Ruşen Çakır’la Irak ve Suriye Denklemi

Gazeteci Ruşen Çakır, Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki denkleme dair pozisyonu ve Rakka ve Musul operasyonlarına dair olası dengeler başta olmak üzere, Ortadoğu’nun karmaşık gündemini Açık Gazete’den Savash Porgham’a değerlendirdi.

Ortadoğu, binlerce yıllık kanlı kısır döngüsünün bugün de hakkını vermeye devam ediyor ve coğrafya deyim yerindeyse kaynıyor. Irak ve Suriye özelinde gelişen güç paylaşımı savaşları, bölge ve dünya ülkelerinin çıkarcı pozisyonu, mezhepsel safların gün geçtikçe sıkılaşması ve mezhep çatışmalarının kan dökmesi, pek çok örgütün kirli vekalet savaşının gönüllü maşası olduğu bugünlerde Ortadoğu’nun gündemi yine çok sıcak..

Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki denkleme dair pozisyonu ve Rakka ve Musul operasyonlarına dair olası dengeler başta olmak üzere, Ortadoğu’nun sıcak gündemini gazeteci Ruşen Çakır’la konuştuk.

Not: bu röportaj yapıldığında Musul operasyonu henüz başlamamıştı.

rusen-cakir-1

-Geçtiğimiz gün MedyascopeTV’de yaptığınız yayında “IŞİD’in Türkiye’yle savaşı var ancak Türkiye’nin IŞİD’le bir savaşı olduğu pek söylenemez” tespitinde bulundunuz. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de IŞİD’le mücadele ettiğini ileri sürdüğü bugünlerde, sizi böyle düşünmeye sevk eden olgular nelerdir?

– Türkiye, Suriye ve Irak’ta IŞİD’le mücadele etmekten ziyade, özellikle Suriye’de Kürtlerin çok daha fazla güçlenmesini engellemek istiyor ama orada bunu yapabilmenin yegane yolu IŞİD’le mücadele etmek. Çünkü ABD’nin başını çektiği uluslararası koalisyon Kürtlerle işbirliğini IŞİD’e karşı yapıyor ve Türkiye’nin en fazla söyleyebileceği “ben daha iyi mücadele ederim, benimle daha iyi yapabilirsiniz” demek olacaktır. En son Cerablus’ta olduğu gibi, oraya girdi ama ilginç olan Cerablus’ta IŞİD’le ciddi bir savaş olmadı çünkü IŞİD orayı teslim etti. Türkiye’nin IŞİD’e karşı bir takım mevzileri topçu ateşi ve hava operasyonlarıyla vurma durumu var ama elde çok büyük bir savaş olduğuna dair doneler yok. YPG’nin Kobani, Telabyad ve Menbiç’te IŞİD’e karşı kıran kırana bir savaş verdiği görülüyor ancak Türk ordusu böyle bir olayı henüz yaşamadı ve yaşayacağından da çok emin değilim.

Türkiye şimdi de dolaylı ya da doğrudan Musul operasyonunda da yer almak istiyor ama kimse Türkiye’nin orada yer almak istemesinin temel motivasyonunun IŞİD’le mücadele olduğuna inanmıyor. Dolayısıyla bu ısrarına şüpheyle bakılıyor. Türkiye’nin Musul’daki var olma arayışında Kürtlerin önünü kesmek dışında da bazı motivasyonları var; Musul’un Türkiye için tarihsel önemi, Türkmenlerin varlığı, Sünni-Şii dengesi, İran’ın nüfuzunun daraltılması gibi motivasyonlar da var ama bir diğer motivasyon da PKK’nın oradaki operasyonda yer alma ihtimali ve bu Türkiye’nin asla kabul edemeyeceği bir şey. Çünkü bu tür uluslararası meşruiyeti olan bir harekatta PKK yer alırsa, Türkiye’nin PKK’yı bir terör örgütü olarak gösterebilme ısrarı büyük ölçüde darbe alır.

