları açıklamalar oldukça dikkat çeticidir. Son iki aydır, ABD ve Koalisyon güçlerinden çok Şiilere yönelik saldırıların artmaya başlaması, Irak’ı Sunni-Şii çatışmasına doğru sürüklemektedir. Buna Suriye ve Lübnan’ın eklenmesi, Ortadoğu’yu mezhepsel bir ‘iç savaş’ tehlikesine doğru sürükleyecektir. Bu süreç, aynı zamanda İran, Suudiarabistan, Kuveyt, Mısır ve Türkiye’yi de bir biçimiyle etkileyecektir.
ABD’ye karşı savaştığını iddia eden El-Kaide’nin, izlemiş olduğu bu ‘yeni’ politika esas olarak işgalci güçlerin bölgede daha güçlü bir tarzda mevzilenmesine yol açmaktadır. Irak ve Afganistan şahsında koalisyon güçlerine karşı gelişen direniş cehpesinde kesin bir zayıflamaya yol açacak, özellikle ABD askeri güçlerinin kendisini yeniden yapılandırmasına hizmet edecektir.
Küçük Bush’un Ortadoğu’da izlemiş olduğu politikanın tam başarısızlıkla sonuçlanacağı bir anda, politik hedefleri net olmayan bir kısım örgütlerin, ABD’ya karşı direnişi, mezhepsel çatışma ile ‘iç çatışmaya’ çekmesi, çok bilinçli olarak planlanmış uluslararası kapitalist güçlerin ‘yeni’ politik bir oyunudur.
Bölgesel iç krizin derinleştirilerek, bölge hakları arasındaki çatışmaları körüklemek, dinsel çatışmaları mezehepsel çatışmalarla bütünleştirmek, sadece bölgedeki İşgalci güçlerin varlığına hizmet edecektir.