Sinema aşkım bir ömür boyu sürdü

Sezer Sezin 25 Eylül 1929’da Eyüp’te dünyaya gelir. Çocukluğu Beyoğlu’nda geçer. Sinemaya çok düşkün bir annenin kızıdır. Annesinin elinden tutup götürmesiyle küçük yaşta Gary Cooper’in Marco Polo filmiyle sinema ile tanışır Sezin. Sinema aşkının milâdı olarak tanımlar bu filmi. Henüz 11 yaşında Eminönü Halk Evi Tiyatrosu’nda Kral Odipus’ta oynar. Sanat hayatının ilk adımı olur. Çocukluğunda ve okul yıllarında sinema ve tiyatro aşkı onu etkin bir izleyici kılmış. Sinemeya başlangıcı da Hürriyet Apartmanı (1944) filmiyle olur. İleriki yaşamında star olduğunda bile setlere yabancı olmayan, gocunmayıp setlerde çalışan, Memduh Ün, Lütfi Akad, Atıf Yılmaz gibi yönetmenleri sinemaya kazandıran, beyaz perdenin bütün yükünü ve güzelliğini omzunda taşıyan bir sinema emekçisi olarak izleyicinin gönlünde taht kurar.

Sezer Sezin yaşayan efsanevi oyuncularımızdan biri. En kıymetli dostlarım dediği yüzlerce kitap barındıran geniş kütüphanesinin bulunduğu evinde bizi kabul eden Sezin, Güney dergisi okuyucuları için sorularımızı içtenlikle yanıtladı.

Fotoğraf Mehmet HANER

Sezer Hanım, sağlık sorunlarınıza rağmen bizi kabul ettiğiniz için, öncelikle size çok teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim, mutluluk verdiniz.

Sezer Hanım, sinema ve tiyatro sizin hayatınıza hakim iki sanat. Sağlık sorunlarınıza rağmen hâlâ evinizin her köşesinde sinema büyüsü capcanlı duruyor. Arşivinizden ve duvarlardaki fotoğraflardan o capcanlı replikler, adeta kulağımızda çınlıyor. Bize neler söylemek istersiniz, sinemaya dair?

Benim yaşamım beyaz perdenin kendisi. Çok küçük yaşlarda sinema ile tanıştım. Annem beni ilk olarak Gary Cooper’in Marco Polo filmine götürmüştü. Hiç unutamayacağım bir şey, sinemaya olan aşkım orada başladı. Ve bu aşk ömür boyu sürdü.

İlk filminiz hangi yıldı?

İlk filmim 1944’te Hürriyet Apartmanı oldu.

İzleyici sizi Vurun Kahpeye ile tanıdı ama.

1948’te Damga filmini Memduh Bey (Ün) ile oynadık baş rolü. Bir jön arıyorduk, benim doktor arkadaşım vardı Turgut Başer, beni Memduh Ün ile Turgut tanıştırdı. Memduh’un bu filmde jön olarak oynaması için Turgut’la konuştum ve Memduh Ün’ün evine kadar kendim gittim. Memduh Ün’ü bu filmde oynamaya ikna ettim. Böylece Memduh Ün’ü sinemaya kazandırdık. Hürrem Erman yakın arkadaşımdı. Onunla birlikte Erman Filmi kurmuştuk. Derken Damga filmini 1948’te çektik.

Ardından 1949’da Vurun Kahpeye filmini çektik. Bu filmle iyi bir izleyici kitlesi yakaladık. Çünkü o zaman Arap filmleri furyası vardı. Sinema salonlarında gösterimlerde Arap filmleri hakimdi. Vurun Kahpeye ile Türkiye’de filmciliğin önünü açtık. İlk star oluşum, bu filmle oldu.

Ama ben hem oyuncu, hem star olarak kalmayı başardım.
Atıf Yılmaz, Memduh Ün ve Lütfi Akad’ı sinemaya rejisör olarak kazandırdım. Ayrıca bu isimler benim çok yakın dostlarımdır.

Çok renkli anılarınız vardır muhakkak.

Evet. Ben oyuncu olduğumda Memduh, Atıf ve Lütfi henüz rejisör değillerdi. Ama onlardaki sinema aşkını gördüm, onları kollarından tutup rejisör olmaya bizzat ben ikna ettim. Çokça defa evimde dostlarla bir araya gelirdik. Renan (Fosforoğlu), Münir (Özkul), Atıf, Lütfi ve Memduh yaptığım yemekleri de çok beğenirlerdi. Evime en çok gelenler Belgin Doruk, Sadri Alışık, Gülistan Güzey ve Nisa Serezli’ydi. Biz sadece perdenin önünde değil, gerisinde de bir birimizi hiç yalnız bırakmayan dostlardık.

İlk yıldızlaştığınız film Vurun Kahpeye. Ardından filmciliğin önünün açıldığını belirttiniz. Sinemayı sanayii haline getirmeye öncülük etti denilebilir mi bu film için? 