– Bügünkü konjonktürde Fırat Kalkanı operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz; sizce Türkiye ne kadar başarılı bir operasyon yürütüyor ve Fırat Kalkanı’nın akıbetini nasıl görüyorsunuz?

– Ben Suriye konusunda çok uzman biri değilim ama şunu biliyorum; bu operasyonun 15 Temmuz darbe girişimi ardından gerçekleştirilmiş olması başlı başına ilginç ve anlamı var. Aynı gerekçeler 15 Temmuz öncesi de vardı; böyle bir operasyon telaffuz ediliyordu, Türkiye’nin özellikle kantonların birleşmesini engelleme motivasyonu hep vardı ama operasyon 15 Temmuz sonrası oldu. Sonuç olarak; en azından bu aşamada Türkiye sınırı boyunca kantonların birleşmesinin önüne geçilmiş oldu. Ama bu durum uzun süre nasıl muhafaza edilecek, Türk ordusu hep orada mı kalacak yoksa Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) denilen yapı bunu tek başına yapabilecek mi, bunlar çok ciddi soru işaretleri. Cerablus’un IŞİD tarafından çatışma olmaksızın bırakılmasının ardından şimdi ne olacak, Türkiye El Bab’a mı gidecek, Rakka operasyonunda mı yer alacak gibi sorular da beraberinde gündeme geliyor. Şunu söyleyeyim; Türkiye pek çok şey istiyor olabilir ama bunlar sadece Türkiye’nin istemesiyle olabilecek şeyler değil ve ABD’nin onay vermesi gerekiyor.

– Rakka operasyonu demişken; ABD şuan Türkiye’nin bu operasyona katılmasına sıcak bakmıyor ve işi YPG’nin ağırıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleriyle(SDG) ve diğer bileşenlerle yürütmek istiyor. Sizce Türkiye’ye rağmen yapılacak bir Rakka operasyonu bölgeye nasıl yansır?

– Türkiye’nin de operasyona katılmayı çok istediğine emin değilim çünkü Rakka çok zor ve karmaşık bir operasyon.

– Türkiye’nin operasyona katılmayı istediğini var sayarsak?

– Türkiye daha önce Kobani konusunda da ABD’ye bir şeyler söyledi ama Amerika çok fazla dinlemedi ve Türkiye’ye rağmen Kobani’ye mühimmat desteği verdi. Türkiye YPG konusunda defalarca kez ABD’ye “ya biz, ya onlar” dedi, Telabyad’da ve Menbiç’te sorunlar çıktı ama ABD pek de önemsemedi. Dolayısıyla ABD, Kürtlerle işbirliği yaparken Türkiye’nin onayını aramıyor. Yani, Türkiye’nin buna razı olmasını tercih ediyor ama Türkiye istemiyor diye de Kürtlerle ittifaktan vazgeçmiyor. Şimdi şöyle bir şey de var; Amerika’da seçim atmosferi var ve yeni yönetimle işler ne olacak sorusu gündemde. Geçtiğimiz günlerde Hillary Clinton da Kürtlerle ittifaktan bahsedince Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu acemilik olarak değerlendirdi. Sonuç olarak; Kürtler orada ABD’nin stratejik ortağı olmayı sürdüreceğe benziyor. Türkiye’nin de bunu kabullenmeme inadı süreceğe benziyor. Şuanda bu kilitten nasıl çıkılacağı bilinmiyor.

– Türkiye’nin son dönemde Rusya’yla yakınlaşması Türkiye’nin Suriye’deki durumuna nasıl yansıyabilir sizce?

