Sınıf tavrı toplantısından notlar

Dün, 27 Aralık Pazar günü Sınıf Tavrı dostları olarak yararlı bir toplantı yaptık. Bu toplantıda emekçilerin, yani hepimizin karşı karşıya olduğu sorunların bir kısmını tartıştık ve bazı güzel kararlar aldık. Tartışmalarda şu tablo bir kez daha ortaya çıktı ki, emekçiler olarak hepimiz, farklı derece ve şiddetlerde olmak üzere, fevkalde ciddi sorunlar içindeyiz ve sorunlar, maalesef, giderek derinleşip koyulaşmaktadır. Toplantıyı, bir toplantı tutanağı gibi değil, fakat dikkatimi çeken bazı konular itibariyle sizlere bu yazıda aktarmak itiyorum. 

Bu yazıyı okurken, belki de asgari ücret komisyonunda karar verilmiş, sendikaların bazı itirazlara rağmen kabul edilmiş ve asgari ücret tartışmaları da böylece sonuçlanmış olmuştur. Konuşmalarda da az çok miktar üzerinde bazı tahminlerde bulunuldu, bakalım emekçi kesimden gelen arkadaşlarımızın öngörüleri ne kadar tutacak, göreceğiz! 

Değerli dostlar, asgari ücret tam bir aldatmacadır. Asgari ücret, bir yanı ile emeği kendi üretimine ve emek gücüne yabancılaştıran, böylece adeta parçalanmış kişilik yapısı oluşturan ve bu süreci fark edilemez bir işkence modelinde işleten bir sistemdir. Asgari ücret görüşmelerinin bu denli uzatılması da karşılıklı bilek güreşi yapıldığı ve emekçi dostlarımızın mücadele sonucunda “hak ettiklerini” (!) aldığı düşüncesi yaratmaya yöneliktir. Asgari ücretin yüksek olması emekçiye de yarar, üzerindeki vergi nedeniyle devlete de. Peki, durum böyle ise, nasıl oluyor da devlet oyunu aldığı ve ‘yüzü suyu hürmetine’ iktidar sarayında oturduğu emekçinin yanında değil de, sermayenin yanında durmaktadır? Bunun yanıtı çok açıktır; şöyle ki, tüm üretimi emekçi dostlar gerçekleştirdiği halde, üretilen değere el koyan patrondur. Patron emekçi sömürüsü üzerinden palazlanırken aynı anda da siyasi yapıya kafa tutabilecek güce ulaşmaktadır, çünkü bu yolla patron adeta ekonomiye hâkim konumdadir. Özelleştirmelerin nedeni buralara kadar uzanmaktadır. İşte emekçinin güç kaybettiği yer burasıdır; emekçi üretimin büyük bölümünü patrona bırakarak, onun giderek güçlenmesine ve yükselen gücü ile tüm ekonomik yaşama hâkim olmasına ve büyük oranda emekçi oyu ile iktidara gelen siyasi yapıya hükmedebilmesine yol açmaktadır. Bu hikâye bugünden başlamayıp, geçmişe, emekçinin bugün hayatta olamayan baba ve dedelerine kadar uzanmaktadır. Emekçi dostumuz atalarının kabri başında onlara dua ederken, niçin bu makineleri üretip de patronlara verdiğini, bugün de torunu olan kendisinin işsiz kalmasına yol açtığını sormayı düşünmemektedir. Makine ya da günümüzün hâkim konusu olan robotlar ya da yapay zekâ konuları hiç de fena olmadığı gibi, tam tersi, olumlu kullanıldığında insanlığa hizmet eden bizzat emek üretimidir. Bu sistemler devreye girdiğinde ve yaygınlaştığında tabiatıyla bir iş yapmayıp, zamanımızı kültür ve sanat faaliyetleri ile geçirebileceğiz. Peki, öyleyse bu muazzam olanaklardan niçin korkuyoruz. Aslında korktuğumuz robotlar ve yapay zekâ değil, korktuğumuzu bunların bizi işsizliğe ve yoksulluğa sürükleyeceği sistemin mülkiyet biçimidir. O nedenle, mülkiyet tartışması yapılmadan ne robotlardan ne de ileri düzeyde yapay zekâdan ahkâm kesilebilir. Oysa bugün bu tür gelişmelerden ürküyoruz, zira işsiz kalacağımızdan korkuyoruz. Ne hazindir ki. kapitalizmin iş ve aşı yanyana bizlere öğretmedeki başarısını dahi anlayamıyoruz!

