Rejim ve ‘Aydınlar’

Türkiye’nin tarihinde hiçbir zaman bir aydınlanma devrimi yaşanmadı. Bir modernite devrimi de yaşanmadı. Buna rağmen dünya’da aydını bu kadar ‘bol’ bir ülke olup-olmadığı tartışmalıdır! Bizde bir kişinin aydın sayılabilmesi için bir diploma sahibi olması yeterli sayılır. Belirli düzeyde eğitimden geçmiş, iyi-kötü bir diploma sahibi olan herkes kendini ‘aydın’ saymakta tereddüt etmez ve ekseri söze: “bir aydın olarak…” diye başlar… Oysa diplomayla aydın olmak arasında hiçbir yerde ve zamanda doğru yönde bir ilişki olması mümkün değildir. Netice itibariyle diploma bir ‘uzmanlık’ belgesidir, bir mesleğe, bir alanda ‘yetişkinliğe’ gönderme yapar. Oysa aydın olma durumu , etik, evrensel, eleştirel, kalıp kırıcı, paradigma yıkıcı ve yapıcı bir istidada [ vocation] tekabül eder. Bu yüzden  aydın yerine entellektüel kavramını kullanmaktan yanayım… Türkiye gibi bir ülkede diploma sahipliğinin aydın olmanın olumlu önkoşulu olmak şurda dursun, ekseri olumsuz olduğunu söylemekte sakınca yoktur. Böyle bir eğitim sürecinden geçen birinin düşünme, eleştiri, yeni, farklı ve orijinal şeyler tasavvur etme yetisi dumura uğruyor. Öyle boğucu bir resmi tarih ve resmi ideoloji tedrisatı, öyle bir eğitim süreci ki, insanların özgürce düşünme yeteneğini yok ediyor, zihinleri iğdişleştiriyor. Aslında eğitim kurumları birer zihin hapisanesi, öğretmenler de zihin gardiyanları sayılabilir.[ Elbette her durumda olduğu gibi orada da istisnalar mevcuttur ve istisnalar kuralı doğrulmak içindir]  Bilindiği gibi,‘iktidar gizlemesini bilenindir” denmiştir ve eğitim kurumları gizleme işine koşulmuş olanları yetiştiriyor… Zaten her eğitim sistemi mutlaka egemenliğin [egemenlerin] hizmetindedir. Fakat eğitim yoluyla köleleştirme hiçbir zaman tam ve kesin değildir. Aksi halde durum umutsuz olurdu… Bir ülkede eğitim sistemi ne kadar köleleştirici olursa olsun, köleleştirme mutlak değildir…. Kaideyi bozmasa da istisnalar her zaman vardır. Yine de aydın kavramının bu ölçüde ayağa düşmüş olması rahatsız edicidir ve bu  kavram ve kafa karışıklığından kurtulmak gerekir.

Türkiye’de bir modernite devriminin yaşanmamış olması, hem eğitimden geçenlerin konumunu hem de rejimin [devletlilerin] gerçek aydınlara [ entellektüellere] bakışını belirledi ve belirlemeye devam ediyor. Bilindiği gibi, modernite devrimi , ‘Eski Rejimden ve onun geleneksel ideolojisinden radikal kopuş anlamındadır ve ‘insan tarihini yapar’ demeye gelir. Velhasıl insanlar bir bireyler topluluğu olarak, ulus olarak, bir sosyal sınıf olarak, vb. tarihi yapabilirler demektir. Bu, politikanın içeriğinin ve işlevinin de radikal olarak değişmesi demektir. Artık alternatifler birer potansiyel olasılık haline gelmiştir… Türkiye’nin tarihinde hiçbir zaman Eski Rejimi hedef alan ne yeni bir sosyal sınıf, ne de yeni bir siyasi/ideolojik/estetik/ entellektüel akım sahneye çıkmadı. Eski Rejimle bir hesaplaşma hiçbir zaman gerçekleşmedi. Muhalefet, rejim içi mahalefet olmanın ötesine geçemedi… Bu durum, hem devletin yapısını hem de devletlilerin toplum sınıflarına [ sivil topluma densin] ve eleştirel düşünce sahibi gerçek aydınlara bakışını belirledi. ‘Merkez’ [devlet ]  bir modernlik yaması ve söylemiyle olduğu gibi ve olduğu yerde kaldı. Boğucu resmi ideoloji tartışmayı engellediği ölçüde, rejimin niteliği de hiçbir zaman tartışılamadı. Öyle bir diplomalı bilinci oluştu ki, diplomalı taifenin rejimin niteliğini tartışmayı akıl etmesi artık çok zordu. Netice itibariyle devlet kutsallığını korumaya devam etti ve ediyor. Devletin kutsallığını korumaya devam ettiği koşullarda, her türlü farklı düşüncenin bastırılması, cezalandırılması,  ezilmesi doğaldır.

