Resim netleşiyor!

Büyük üstatlardan sıkça alıntı yapma huyum yoktur, ama bir tanesi var ki, söylemeden geçemeyeceğim: “Sosyal olgular ve olaylar göründükleri şekilde doğru olarak açıklanabilselerdi, bilime gereksinim olmazdı.” Bu ifadenin hiç unutulmaması gerekir, diye düşünüyorum. Keşke, AKP’nin anayasa referandumu esnasında ve “demokratik” olarak halka sunduğu tüm politikalarının uygulanmasında sosyetik aydınlarımızın bilincine bu söz kazınmış olsa idi. Aslında, AKP politikaları üzerinde yorum yapılırken ve kanaat oluşturulurken böylesi derin bir bilince de gerek yoktu. Zira AKP zihniyeti, bizzat liderlerinin konuşmalarında sıkça belirtildiği üzere, demokrasiyi amaç değil, araç olarak görmüş ve liderler çeşitli vesilelerle bu görüşlerini fevkalade samimi olarak iyice anlaşılabilsin diye bir örnekle de halka açıkça ifade etmişlerdi.

Uygulanan politikaların genel çizgisi artık çok netleşmiş bulunmaktadır. Bu çizgide iki hat çok açıktır. Birincisi, tek-kişi yönetimini başat kılmak, yani lider sultası, ikincisi ise kurumları tahrip ederek, tek-kişi siyasetinin karşısında olabilecek her engeli kaldırmaktır. Bu gidişatı, tek-kişi davranış kalıbı ya da kaprisi olarak yorumlamak, oluşumu görünüş biçimi ile açıklamaktır ve yukarıdaki ifadeye göre yanlıştır ya da yanlış olma olasılığı fevkalade yüksektir. Küresel politikalar uygulanırken, Ortadoğu havzasında “Arap Baharı” rüzgârları ile diktatörlükler birer birer sözde demokrasiye kavuşturulurken, Türkiye’de ters gibi görünen gidişatı algılamak gerekir, diye düşünüyorum.

Birinci mesele olarak tek-kişi yönetiminin talep cephesine bakmamız gerekiyor. Kısacası, dünyayı saran emperyalizm ortamında, özellikle de kapitalizmin üçüncü derin krizini bir türlü aşamadığı dönemde acaba tek-kişi yönetimi kimin işine yarar? Eğer tek-kişi yönetimi halkının ilerlemesine hizmet ediyor ise, emperyalizm ülkemizi teğet geçiyor demektir. BU ilişkinin açık örneği Libya’dır. Libya’da halkına bir sürü hizmeti bedelsiz sunan Kaddafi niçin sürüklenerek bizzat halkına parçalatıldı ki? Akdeniz havzasındaki diğer ülkeler de bu bağlamda mercek altına alınabilir. Demek ki, Türkiye’de oluşturulan ve daha da güçlendirilmeye çalışılan tek-kişi yönetiminin dış çevrelerden gelen bir talebi var. Tek-kişi ülkede her politikaya hâkim olduğu durumda, eğer ona ulaşım kanalları elde edilebilirse, ülkeye ve uygulanan politikalara da ulaşılmış demektir. Son çakma-darbe teşebbüsü ile bir şey çok açık ortaya çıktı. Başta cumhurbaşkanı olmak üzere, askeri ve sivil karar makamlarındaki bazı çok önemli kişilerin nefeslerinden daha yakın yaverlerinin (nasıl oldu ise!) kişilikleri ortaya saçıldı. Politikalar üzerinde mutlak hâkim tek-kişi onlarca, belki de yüzlerce danışman kullanıyor, bunların hepsi Türk evet ama yaverler de Türk değil mi idi!

Şu küreselleşmeyi, lütfen birincil amaç olan ekonomik avantajların oluşturulabilmesi için üst-yapı konumdaki siyaset ve felsefesi ile algılayalım ve yorumlayalım. Küreselleşmenin felsefesinde gerçek anlamda demokratikleşme ve özgürleşme olmadığı, tam tersi, amacın çevresel ekonomilerden ekonomik ilişki görüntüsü altında kaynak çekme olduğu hiç akıldan çıkartılmamalıdır. Bu koşulda küreselleşmede başat güç çevresel ekonomilerde gerçek demokrasi yandaşı olabilir mi?

Başat güç sömürü ağındaki çevresel ekonomilerde gerçek halk temsilcisi olarak karar yetkisi olan bir parlamento, halkın yanında karar alabilen bir hukuk sistemi, analitik ve eleştirel yaklaşımlar yapabilen gerçek üniversite, halka gerçeği yansıtabilen özgür medya, özgürleştirilmiş kafalara mizah yolu ile dünya ahvalini yansıtan sanatsal faaliyet gibi dokuların varlığından hoşlanır mı?

Siyasal erkin kurumlara ilk saldırısı uzun erimli analiz yapamayıp anlık görüntü ile yetinen kafalarca demokratik girişim olarak algılanabilir. Nitekim anayasa oylamasında yaşanan tam da budur. Fakat bu bir başlangıç idi; devamı gelecekti ve geldi de. Bu durumda, analizimizi kesinlikle salt Türkiye olgusu üzerinde yapmamanın gerekliliği ortadadır. Türkiye’de girişilen kurumlara saldırı politikasını dış güçlerin hedefleri doğrultusunda yorumlamak durumundayız. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de bir nesil yetiştirilmeye yönelik politikalar devrededir. Bir tarihte, Erbakan hoca ile Fetullah hoca karşılaştığında, basında yansıdığı kadar, aralarında şöyle bir konuşma geçmiş. Erbakan hoca Fetullah hocaya siyasete girmeyi önerirken, buna karşılık, Fetullah hoca eğitime yönelmenin gerekliliğini savunmuş. Öyle anlaşılıyor ki, hedefler aynı ya da benzer, ama araçlar farklı. Şimdilerde ise, nesil yetiştirmede her iki yol da, siyaset de, eğitim de bir arada kullanılmaktadır. Bunun çok tipi yansıması geçtiğimiz hafta sonunda AKP gençlik kolları toplantısında başbakanın yapmış olduğu konuşmada görülebilir. Başbakan, son 15 yılda AKP icraatını gençlere yansıtıp, gençlere “mefkûre” yolu çizerken, ne acıdır ki, tipik bir çevre ekonomisi yansıması olarak yollar, bina olarak gördüğü hastaneler ve üniversiteler gibi beton-ekonomisi tablosu içinde bir tane bile fabrika veya sanayi tesisinden söz edememiştir.

Resim net ve maalesef üzücüdür!

2014020cookie-checkResim netleşiyor!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.