– Türkiye’nin Suriye politikası tamamen battı ve Türkiye bu batağın içinden olabildiğince az zararla nasıl çıkabileceğinin hesabını yapıyor. Türkiye artık Suriye’de bir şeyleri dayatabilme gücüne sahip bir ülke değil ve olacağa da kolay kolay benzemiyor. Suriye’de en son ABD ile Rusya arasında bir yakınlaşma olmuştu, sonra o da bozuldu ve görüşmeler askıya alındı. Suriye’de işler sürekli değişiyor ve dengeler sürekli yenileniyor. Türkiye de sürekli bunun arkasından koşup yetişmeye ve kendi zararını aza indirmeye çalışıyor. Cerablus’ta olduğu gibi, artık bölgeye direkt girip askeri gücüyle söz sahibi olmaya çalışıyor. Orada pek çok aktör var; Suriye rejim ordusu var, yanında Rusya var, yanında İran’ın ordusu ve Devrim Muhafızları ordusu var, İran’ın yolladığı Lübnan Hizbullahı var, dünyanın değişik yerlerinden gelmiş cihatçılar var, Amerikan ordusu bir şekliyle var, uluslararası koalisyon var, IŞİD ise başlı başına var. Şimdi bir de Türkiye eklendi. Aslında şuan Suriye’de minik bir dünya savaşı yaşanıyor çünkü dünya savaşı olsa savaşacak ülkelerin neredeyse hepsi şuan orada. Bu durum tabii Suriye’yi tüketiyor. Türkiye de buradan kendine bir pay çıkarmaya çalışıyor ancak ilk günlerde yapılan Esad rejimi kısa sürede çökecek, Müslüman Kardeşler iktidara gelecek ve Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu artacak hesapları net bir şekilde tamamen çöktü. Artık Türkiye orada can havliyle bir şeyler yapmaya çalışıyor.

– Irak’a geçersek; son günlerde Türkiye ve Irak Merkezi Yönetimi arasına karşılıklı olarak yükselen bir gerilim var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Musul’a yönelik mezhepçi çıkışı, Irak Başbakanı İbadi’nin şahsına yönelik söylemleri ve karşılığında Irak tarafından verilen cevaplar da değerlendirildiğinde, bu durumun bölgeye muhtemel yansımaları nasıl olabilir?

– Özellikle Suriye’deki krizle beraber, Türkiye’nin Irak Bağdat Yönetimiyle ilişkileri çok kötüleşti çünkü hem Suriye’de hem de Bağdat’ta ağırlığa sahip olan güç Tahran. Türkiye’nin İran’la ilişkileri hep bir dengedeydi ve o denge sayesinde de hem Şam hem de Bağdat rejimiyle ilişkiler kurabiliyordu. Ama Türkiye, Suriye’de rejim değişikliğine angaje olunca otomatik olarak hem İran, hem Bağdat hem de Şam’la arası açıldı. Böyle bir durumda bu bir yere kadar taşınabilir bir gerginlikti çünkü acil bir durum gerektirmiyordu. Bir zamanlar Türkiye’den bir yetkili Irak’a gettiğinde ülkenin Kuzeyinden başlayarak pek çok yeri gezebiliyordu, şimdi ise Türkiye’nin orada gidebildiği yegane yer Kürt Bölgesi. Onun dışındaki neredeyse tüm bölgelerle sorun var. Zaten Sünni bölgelerin çoğu IŞİD’le yürütülen savaşın bölgesi, Bağdat’ın aşağısı ve Güney bölgesi ise Şiilerin kontrolünde ve Türkiye’nin oralarla bağı büyük ölçüde koptu. Bu bir yere kadar taşınabilirdi ama şimdi Musul harekatının gündeme gelmesi, Türkiye’nin yetiştirdiği Sünni güçlerin bu operasyona katılmasını dayatması ve bunu da Bağdat’ın istememesiyle beraber bir kriz tırmanıyor.

