Siyasetin hırsını anlamalıyız!

Günümüzün neoliberal akımında, insanlar hırs, heyecan ve korkuyu yaşamaktadır. Günümüz iş dünyasında insan davranışının temelini, maalesef, güvensizlik ve korku oluşturmaktadır. İstihdamın giderek daraldığı, hemen her alanda esnek üretim ve güvencesiz istihdam ortamının yaygınlaşması bireyde derin korku ve güvensizlik hissi yaratmaktadır. Güvencesiz çalışma (prekarya) ve her an işten atılma korkusu birey psikolojisinde tedirginliğe yol açmaktadır.

Korku, üst kademelere doğru kölelik, alt kademelere doğru ise hırs ve şiddet şeklini almaktadır. Bunun nedeni, alt kademelerden geleceklerin üst kademelere potansiyel aday olmaları, üst kademeye itaatsizliğin ise her an işten atılma riski taşıyor olmasıdır. Böylece, iş dünyasının en alt kademelerinden yukarıya doğru yükseliş merdiveninde yer alan genç bireyler, ezilme-hırslanma güdüsü ile terbiye edilip bilenerek, ancak böylesi insanlık dışı kepaze meziyetlerde en usta olabilenler üst kademelere kadar çıkıp, böylesi insanlık dışı rezil davranışın şahikasını sergileyebilmektedir. Kapitalizmin giderek sıkışması ve kar sıkışmasının ilk yansıtılma yerinin istihdam alanı olması, iş yaşamını cehenneme çevirmekte ve psikolojik patoloji ve travmalara neden olmaktadır. Geçmişte de olmakla beraber, özellikle günümüz koşullarında iş dünyasının birey psikolojisi üzerindeki yıkıcı ve travma yaratıcı etkisi iktisat psikolojisi inceleme alanında büyük yer tutmaktadır.

İş dünyasında sınıflara arasındaki çatışmalarda yaşanan patolojileri, maalesef, günümüzde siyaset alanında da görmekteyiz. Nitekim, parlamentonun, zaman zaman bazı uzak doğu ülke parlamentolarını aratmayacak nahoş manzaralara sahne olması, iktidarın sertleşmesi ve hata kabul etmez egemen tavrı hep çıkar muhafazası davranış koduyla açıklanabilir. Söz konusu davranış kodunun şifresi, kazanımın büyük olduğu yerde kaybın da büyük olacağıdır. Farklı alanlar olması hasebiyle, ilk bakışta ekonomi alanındaki davranış patolojisinin siyasette yerinin olmadığı düşünülebilir. Zira iş dünyasında yenilgi çok ciddi kayıplara yol açabilirken, siyasette yenilginin belki parti ya da kurumsal dokuyu etkiler, ama kişisel servetlerde etki yapmaz(mı!). Siyasete yapışmanın yanında, siyasal icraatın kamusal denetimden kaçırılması, hatta ileri dönemlere yönelik kamusal-yargısal denetim yollarını kapatacak usulsüz yönetsel ve/veya yargısal operasyonlara girişmenin arasında da bir illiyet bağının olması gerekir. İlk bakışta anlaşılamaz olan böylesi ilişkiler ağının ve bunun üzerinde yükselen kişisel ve partisel davranışsal patolojinin tek açıklaması, iktidarın kaybedilmesi durumunda uğranılacak kişisel, ailesel ve yakın çevresel büyük zarar ve hukuksal sorumluluk olsa gerek. Böylesi büyük olası maliyet ve yıkımdır ki, günümüz iktidarına iktidarda kalmanın tüm yollarını meşru kılmaktadır.

Bu süreç salt iç siyasetle açıklanamaz; emperyalistler de oyunda rol almaktadır, hatta giderek başat rollere yönelerek. Türkiye’nin siyasi temelleri sarsılmaktadır. Bunun en belirgin görüntüsü formel anayasa çalışmaları sürdürülürken aniden komisyon çalışmalarının durdurulması, hatta bunun komisyonun çalışma ve dağılma protokolü ile uyuşmaz bir şekilde ve iktidar partisi tarafından gerçekleştirilmesi oluşturmaktadır. Defalarca bu ortamda tartıştığımız gibi, hiçbir anayasayı asker yapmaz ve yapmamıştır. Kapitalist sistemde askerin arkasında, darbelerde de anayasa inşasında da, daima sermaye vardır. Nitekim 1961 Anayasası da 1982 Anayasası da dönemin iç sermayesi ve emperyalizmin çıkarı doğrultusunda yapılmıştır. Tasavvur edilen anayasa da neoliberal dönemde emperyalizmin zirvesine ulaşmış uluslararası sermayenin talep ve çıkarlarına göre yapılacak idi. Bunun işaretleri de AKP ve yandaşlarının topluma zerk etmeye çalıştığı “ideolojisiz anayasa” görüşü ve değiştirilemez anayasal ilkelerin kaldırılması dayatmasıdır. Böylece, ulus devlet tartışmaları da dahil olarak, sosyal devlet, laik devlet ve hukuk devleti ilkeleri ve güçler ayrılığı ilkesi kökten değiştirilecek idi. Bu denli emperyalizm damgalı bir anayasayı AKP parlamentoda tek hakim parti olarak yüklenerek, böylesi bir tarihsel leke almak istemedi. Bu durumda, önümüzdeki seçim ertesinde mutasavver bir sağ koalisyonla böyle bir anayasa kotarılacak ve bu da topluma bütün ulusun arzusu olarak yutturulacaktır. Ana muhalefet partisinin akıl almaz manevraları ve AKP’nin oy kaybı gidişatın bu yola sürüklenildiğini işaret etmektedir.

Böyle bir anayasa ideolojisiz değil, kişiliksiz olacaktır. Emperyalizmin siyasi lidere vereceği emrin hiçbir toplum katmanı tarafından algılanıp itiraz edilmesin diye, tüm kamusal ve özel aygıtlar pasifize edilecek ve ruhsuzlaştırılacaktır. Şimdilerde pek anlam yükleyemediğimiz, önce yürütmenin yasamaya hakim kılınması, zamanla parti başkanının bürokrasiyi de kendinde toplaması, güçler ayırımı ilkesinin ortadan kaldırılmaya çalışılması, yargı ve sair kamu kurumları üzerinde yürütülen operasyonlar, üniversitelerin teslim alınması, medyanın yandaşlaştırılması vb gibi tüm kurumların içinin boşaltılarak işlevsizleştirilmesi ülkenin suhuletle emperyalizme teslimi süreçleridir.

Bu süreçte sağ partilerin rolü sadece gidişatı yağlamaktan ve aldatıcı bazı marjinal önlemlerle toplumda işlerin düzeltildiği imajını oluşturmaktan öte görülemez. Çünkü, bu gidişat salt AKP’nin eseri ve iradesi olarak görülemez. AKP bu sahnede özel ve güzel bir rol üstlendi. Nitekim, “AKP Yeni Dünya Düzenini iyi okudu” ifadesi, partinin üstlendiği rolü iyi oynadığı anlamını taşıyordu. Siyasetin hırsını ve bu hırsın emperyalizm tarafından, biraz denetlenmesi koşulu ile, devamının arzulanır olmasını artık anlamalıyız. Böylesi derin görüntü ancak Sol felsefe ve mantıkla anlaşılabilir.

1596330cookie-checkSiyasetin hırsını anlamalıyız!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.