Seksenli yıllar üzerine bir belgesel kitap

Şunun şurasında başlaması otuz iki yılı bulmuş olan ¨Seksenli Yıllar¨, daha şimdiden uzak bir dönemin hikâyesi gibi duruyor.
1980 Türkiye için darbe yılı olmaklığı dışında, dünyada ciddi bir dönüşümün başlayacağı on yıllık tarih sürecinin ilk senesiydi.
1980 Dönemi diye adlanan bu on yılda, enformasyon teknolojilerinin temeli atılıyor, çok hızlı bir biçimde küreselleşmeye doğru sosyal, siyasî, ekonomik bağıntılar kuruluyordu.
Öyle olunca, eskiyle yeninin en tuhaf, ironik ve satirik çatışması bir komedi, gârabet olarak ortaya çıkıyor, değişimin peşinde hızlanıp bunlara ayak uydurmak telaşıyla koşturan kitlelerin kültür yaşamı sil baştan değişiyordu.
Sanıyorum, Seksenli Dönem diye adlanan bu yılların en akılda kalıcı yanı bu olsa gerekir.
Seksenli Dönem üzerine tek tük yazılar, belgeseller, hatta o döneme dair edebiyat yapıtları son zamanlarda ortalığa sökün etmeye başladığına göre, demek artık tarih olmuştur.
Bu döneme dair yazılanları şöyle üstün körü okuyup, âdeta bir göz atıp elden geçirmekteyken, bu kez üzerinde ciddi bir çalışma yapılmış, baskısıyla ve kitap kalitesiyle derli toplu bir yapıt elime ulaştı, satır satır didikleyerek okumama yol açtı.
Demek o kadar çok sene geçmiş üzerinden, diye düşünmeme neden olan bu kitabı okurken, nostalji kelimesi olarak dilimize giren eskiye duygulanım olgusunun aslında, mutlaka çok eskiye dair olmasının gerekmediğini, hatta belki daha dün diye bitirdiğimiz 24 saat öncesine dahi yönelik bir duygu taşımıyla ruhumuza seslenebileceğini de algıladım.
Zira, benim yirmi bir yaşımda kendimi içinde bulduğum bu dönem, bana hiç nostaljik gelmezdi; öteden beri…
Ama, baksanıza, yazar ve yayımcı Oğuz Tektaş‘a, demek, eskiye duygulanım yaratacak kadar etkili olmuş, onda derin tesirler bırakmıştır.
Tektaş’ın sırf kitap yazmış olmak için veya bundan belki üç kuruş kazanırız diye oturup böyle bir yapıtı çıkartması pek akıl kârı görülemez; kaldı ki kitaptan para kazanmak, Kurbağalıdere’de Moby Dick peşine düşmeye benzer…
Lakin, beni şaşırtan bir şeyi de peşin peşin lafın ardına takmalıyım: Henüz altı yaşında 1980’e merhaba diyen bir çocuk olarak o dönemde, İstanbul’da, İstanbul’un taşra işgaline acımasızca ve en yoğun olarak uğradığı bir zalim zamanda, Bakırköyü’ne o vakitler bağlı bir muhtarlık olan Bahçelievler’de büyümüş yazarımız, demek 16 yaşında bu dönemi terk ederken, yeterince duygu yüküyle yaşamına devam etmiştir; şaşırtıcı geliyor…
Ama görüldüğü gibi, hiç olmaz değil!
Nitekim, olmuş ki, yazarımız okuruna ¨Vallahi bire bir böyleydi, aynen doğru, hakikaten biz böyle yapardık!¨ dedirten cümleleri ardı arkasına söyletmeyi becerdiği ve roman tadıyla çeşnilendirilmiş bir yapıtı ortaya koymuştur.
Çatı Kitapları adıyla bilinen yayınevince yayımlanmış ve geçtiğimiz aylarda kitabevlerinde raflara yerleşen kitabın yazarı, daha evvel ¨Anne Beyaz Çoraplarım Nerde?¨ başlıklı bir yapıt çıkartmıştı.
Bu ilk çalışmasında, yine, benzer bir tema izleyip Seksenli yıllara okurunu götürüyordu.