Asgari ücretten buralara kadar geldik, bence iyi de oldu. Asgari ücret tam bir yüz karasıdır. Asgari ücret kandırmacası, bir yanı ile emekçiyi koruyucu sahte görüntü verirken, diğer yanı ile de aslında sermayeye birikim yapma yolunu güçlendirmektedir. Böylece, devletin, sistemi meşrulaştırma ve sermaye birikimine katkı yapma işleviyle birlikte ve anlaşılmadan, sermaye lehine yürütülmektedir. Asgari ücret, hesaplanma biçimi ile de emeğin tedricen yoksullaşmasına yol açan ve onu insani yaşam hakkından giderek uzaklaştıran bir zulüm aracıdır. Bir de üzerindeki vergi iyice durumu kamburlaştırmaktadır. Patron yüzsüzce asgari ücret üzerindeki vergiyi kendilerinin ödediğini söylerken o da sistemin yalancısı olmaktadır. Şöyle ki, asgari ücret üzerindeki vergi aslında üretim maliyeti içinde tüketiciye yansıtılmakta ve patron üzerinde kalmamaktadır. Emekçi dostlarımız ekonomiyi kendilerinin ürettiğini, fakat ikinci aşamada üretim dışına atıldıkları, tüketim olarak da ürettiklerinden çok az, ancak geçimlik pay aldıklarını haykırmalıdır. Emekçilerin haykırış gücüne ulaşması yaygın işsizlikte zordur, ama şunu unutmayalım ki, mücadelede iş içinde ya da dışında kalan tüm potansiyel emekçiler güçlerini birleştirirse, kazanılacak zafer tüm emekçilerin olacaktır.

Bölme-parçalama, böylece kafayı karıştırma ve mücadeleyi güçleştirme sistemin inanılmaz güçlü psikolojik mücadele aracıdır. Bu nedenle, kapitalizmi hiçbir alt ayırıma gitmeden, bir bütün olarak alıp, mücadeleyi sisteme yönelik olarak yürütmek kaçınılmazdır. Deprem bilimcilerin yerkabuğu için söyledikleri kapitalizm için de geçerlidir. Şöyle ki, nasıl ki, yeryüzü fark edilemez yavaşlıkta daima sarsıntı içinde imiş, kapitalizm de her işleyişinde potansiyel kriz üretir, gelir dağılımını bozar ve sömürüyü derinleştirir. Zaten yaşanan krizler de uzun erimli birikimlerin anlık patlama şeklindeki yansımalarıdır. O nedenle, sistemi kriz ya da çöküş anları ile değil, bir bütün olarak ele alıp, saldırı ya da savunmayı ona göre yapmak, uyumamak gerekir. Bunun, tersinden çok tipik örneğini de sosyal demokrasi yalanlarına emekçilerin ve tüm halkın inanılmaz şekilde kanması ve teslim olması oluşturur.    

Dünkü toplantıda konuşulan diğer önemli konu da, emekçi dostlarımızla birlikte yürütülecek eğitim ve tartışma seminerleri oldu. Bu alan, hepimizin bilinçlenmesi ve örgütlenmesinde çok daha ileri düzeylere yürüyerek, hem kendimizi hem de ezilen tüm halkımızın kurtuluş yolu olacaktır. Eğitim, tartışma ve bilinçlenme olmadığı durumda yaygın olarak emekçiler aldıkları ücreti gerçekten hak ettikleri, fazlasına uzanmamaları gerektiği konusunda yanlış bilinç geliştirerek, mücadelede geri durmaktadır. Nitekim her mücadele sonucunda patrondan kopartılan en ufak parça zafer olarak algılanmaktadır. Hâlbuki bu parça zafer olmadığı gibi, sömürüldüklerinin ancak bir kısmıdır, bir parçalık sus payıdır. Konuya kapsamlı bakılabilmesi için hepimizin, tüm emekçilerin ileri düzey okuma, çalışma ve tartışma yaparak zihni faaliyetlerimizi artırmamız gerekmektedir. Aksi halde, üretim aşamasındaki yerine göre oluşacak bilinç düzeyi emekçi insanımızı devamlı sömürü altına tutacak, üstelik yanlış bilinçlenme nedeniyle bu durum algılanamayacaktır. Umalım, eğitim, tartışma ve bilinçlenme faaliyetleri arzulandığı şekilde ilerler ve bu nesilde derhal sonucunu almak fazla olası olmasa da, gelecek nesilleri daha aydınlık ve bilinçli ekonomik ve sosyal ortama taşır. 