Her ne kadar temel metinlerde [anayasa.vb.] insanların ‘eşit haklara sahip  yurttaşlar olduğu yazılsa da, bunun hiçbir kıymet- i harbiyesi yoktur. Ahmakları aldatmak içindir. Bilindiği gibi bizdeki yurttaş kavramının, Fransızcadaki citoyen’in karşılığı olması gerekir ve citoyen sitenin [ devletin, toplumun] sorunlarıyla ilgilenen anlamındadır. Başka türlü ifade edersek, yurttaş yurdun sorunları hakkında düşünen, kafa yoran, eleştiren, önerilerde bulunan demeye geliyor. Türkiye’nin siyasi geleneğinde yurttaş yoktur ve onun konumu otokrasi tarafından hak yok vazife vardır şeklinde ifade edilmiştir… Elbette hak olmayan yerde hukuk da bir retorikten ibarettir. Bizde hukuk sistemi devletin şiddetini meşrulaştırma işlevi görür. Başka türlü ifade edersek, Türkiye’deki hukuk sistemi, haksızlığın hukuka uydurulmasından başka birşey değildir. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı önce terörist sayar sonra da hundarca katledilmesini ‘haklı çıkarır’… Yargılamalar tam da bu amaçla yapılır… Şiddeti uygulayanı değil, şiddete maruz kalanı cezalandıran bir ‘hukuk sistemidir söz konusu olan… Bundan on yıl kadar önce Diyarbakır Hapisanesinde on genç tutuklu, devletin adamları tarafından demir çubuklarlarla başları ezilerek hunharca öldürülmüştü. Bu vahşeti eleştiren bir yazı yazdım, 9 ay hapis cezasına çarptırıldım… Gerekçeyi merak nı ediyorsunuz: Devletin güvenlik güçlerini tahkir ve tezyif etmek… Bu TCK’nin 312’si 301 olmadan önceydi… İşte size hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, vs… Sadece bu olay bile bu ülkedeki hukuk sisteminin ne menem birşey olduğunu göstermiyor mu? Zaten burjuva toplumunda şiddeti devlet uygularsa kurumsal bir hak, birey uygularsa suç sayılır. [ Bu önemli sorun ayrı bir tartışma konusudur]. Öyleyse soruna nereden baktığınız önemsiz değildir…

Anayasa’da senin yurttaş olduğun yazalıdır ama yurdun sorunlarıyla ilgilenmeye kalktığın ve resmi gerçege aykırı birşey söylediğin, yazdığın. çizdiğin, resmettiğin, çıkarlara, rejimin tabularına dokunduğun anda kendini ‘ düşman ilan edilmiş” bulursun… Tabii ‘düşmansa katli vaciptir’… Öyle bir yurttaş ki, yurdun sorunlarına dair eleştirel bir tavır içine girdiğinde ya öldürülür, ya işssiz ve aç bırakılır veya hapse atılır… Eğer eleştirmezseniz, resmi doğruları sorgulamazsanız, mülk sahipleri sınıfını, ‘memleketin sahiplerini’ rahatsız edecek birşey yapmazsanız sorun yok… Yalan üretmeye, yalanı büyütmeye gönüllüyseniz, rejim tarafından ödüllendirilmeye de ‘hak kazanırsınız’, memleletin sahipleri sizi ‘gerçek aydın’ sayıp hediyelere, makamlara, servete boğar, velhasıl yere göğe sığdırmaz… 

Türkiye’de modernlikten, ‘Cumhuriyet aydınlanmasından’, çağdaşlıktan, kendinden menkûl “demokratik, laik, sosyal devletinden” çok söz edilir… Bu öyle bir ‘modern’ rejim ki, orada farklı düşünen hain, muhalif düşman sayılır… Türkiye’de geçerli politik kültür ve devletin halka bakışı otokrasinin bakışıdır ve bu iflah olmaz bağnazlık yüzyıldır değişmemiştir. Burada modern denilen kurumlar, söylemler ve mekanizmalar otokrasinin üstünü örtmenin, yanılsama yaratmanın araçlarıdır. Rejimin ideolojik gardiyanları, şeylerin, olguların, süreçlerin üstünü örtme işlevine koşulmuş durumdadırlar. Üstelik bu zihin gardiyanlarına bir de ‘aydın’ deniyor oluşu, Türkiye’ye özgü bir skandaldır. Dolayısıyla tam bir ilişki tersliği söz konusudur. İşte gerçek entellektüelin misyonu ve varlık nedeni, tam da bu aşamada önem kazanır: Gerçeği örten perdeyi kaldırmak…

1608980cookie-checkRejim ve ‘Aydınlar’
Önceki haberİNGİLTERE’DEN… ‘Egemen etnik sınıf’
Sonraki haberSiz hiç – 2
FİKRET BAŞKAYA
Fikir adamı, siyaset bilimci, iktisatçı. 1940, Kızılyer / Denizli doğumlu. Denizli İlkokulu’nu ve İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye bölümlerinde yaptı. Doktora öğrenimini Paris ve Poitiers üniversitelerinde tamamladı (1966-73). Doktora çalışmaları aşamasında ve sonrasında azgelişmişlik, emperyalizm, kapitalizm, Kemalizm üzerine birçok araştırma yaptı. İlerleyen yıllarda Doçent unvanını aldı.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.