Bundan sonraki üçüncü kitabında, Tektaş’ın, örneğin ¨Seksenli Yıllarda Daha Daha Neler Oldu, Bir Bilseniz?!¨ gibi bir şey yazmasını da hiç mi hiç istemeyiz; tadında bırakmalıdır!
Oğuz Tektaş’ın çocuk gözüyle görmeye başladığı çevresinde, delikanlılığına doğru hızla sürüklenen o değişim dolu yıllar boyunca o kadar çok şey olmuş ki kitabı okurken duyduğum şaşkınlık hem bu yönde artış göstermekteydi, hem de yazarın gözlemci yanına açıkçası hayranlık duymamı sağladı. Tektaş iyi bir izlenimcidir, gözlem gücü sağlam ve yerli yerindedir.
Gerçi kitabının girişinde katkılarından dolayı teşekkür ettiği kimi isimlere rast gelmek olasıdır, ancak bu isimlere karşın, bunca ayrıntıyı bir kitaba sığdırma becerisiyle her satırında karşılaştıkça, sanki Tektaş’ın ardında bir ekip var gibi geliyor insana: Okur, bir tür hatırlatma bombardımanına uğramış gibi kalıyor açıkçası…
O dönemi yaşamış olanlara bir hafıza tazelemesinden öte kalır bir yanı da var, Tektaş’ın bu titiz çalışmasının: O yılları yaşamamış, ama kulaktan duymuş olanlar da dahil olmak üzere hem geleceğe bir belge bırakıyor ki kitap bu yanıyla akademik olmayan bir belgesel sayılmalıdır, hem de bugün yaşananın yakın geçmişteki köklerine kısa yolculuk düzenleniyor.
Giyim kuşamdan, yenilip içilene kadar hemen her ayrıntıya yer verilmiştir Tektaş’ın bu belgesel yapıtında; iş yaşamından okula, mahalleden kentin karmaşık sokaklarına kadar uzanan tek tek ayrıntılarıyla, hepsini birbirine ustaca bağlayan hatırlama serüveniyle… Mizah dozu yerinde, eğlentili cümleleriyle okunması zor olmayan bir yapıttır.
Kitabın düzeltisi kimin tarafından yapılmıştır, yoksa yapılmamış mıdır, bunu yine yazar kendi başına mı üstlenmiştir; bu bilgiye sahip değiliz. Fakat, gözünden bir şey kaçmaz denilen yazar-eleştirmen tayfasında adım geçtiğinden beri benden yaka silken kimi yazar ve yayınevlerine karşılık, Oğuz Tektaş’ın bu yapıtında, diyebilirim ki, tek bir yazım yanlışına veya dizim hatasına rast gelemedim. Bu yönüyle başarılıdır.
Tek başarısız sayabileceğim kısmı ise kitabın hacim olarak genişliğidir ki meraklı okur dışında sıradan okuru, bir süre sonra göz ve algı yorgunluğu içine sokacağı kaygısını hemen akla getirmektedir.
Öte yandan, bu yoğun çalışma içinde kendi aile, mahalle ve yakın çevresinden verdiği örneklerle Seksenli Yılları anlatan Tektaş’ın aktardıkları, bir bakıma bugünden apayrı bir dünyanın nesnel gerçekliğini gözler önüne seriyorsa da aklımıza Fransız yazar Jean-Baptiste Alphonse Karr‘ın söylediği 1849 yılından beri türlü anlamlarda yorumlanan vecizeyi getiriyor:
Plus ça change, plus c’est la même chose!
Meâlen söylersek, Seksenlerden beri, ¨Çok şey değişti ama değişen galiba pek bir şey yok!¨

[email protected]

Seksenler-Seksenli Yıllarda Gündelik Hayatımız
Belgesel deneme
Oğuz Tektaş
Çatı Kitapları
1.Baskı, Mart 2012, İstanbul
352 sayfa (Dizin sayfaları dahil)

718140cookie-checkSeksenli yıllar üzerine bir belgesel kitap

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.