İNGİLTERE… Siyaset ana renklerine dönüyor

Referandumun politik sonuçlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Kazanan taraf, sevinemedi; kısa vadede istediğini aldı ama, geleceğini garantileyemedi. Kaybeden taraf ise, yasadışı bir rejimin meşrulaşmasına engel olamadı, ama gelecekle ilgili umutlu çıktı. Diğer bir deyişle, siyaset ana renklerini buldu. Şimdi ise, bu ana renklerden hangilerinin birbirleriyle karışacağı ve geleceğe nasıl bir renk vereceği sorusu önümüzde duruyor.

Şimdi ne olacak? sorusunun, kurallarını iktidarın koyduğu ve işine gelmediği zaman da değiştirdiği, kazananın  önceden belli olduğu, katılmakla ‘oyun’a baştan onay verdiğimiz referandum ertesinde, seçimlerle ilgili şaibeleri bir tarafa bırakırsak, (çünkü, “Atı alan Üsküdar’ı geçti”) AKP iktidarı açısından yanıtı açık: Saray diktası, önümüzdeki dönemde anayasal düzenlemelerle hızla rejimi değiştirecek, yasadışı rejimin yasal kılıflarını hazırlayacak, toplum mühendisliğinde yarım kalmış veya toplumsal tepkiler nedeniyle atamadığı adımları artık meclise bile sormadan atacak ve bu değişimlerin toplumda ortaya çıkaracağı gerilimleri “yumuşatmak” için de baskıları artıracaktır.  Paradoksal olarak, rejim karşıtı güçlerin umudu tam da buradan kaynaklanıyor: Yani, artık yönetenlerin, kaçınılmaz olarak, giderek derinleşen bir yönetme sorunuyla karşılaşmaları ve  diğer yandan da, yönetilmek istemeyenlerin saflarında, zorunlu bir yakınlaşmanın ortaya çıkmasından.

Gönüllü birleşmeyenleri faşizm birleştirir

Referandum süreci Türkiye demokrasi güçleri için yaşamsal bir deneyim oldu. Sapla saman açığa çıktı ve çıkıyor.

* Referandum süreci ve sonuçları, kimlik politikalarının sadece iflasını değil, ne kadar tehlikeli olabileceğini açıkça gösterdi. Siyasal islam, tüm ülkeye kendi realitesini dayatarak, dolayısıyla, diğer kimlikleri dışlayarak, kimlikler üzerinden siyaset yapanları da istemeden de olsa aynı muhalif konumlarda birleştirdi.

Sınıfsal farklar üzerinden ortaya çıkan maddi çeilişkiler, kimlikler üzerinden kurulan fantezi toplum projelerinin geleceği olmadığını ortaya çıkardı.

* Faşizmin, sanıldığı gibi, tarihin kitapları arasına gömülmediğine, (ya da sadece apoletlilerden gelmediğine!) onun her zaman sotada gözlerini açmak için uygun koşulları beklediğine ve toplumların en kırılgan anlarında farklı formlarda tekrar yaşam bulduğuna tanık olduk.

* Referandum süreci, en sağdan en sola, farklı kutuplarda yer alan, kültür ve kimlikleri bile (MHP tabanı ve HDP gibi) aynı hedefe kilitledi. Bir arada görünmenin verdiği utanmayla, herkesin ‘hayır’ı ayrıdır denmesine rağmen, gerçekte referandum sürecinin açığa çıkardığı, ayrılıklar değil, birlikteliklerdi; faşizmin insanları birleşmeye zorlamasıydı. Ve ideolojik anlamda da, demokrasinin olmadığı bir yerde “özgürlükler” (kimlikler zemininde) savaşımının verilemeyeceği gerçeğiydi.

Büyük şehirlerdeki ‘hayır’ oranlarının, genel seçimlerde AKP’nin aldığı oy oranlarını aşması bu gerçeğin somut bir deliliydi. Şehirlerde ortaya çıkan toplumsal-sosyal ve kültürel yapılanmaların (Toplumsal çelişkilerin daha net görülebildiği alanlar olarak) kimlikler üzerindeki etkisi bunun tipik bir örneği olarak sonuçlara yansıdı. Bir arada yaşamanın ortaya çıkardığı ‘sürtüşme’lerin, kültürel farklılıkların, politik ortaklıkların önünde bir engel olmayacağını gösterdi.

* ‘Evet’i garantilemek için neredeyse kendini peygamber ilan eden bir “Reis” bile AKP sıralarını tam olarak konsolide edemedi. Siyasetin, dinin ötesinde bir şeyler içerdiğini farketti bazı AKP seçmeni.

* Tüm DNA benzerliklerine rağmen MHP, Tayyip Erdoğan’ın  egosuyla paralel büyüyen politik hedeflerinin belirsizliğine, bir de kendi yönetim sorunu (Bahçeli) eklenince dağılma noktasına geldi. Devlet Bahçeli’nin dışında yeni bir parti kurmak veya yeni bir lider bulma ikileminin de ötesinde, ‘Yeni Türkiye’yle birlikte onların da politik hedeflerini gözden geçirmeleri kaçınılmaz bir gerçek oldu.

