Prestij!

Çünkü yöneticilerini bile doğru kriterler ile seçebilme bilgisine, içgüdüsüne ve öngörüsüne sahip değillerdir…


Adına ister küreselleşme deyin, ister kutuplaşma deyin, ister teknolojik evrim deyin, bu yerküredeki vizyonel genleşme süreci, buralarda barınabilmek için, bu müthiş değişim hızını önce algılamayı sonra da yakalamayı gerektirmekte ve zorlamakta… Yakalayamayanlar ise dışarı savrulmakta o ivmenin merkezkaç kuvvetiyle…


Hani otobanlarda bazen üst hız limiti yapılması için sinyaller verilir, eğer yavaş gidersen kazaya sebebiyet verebilirsin, genel ritmi yakalarsan en azından trafiğin tıkanmasına yol açmazsın ve gideceğin yere kolay varırsın zamanı ıskalamadan… Kaliteyi özümleyip yaşayabilme kaabiliyeti, zamanın ruhunu aynı ritimde taşıyabilmeyi ve onunla bütünleşmeyi sağlar… Ama biz, ya şuursuzca hızlı gidip, ruhumuzu geride bırakırız, ya da tıkarız vitrinlere açılan yolları ruhsuzca… 


İçi çukur dolu yolları olan, ya da çok kesimi yolsuz olan bir ülkede, yarış pisti yapıp suni vitrinler yaratmaya özendiğin zaman, ziftlerle mucurlara dikkat etmen gerekir… Yoksa o pistten bile tozlu bulutlar kaldırırsın, kendi çapını dahi görmeni engelleyen… Çünkü sen, ya arabayı at gibi süren göçebe bir ırkın ahvadısındır, ya da tahterevanlara alışık tempoda yürütülegelen kervanların… Formula 1 pistlerini de Taklamakan çölleri sanırsın…


Ülkemizin reklamını yapmak için, onca emeklerle ve yatırımlarla vitrinimize kazandırdığımız en kaliteli spor olayı Formula 1 organizasyonundan prestij yaratmak yerine, uluslararası siyasi bir polemik yaratmayı becerebilen işbilir işadamının bu ülkede sermaye kesiminin başında olması da, o kesimin düşünce ve icraat kalitesinin ortalama vizyon sınırını yansıtmakta bir anlamda… Kaliteli yaftasını hasbelkader edinenler ve layık oldukları şekilde yönetilenler, böyle yerel vizyonlarla dünya pistlerinde üretici pratik zeka yarıştıramazlar…


İşbitirici ve işgüzar kavramlarının, oldu bitticilik müdanaasızlıklarının, ekipçilik yerine bireysel populizmden medet umma  güdüsünün balığı baştan kokuturcasına sırıttığı başıbozuk ortamlarda , memleket menfaatine müthiş bir iş yapmış gibi göğsünü gere gere “ ben yaptım “ dedikten sonra, yaptığının pek te iyi bir şey olmadığını kavrayınca topu başkasına atabilme ustalığıdır demek ki işbilir işadamlığı bu memlekette…  Bunun, otoyolun ortasına 3 metrelik çukur açıp, uyarı koymayan ve 7 kişiyi öldüren zihniyetin ertesi gün alelacele uyarı ve barikatlar koymasından ne farkı vardır? Hatayı ölen sürücüye yüklerler sonunda, tıpkı işgüzarlık sonucu çıkan faturayı prestij kazanma yolunda prestij kaybeden ülkenin imajına yükledikleri gibi… Ve çukurlar açarlar uygar dünyaya açılan yollara… Kimse sormaz “ sen hangi yetkiyle ülkenin vitesini uluslararası platformlarda boş çukura atarsın?” diye… Alaturka yollarda kendinden menkul geçiş üstünlüğüne haiz sığ zihniyetler, uluslararası pistlerde bariyerlere toslayıverirler… Ki onlar bu ülkeyi hesapta AB formasyonuna taşıması gereken ikbal çeşmesinin başındadırlar… Formula 1 vitrinini, Kırkpınar meydanı gibi yorumlayanların sermayeyi temsil ettiği , başıbozuk sivil toplum örgütlerinin duracakları yerin dozajını bilemedikleri kaygan zeminlerde, dünya yarışının içinde olabilecek nüveyi kazanmak için gereken sağlamlıkta basamayız bir türlü ayağımızı yere… O çukurda biter hızımız, kasılmamız, övünmemiz… Yanından vınnnn diye geçer giderler adamın… Sonra otoyolda kazılmış çukura düşen araba ile, Formula 1 i kazanan araba, Türkiye menşeli haber olarak yanyana boy gösterirler dünya medyasında…


Eğer birey, toplum katmanlarındaki deformasyon sürecinin acı sinyallerini göremiyorsa, yönetim beceriksizliğinin yarattığı sahipsizliklere tepki gösteremiyorsa ve içinde bulunduğu sürecin dinamiklerini yakalayıp kaliteli bir vizyon geliştirme kaygısında değilse, bunun getirdiği durağanlık o bireylerin oluşturduğu toplumda üst düzey bir kalite nosyonu ve ona yakışan numune bir yönetici üretemez… En kolaycı yol tepkisizliktir o zaman… Kötülerin iyisi senin başına yönetici olur… İşte o zaman böyle yönetilen bireylerin oluşturduğu toplumlara tur bindirirler…


“ Acaba niye biz geri kaldık ve bu yarışın dışına sürüklendik? “ denklemini çözmek için harcanan emek ve zaman kadar, geçip giden ritmi yakalamak amacıyla bilinçli bir gayret sarfedilebilse, oturup lüzumsuz denklemler çözmeye de gerek kalmaz…


Kalite kavramının derecelendirilmesi görecelidir ve toplumların total vizyon kapasiteleri ile sınırlıdır ama,  “ kimisi için kaliteli görünen , başkaları için çok itici görünebilir…” diyemeyiz, çünkü kalite muğlak değil, mutlak bir değerdir ve tek tanımı vardır…           Ama “ Allah belanı versin “ adlı müzik eserinin ! en çok satan eser ! olduğu toplumlarda, ya derin psikososyal analizler yapılması gerekir, ya da dibe vurmuşluğun tehlike çanlarına kulak verilmesi… Buna kısaca “ lider seçme sendromu “ diye teşhis konabilir… Böyle başa böyle tarak uygularsan, “ kel başa şimşir tarak “ deyimi cuk oturur… Boyalı saçlar değirmende ağartılmaz…


Kalite, karizma veya kariyer kavramları kolay yaftalanacak kavramlar olmamalıdır ve sadece eğitim ile görgü ile veya yöresel farklılıklarla hükümlenecek olgular değillerdir… Öyle olsaydı bunca ahkam kesici, zifir fosforu yarı aydın itibar görmezdi ve kısır vizyonlu adamlar mevkilenmezdi piyasada…


Demek ki bizim köykentlerimizin karmik yapısından kaynaklanan ve bir kısım medyanın da sığlaştırdığı kalite hükmü, dar açılı normlarda verilince, bu dengesiz durum, genel çıtanın duruş seviyesini de dolaylı yoldan etkilemektedir… Kelimelerin değil hareketlerin sonuç ürettiği bu çağda, balıkların hep baştan kokmasının sebebi, ülkeyi babalarının ülkesi sananların suni üretim çiftlikleridir…


 

692150cookie-checkPrestij!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.