Önemli bir konu da, içinden geçtiğimiz pandemi döneminde emekçilerin karşı karşıya kaldığı inanılmaz haksız ve ilgisizlik durumlarıyla alakalıdır. Pandemide patronlarla emekçilerin nasıl farklı durumlar yaşadıkları ve kimlerin salgınla can pahasına karşı karşıya kalmak durumunda oldukları herkesin malumudur. Bunlar da konuşuldu toplantıda, ama buralar hemen herkesin malumudur. Bunun ötesinde toplantıda konuşulan ve bence alınan güzel kararlardan biri de aşı konusunda aynen sağlık emekçileri gibi tüm emekçilerin öncelikli aşı olmasının şiddetle savunulması ve bunun kamu otoritelerince kabul edilmesidir. Zira çalışma yerlerine gidiş geliş koşulları, çalışma koşulları ve yemekhanelerdeki görüntü fevkalde ürküntü vericidir. Canı pahasına çalışma ile aç olarak ölme riski ile karşı karşıya bırakılmış olan emekçilerin öncelikle aşılanması olmazsa olmaz koşul olarak kabule edilmeli ve bu yönde uygulama yapılmalıdır. Böylece emekçilerimizi, patrona sömürü payı üretme yarışında hiç değilse kısmen de olsa hastalıktan ve yaşamını yitirme riskinden uzak tutmuş oluruz. Aşı bireysel bir ürün gibi algılansa da, salgınlar döneminde hele de salgına rağmen çalışma zorunda olan emekçiler için hiç de bireysel konu olmayıp, tüm koşullarıyla tamamıyla kamusal bir meselesidir. Sağlık emekçileri ve tüm emekçiler bu süreçte eşit muameleye tabi tutulmalıdır. 

Bugün yaşadığımız olumsuz, hatta giderek koyulaşan acı tablo, anlık durum olmayıp, uzun süre içinde kapitalizmin sürükleyerek ülkeyi getirdiği noktanın farklı alanlarda patlamalar şeklindeki görüntüdür. Bunlardan biri de, Özal dönemi ile başlatılan AKP döneminde hızlandırılarak adeta ülkeyi satışa çıkarma mantığı ile sürdürülen hızlı özelleştirme uygulamalarıdır. Başka bir yazıda etraflıca açılması gereken özelleştirme, salt özel kesime ucuza kaynak aktararak, birincil kaynak yaratma hesabından ibaret olmayıp, iltisakları halinde günümüze kadar yansımış, daha ileri nesillere de yansıyacak olumsuzluklar taşıyan emperyalist yanlı politik tercihtir. Burada şu kadarını belirtmekle yetineyim ki, bugün emekçilerin örgütsüz, parçalanmış ve olumsuz durumda olmalarının bir sebebi de özelleştirmelerdir. Başka açıdan bakarsak, özelleştirmelerin dayatılmasının bir dizi sebebi yanında bir sebebi de emekçileri parçalanmış ve örgütsüz olarak sermayenin önüne koymak idi. Ne hazindir ki, emekçi oylarının vardığı ve yarattığı hazin tablonun bir görüntüsü de budur!

Değerli emekçi dostlarımız, bir yılı daha geride bırakıyoruz. Önümüzdeki yılda ve yıllarda daha müreffeh ve sağlıklı bir yaşam diliyorum. Ancak cennette olmadığımıza göre, bu güzellikler önümüze koyulmayacaktır; bunları biz iş yerlerimizde, seçim sandıkları başında, tabandan bilinçli yönetime başat demokratik örgütlü yönetim biçimi ile gerçekleştireceğiz! 

2479530cookie-checkSınıf tavrı toplantısından notlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.