* Parti içindeki bazı muhalif sesler hariç, her yediği tokattan sonra diğer yanağını dönmeyi bir ‘ilke’, AKP iktidarının her gerici adımından sonra bir önceki konumunu savunmayı kendine  ‘strateji’ edinmiş CHP, resmi yönetim ve politikalarının nasırlanmış unsurlarının kesilip atılma zamanı geldiği görüldü.

* Kürt halkı içinde, sınır ötesinde Barzani ve içerde Hüda-Par gibi muhafazakar örgütlerin ve Osman Öcalan’ın ‘evet’ kampanyalarına rağmen ‘hayır’ eğilimi öne geçti. Ancak, ihtiyatlı ve utangaç bir ‘hayır’dı bu.  Referandum bir genel seçim değildi; rejimin yeniden yapılandırılması, cumhuriyetin varlığı oylandı. Bu bağlamda, ‘hayır’,  güney-doğuda istenilen, beklenen düzeyde ‘kararlı’ değildi. Son altı ayda Saray’ın adamlarının tanklarla girdiği, uçaklardan bombalar atıldığı, yasal seçilmiş belediye başkan ve milletvekillerinin, parti yöneticilerinin tutuklandığı şehir ve beldelerde ‘hayır’ oylarının daha yüksek olması beklentisi gerçekleşmedi. ‘Hendek savaşları’nda insanlar ölürken sessiz kalıyorlar, diye eleştirdikleri batıdaki ‘hayır’ oranlarına ulaşmakta bile zorlandı bazı doğu illeri.

Bu eğilimin arkasındaki gerçek düşünce ‘hayır’ oylarında değil, ‘evet’ oylarında kendini gösterdi. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde, önceki seçimlerde AKP ve MHP oylarının toplamı üzerinde ‘evet’ çıkması, Kürtlerin hala, Kürt sorununu ancak Tayyip Erdoğan’ın çözebileceğine, başkanlık sisteminin kendilerine bölgesel özerklik getireceğine inandıklarını gösterdi. Bu eğilim belki de, Saray’ın burun farkıyla ipi göğüslemesine yardımcı oldu.

Umalım ki, yaşanan deneyim, Kürt halkına, etnik kökenlerinden kaynaklanan hak ve özgürlük savaşımlarını da  kapsayan bir üst siyasetin var olduğunu göstersin. Bu temelde referandum süreci, HDP’nin önüne net bir ikilem koydu: ya Kürt sorununu, sınır ötesine, ‘Pan-Kürdist’ bir zemine ihraç eden ve bu uğurda herkesle ittifak yapılabilen PKK’nin etki altına girecek, ki bu önümüzdeki dönemde eyalet sisteminin gündeme gelmesini ve ülkeyi  topyekün bir çatışma durumuna getirmesi sözkonusu, ya da çözümleri, tekrar ülke sınırları içine taşıyıp, Türkiye’deki demokrasi savaşımına entegre olacak.

***

Başkanlık anayasasına bıçak sırtında verilen onay, bu sistemin hayata geçirilmesinde şiddet ve baskıyı kaçınılmaz kılıyor. İktidarın kendini meşrulaştırması görünüşte güçlenmesinin, ama aynı zamanda da kırılgan bir duruma gelmesinin koşullarını yaratıyor. Bu kırılganlık sadece iktidarla sınırlı değil; muhalefetin bu süreçten çıkardığı derslerle değişebilme yeteneğini göstermesi bu kırılganlığı derinleştirmesine de bağlı. Aksi takdirde iktidar, geçmişte yaptığı gibi yine geçici müttefiklerle (sol-Liberaller, MHP örneğinde yaşadığımız gibi) engelleri aşmayı bilecektir.

Sonuç olarak, herkesin siyasi rengini açıkça ortaya koyduğu, koyması gerektiği bir döneme girdik. Türkiye’deki siyasi hareketleri renklerle tanımlarsak şöyle bir spektrum yaratabiliriz:

Sarı: ‘Saray’ın merkezinde olduğu AKP iktidarı ve MHP’nin destek veren kanadı.

Kırmızı: CHP’den geleneksel sola kadar uzanan kesim.

Mavi: Kürt halkının temsilcileri olan siyasi hareketler, HDP vb.

Ana renklerini bulan siyasetlerin hangi siyasetlerle birliktelik yapacağı geleceğin bürüneceğini renkleri de belirleyecek: “sarı” ve “mavi”nin karışması sonucu ortaya çıkacak ‘yeşil’, bir kabus yaratabilecekken, “kırmızı” ve “mavi”nin karışmasıyla ‘mor’, demokrasinin yolunu açabilir.

 

 

2082250cookie-checkİNGİLTERE… Siyaset ana renklerine dönüyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.