Anladığım kadarıyla bu krizde ABD ağırlığını Bağdat’tan yana kullanıyor. Türkiye’nin Musul’a girmesini ve bir şekilde operasyona dahil olmasını Washington da istemiyor. Bu, hızla tırmanabilecek bir kriz. Şuanda tırmanıyormuş gibi gözüküyor ama şunu utunmamak lazım; Türkiye Suriye’de de çok büyük çıkışlar yaptı, mesela Kürtlerle ABD ittifakına karşı meydan okumalar yaptı ama ittifakı bozamadı. Şimdi de Musul konusunda Türkiye ne kadar bastırırsa bastırsın, ABD istemediği sürece Türkiye’nin o operasyona dahil olabilmesi pek mümkün gözükmüyor.

– Sizce Türkiye’nin Musul operasyonuna katılma isteği gerçekten IŞİD’i oradan temizlemek için mi, yoksa asıl amacı Musul’un geleceğinde söz sahibi olabilmek mi?

– Irak’taki dengeler ve güç dağılımında Türkiye, İran’ın çok fazla güç sahibi olmasını istemiyor. Dolayısıyla Sünni Arapların belli bir gücü muhafaza etmesini, Türkmenlerin de belli bir güce sahip olmasını istiyor. Hele PKK’nın Kandil’deki varlığıyla bu durumdan istifade ederek daha da güçlenmesini hiç istemiyor. Oradaki temel meselelerden birisi Sünni Araplara bir şekilde sahip çıkmak ve bu şekliyle Türkiye’nin mezhep açısına endekslendiği bir pozisyonu oluşuyor. Bu daha önce böyle değildi; Türkiye daha önceleri bölgede İran, Irak ve Suriye’yle ilişkilerinde mezheplerüstü bir politika uygulayabiliyordu. Ama Suriye krizi ve Arap Baharıyla beraber Türkiye, başını Suudi Arabistan’ın çektiği ve temel esprisi İran’ın yayılmasını engellemek olan Sünni Bloka yakınlaşmaya başladı. Buradan eski mezheplerüstü politikaya dönmesi çok kolay olmayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Muharrem ayı vesilesiyle yaptığı konuşmada “benim dinim Sünnilik ya da Şiilik değildir, ben müslümanın” dese de, biliyoruz ki birçok şeyde mezhep refleksleriyle hareket ediyorlar. Dolayısıyla kendilerini Sünni Araplara daha yakın hissedip, bir nevi hamileri olmaya çalışıyorlar. Ortada şöyle bir sorun var; şuan Irak’ta Sünni Araplar büyük çoğunlıkla IŞİD ve benzeri yapıların kontrolünde.

– Irak’taki dengeler ve güç dağılımının şekillenmesi bağlamında, Türkiye ve İran’ın ilerideki gelişmeler ekseninde sıcak bir çatışmayla karşı karşıya gelme ihtimalleri var mı sizce?

– Silahlı olarak karşı karşıya gelmezler ama Türkiye ve İran’ın ilişkileri özellikle Suriye kriziyle birlikte kötüleşti. Bu düzelmeyecek bir şey değil ama Türkiye’de bayağı bir politika değişikliği gerekiyor. Şöyşe söyleyelim; İran’ın zaten Suriye’yle çok yakın bir ilişkisi vardı ve stratejik ortağıydı. Dolayısıyla İran’ın Suriye rejiminin yıkılmamasına angaje olmasını anlamak mümkün. Ama iç savaş patlak verene kadar Ankara Esad rejimiyle çok yakındı ve birden bire işler değişti. Demek ki politikasını değiştirmiş olan taraf Ankara. Dolayısıyla tekrar eski günlere dönülmek isteniyorsa Ankara’nın büyük ölçüde birşeylerden vazgeçmesi gerekiyor. Bir taraftan da şöyle birşey var; nükleer anlaşmayla beraber İran uluslararası camiada da bir yer kazanmaya başladı ve bu da Türkiye’nin aleyhine bir durum.

2018280cookie-checkRuşen Çakır’la Irak ve Suriye Denklemi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.