bir adamın gözlerinden.
ikindi yarısıydı…
çekildi soframızdan taze çay kokusu,
odalarımızdan güzel türkçeli notalar…
Daha çok çaylar içecektik demini almış
-çok sıcak’ diyecektin, dememiş miydin?
Haberlere kızacaktık beraber,
yine yol verecektik kederlere hüzzam makamı..
-Bu çayın da hiç tadı kalmadı canım’ dediğin o an anlamıştım,
birlikte geçirdiğimiz anların kısaldığını..
hayatımın hiç bir yılı bu kadar tatsız olmamıştı…
Ölüm çok şahsi bir meseleymiş geride kalan bilirmiş…
sokağın köşesinde verilirken öğle selası
göğsüme çöreklendi zifiri bir iç sıkıntısı.
Çaresiz kabullendim
bu hançersiz kalp ağrısını…
Meğer hiç bir çocuk büyümezmiş,
hep çocuk kalırmış hayattayken babası…
Bundan böyle herşey biraz eksik..
tatsız çaylar
gidilmeyen yollar
havaya simit fırlattığım vapur yalnızlığı…
bu eski şehrin ayazı,
bu bozkırın gözyaşları..
Yokluğunu topluyorum ‘Sen’ diye sönen abajurun ışığından..
Herşey seni hatırlatan bir Eylül’ün içine aktı,
artık büyümekten korktuğum hiç bir şey kalmadı..
Gözleri Eylül çekiyormuş
İki dirhem bir çekirdek…
Çizgili kravatını bağladı en yakın arkadaşı,
baş ucundaki tahta kazığa,
toprak tümsek göğe değdi zannettim
okunurken son dua…
çocukluğumun mezuniyetidir artık bu.
Gözleri harlı eladan bir melek
hüzünle baktı son kez sokak başından,
cebimde ondan kalan son hatıra beyaz patiskadan.
Rüyalarımın sokak aralarında elbet yine karşılaşırız..
O çocuksuz değil ama ben artık çok babamsız…
Sibel Bengü