Projeye alışmayalım

Bir dizi siyasi sloganın mucidi olan, büyük deha Özal’ın (!) bir veciz sloganı, “alışırlar” idi. Bu sloganın ortaya atılmasının birçok sebebi yanında, bir sebebi de ithal ikameci dönemden ihracata yönelik politikalara geçilirken emeğin şiddetle baskılanma politikasının toplumca, özllikle de emekçiler cephesinde yaygın kabulünün sağlanması idi. Dönemin baskılayıcı politikalarına alışıldı mı? Evet, maalesef, alışıldı. Hatta Özal, hâlâ daha çoğu kesimlerde güçlü bir lider olarak yaşatılabilmektedir. 

Son mucize ekonomi politikamızda da ihracata ağırlık verildiği izlenimi yaratılalarak emek şiddetle baskılanmaktadır ve aynı mantık inanılmaz manevralarla halka yedirilmeye çalışılmaktadır: alışırlar! Belki de, geçmişte olduğı gibi, günümüzün deha politikacılarının ülkeyi felakete sürükleyici politikası da halkımız tarafından alışılır ve yadırganmaz. Sanırım, sömürücü sermayeye tüm istediği verildikten sonra, yükün halkın sırtına bindirilmesinde alışırlar ya da sabrederler sloganı bir kez daha siyasi yaşamımızda yerini almaktadır. Doğal olarak, alıştırma yapılırken, her türlü gerçek dışı ifade ve akla mantığa uymayan gerekçe ileri sürülerek yaşanan çatlakların sıvanarak örtülmeye çalışılması da gözlerden kaçmamaktadır. Bu manevraların siyasi açıdan ne derece işe yaradığı seçimlerde (kısmetse !) görülecektir. 

Peki, nelere ya da neye alışacağız? Birincisi, 1950-60 dönemi sonuna doğru Demokrat Part rejiminin uyguladığı “Vatan Cephesi” tuluatının günümüzde farklı biçimde uygulanışına alışacağız. Önce şu ünlü vatan cephesi saçmalığına bir göz atalım. O dönemin sonlarına doğru akşamları haber programı sonrasında binlerce isim sayılarak vatan cephesine geçtikleri kafalara kazınmaya çalışılırdı. Vatan cephesi siyasetinin politik anlamı, ülkenin çağdaş yöntemlerle yönetilemeyip, taraftar kazanarak, kabile yöntemi ile işlerin götürülmeye çalışılmasıdıır. Vatan cephesine ilhak edilenlerin çetelesi tutulmuş olsa isi, belki de ülke nüfusunun üzerinde bir kitlenin bu sürüye katıldığı görülebilirdi. Halkların sürüleştirilmesi yoluyla iktidarda kalma zavallılığı!

Tüm sosyal kurumlar tarihin bir başka kesitinde yinelenirken, kaçınılmaz olarak, geçmişten ders alınarak dönem farklılaştırması yaşanır. Öyle anlaşılıyor ki, vatan cephesi tuluatının günümüzdeki modelinde de, iş piyasasında tüm liyakat kuralları atlanarak, salt parti üyeliğinin aç kalmamanın tek seçeneği haline getirilmesi esası uygulanmaktadır. İslâma sarıldıklarını ileri süren ve Osmanlı’nın devamı olma hevesini sürdüren varolan siyasi yapı acaba Topkapı Sarayı’na gidip de, dönemin kabine toplantılarının yapıldığı salonunun girişindeki yazıyı okuma zahmetine hiç mi katlanmadı? Yazık! Saraylara atanan müdürler de siyasileri bu konuda acaba hiç mi uyarmadı? Hata bende, nasıl uyarsın ki! Atanan yandaş olunca, başka ne beklenir ki! İlk düğme yanlış iliklenince, sonrası aynı şekilde devam eder. Alışacağız, başka çare yok! Tam da bu bağlamda bir konu aklıma taklıdı. Fetocular kovulurken, tüm toplumu kendilerine benzetecekleri, yoğun bir taraftar yaratacakları söylenmedi mi? Peki, şimdi ne yapılmaya çalışılmaktadır? 

Alışacağımız bir başka konu da toplumun imam hatipleştirilmesidir. Toplumun imam hatipleştirilmesinin toplumu müslüman yapmayıp, hatta deizmden tutun da her türlü taciz ve sahtekarlıkta hız alınmasına yol açabildiği görülmedi mi! Daha da ileri giderek, siyasi yalanı, devlet bilgi sistemi üzerinde aleni ve insan hakkını ihlal edercesine tahrifi öne çıkarmadı mı? Geçmişte bu denli kamu kayıt sisteminde tahrif yapılmıyor  da, bu işler bugün hız kazandı ise imam hatipleeşmenin rolünü nereye koyacağız? 

Artık görelim ve anlayalım, lütfen; ne imam hatipleşme, ne ülkenin göç alması, ne de ülkeyi giderek Araplaştırma politikaları doğrudan bir iç politika ürünü olmayıp, iç politikanın kullanılarak kapitalizmin ülkenin yerini ve sınıflarını yeniden şekillendirme projesidir. Bu siyasi projeyi görüntüsel olarak iktidarın tavrı ve şekilsel muhalefetin anlaşılamaz yaklaşımları ile anlamak durumundayız. Ülkenin yoğun göç altında tutularak, politikaların güney komşularla bütünleştirilip, kapitalist merkezlerden uzaklaştırılması ve kapitalist merkeze yabancılaştırılması amaçlanmaktadır. Peki, merkezin bundan kazancı nedir? Açık değil mi: her türlü ekonomik işlemlerde ülke ekonomisini kullanarak, sömürmek, fakat merkeze ait avantajlardan ülkeyi uzak tutmaktır. Bu politika, kapitalizmin kaynak çekmede işbirliği, kaynak paylaşımında ise uzaklaştırma politikası geğeidir.

Son dönem politikalatını bir inceleyelim. 2000 programı ülkeyi emperyalizme teslim programıdır. Bu program altında, AKP’nin övünerek halka sunduğu mega projeler, alt-yapılar, köprüler, metrolar vs. aynı bağlamda, yani merkez kapitalizmin kazandığı,  bu yolla ülke kaynaklarının ise sömürüldiüğü şeklinde ele alaınmalıdır. Bunlar gerekli değil mi? Evet gereklidir, fakat bu aşamada ve bu maliyetle değil, bu denli alt-yapı sistemi ancak üretim ve tüketim kaynaklarının birleştirilmesi aşamasında önelidir. Öyle ki, söz konusu alt-yapılar üretime destek sağlarken, aynı zamanda fiansman olanağı da yaratmış olur. Peki, bizde tüm bu alt-yapıları kullanacak üretim gelişimi yaşandı da hem sistemler kullanılıyor, hem de maliyet ödenebiliyor mu? Hayır, çünkü sistemler üretimi değil, tüketimi kamçıladı. Ondan dolayı da Merkez Bankası’nın kaynaklarını tükettik, Sudîler’e kadar inmeye tenezzül ettik, bunun adına da siyasette gurur ya da küskünlük olmaz dedik. Evet, siyasette gurur olmaz, ama bu hoşgörü siyasilerin kendilerini oyla destekleyen halka karşı olup, ülkeyi uluslararası düzeyde küçük düşürecek şekilde olamaz. Hiçbir siyasinin de, oy oranı ne olursa olsun, ülkeyi böylesi duruma düşürme hakkı ve yetkisi yoktur.   

  

2626330cookie-checkProjeye alışmayalım

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.