Sinemayı sanayi haline getiren ilk film, Damga’dir. Seyfi Havaeri yönetti onu; ardından Vurun Kahpeye filmi geldi. Lütfü Akad inanılmaz çekingen bir gençti. Ama sinemaya eğilimini ve ondaki ışığı görmüştüm. Ve Lütfi Akad da benimle rejisör koltuğuna oturdu, ve rejisörlüğü bu sayede başladı. Lütfi Akad’ın ilk filmidir.  Tiyatro egemenliğindeki sinemadan, sinema dönemine geçiş bizim öncülüğümüzle oldu. Lütfi Akad’la ertesi yıl Lüküs Hayat (1950) müzikalini ilk defa biz yaptık. Bu da tiyatro ve sinema hayatımızın kilometre taşı yapıtlarındandır, bildiğiniz gibi.

Peki Atıf Yılmaz’ı ile ilk temasınız nasıl oldu? 

Hıçkırık romanını okumuştum. Hürrem’e önerdim film yapmayı. Birlikte senaryoyu çalıştık. O filmi ben yönetecektim fakat o ara Erman filmden ayrılmak istedim. Hürrem filmi yönetip gitmemi istedi fakat ben kabul etmedim. Filmi yönetmesini Atıf Yılmaz’ın istediğimi söyledim Hürrem’e. Hürrem Erman, buna ilk başta pek itibar etmedi fakat ben inanıyordum Atıf’a. Çünkü ondaki ışığı keşfetmiştim. Senaryoyu sahne sahne çalıştık, onun sinemayı çok sevdiğini görüyordum. Ve filmi Atıf yönetti. Atıf ta böyle başladı sinemaya gene benimle birlikte tabii (gülümsüyor).

Tiyatro yaşamınız da önemli bir yere sahip kültür hayatımızda.

Tiyatro hayatına aktif başlangıcım, sinemadan çok evveldir. 1940 yılında Eminönü Halk Evi Tiyatrosu’nda sahnelenen Kral Odipus’ta kralın kızını oynadım. Henüz 11 yaşımdaydım. 1946’da Vedat Örfi Bengü ile Sezer Tiyatrosunu kurduk. Sonra Kadıköy Tiyatrosunu kurduk. Etkin tiyatro yaşamım da sinema kadar uzun olmadı ama bu ikisinin aşkı bir ömür boyu sürdü, hâlâ bu aşkla yaşarım.

Sinemayı niçin erken bıraktınız?

İkinci kızım doğmuştu. Eşimin dayatması sonucu sinemayı erkenden bıraktım. O da benim en büyük pişmanlığım olmuştur.

Yeniden dünyaya gelseydiniz, gene sinema ve tiyatro der miydiniz?

Elbette. Çünkü ben oyuncu olanlardan değil, oyuncu doğanlardanım. Daha çok küçük yaşta çocuklarla oyunlarımızda bile onlara şarkı söyler, roller sergilerdim ve onlar da beni çok merak dolu gözlerle seyrederlerdi. O zamanlardan beri böyledir oyunculuğum.

Son olarak okuyucularımıza bir mesajınız var mı?

İlk okuduğum kitap Alfred Müller’in Bir Çalgıcının Seyahati kitabıdır. Sinema kadar okuma aşkım da bir ömür boyu sürdü. Güney dergisi okurlarına şunu söylemek istiyorum, ben sabah kitapla uyanan, gece kitapla günümü tamamlayan bir insanım. Çok okusunlar. Okumak sevdası bambaşkadır. Onun yerini hiç bir şey tutmaz. İnsanı bulunduğu yerden alır, başka bir dünyaya götürür ve daha iyi bir insan olarak, aynı yere bırakır. En büyük aşk okumaktır. Okumanın sonu yoktur. Okumayı bırakmasınlar.

YILMAZ GÜNEY’E DAİR

Yılmaz Güney, Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Münir Özkul, bunların hepsi çok sevdiğim dostlarımdı. Yılmaz Güney ile ortak tarafımız setlerin ve perde önünün emekçisi oluşumuzdu. Bu kuşağın sanatkarlarının hepsi özveri ve aşkla çalışan ve kısıtlı imkanlar içinde kapasiteyi zorlayarak fenomenler yaratan değerli insanlar oldular. Hepsini özlem ve sevgi ile yâd ederim.

AGÂH ÖZGÜÇ’ün anlatımıyla Sezer Sezin 

1935’ten 1953’e kadar olan dönemde tiyatro egemenliği altındaki sinemanın parlayan yıldızı Cahide Sonku’dur. Ertuğrul sineması olarak adlandırılan bu devrin kapanışı ve sinema oyuncuları sineması, bilhassa yıldız oyunculuğu fenomeninin kapısını aralayan film, Vurun Kahpeye (1949), bu filmin baş rol oyuncusu Sezer Sezin de sinemamızın ilk kadın yıldızıdır. Sezer Sezin sadece yıldız olarak değil, sinemaya yapımcı olarak, genç ve yetenekli oyuncu ve rejisörler kazandırmış, sinemaya yön vermiş büyük bir sanatçıdır. Yaşayan en eski oyuncularımızdan biridir.

Röportaj: Mutlu Haner
Güney Dergisi

2111690cookie-checkSinema aşkım bir ömür boyu sürdü

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.