Sloganların sakladığı gerçekler

Amerikalıların “Demokrasi ve barış” vaatleri gerçeği görmememizi perdelemişti. Savaşın, işgalin ne büyük bir bela olduğunu bilmeyenler, yaşananları bir filmin kareleri gibi izlemişlerdi. Garip kılıklı askerler, son sistem savunma silahları, acayip araçlar eşliğinde sanki Irak, Hollywood’un film yapımcılarına mekan oluyordu. İlk bombalar atıldığında, ilk çığlıklar yükseldiğinde bir daha dinmemecesine artarak sürdü. Nerde biteceği ise meçhul. Bugün haberleri izlerken Irak’ta yaşananları sanal bir şey sanıp ilgimizi kesiyoruz. On kişi öldü, elli kişi, yüz kişi…ne denirse densin; usulen de olsa acıyan sözler söyleyemiyoruz. Savaş böyle bir şeydir, sadece acıları çoğaltır, ağlayacak, acıyacak takat dahi koymaz insanda.


Son bir aydır Güneydoğu’dan gelen haberler, peş peşe yaşanan ölümler, bana Irak’takine benzer bir şeyi çağrıştırıyor. Bir an “Alışıyoruz” diyorum kendime. Bu ölümler arttıkça bir süre sonra kulaklarımız duymamaya, yüreklerimiz hissetmemeye başlayacak ve aktörlerin istediği noktaya gelecek iş. O saatten sonra kaç kişinin öldüğü, niye öldüğü, nasıl öldüğünü soran kalmayacak. Ateş, düştüğü yeri yakacak, ağlarsa anası ağlayacak yitip gidenlerin arkasından. Yaralı eşler, boynu bükük masum yavrular…Bir de bu acıyı oya dönüştürme derdindeki kan tacirleri… Bir yer gelecek ki yorulacağız, hissetmemeye, anlamamaya başlayacağız. Basiretlerimiz bağlanacak. Anlayacağız ki, bu oyunda bize ölmek rolü verilmiş.


Alternatif çözüm önerleri her defasında “vatan hainliği” duvarına toslayıp söyleyeni anasından doğduğuna pişman edecek. Halkın “Bunun bir başka yolu yok mu?” feryadı karşısında sloganlar saklayacak gerçeği. Yaralı yürekler, evlatlarını son yolculuğuna uğurlarken gazete manşetleri eşlik edecek isyanlarına ve “hainler!” diye haykıracak. Adeta her zayiatın ardından bir fatura da , “Bu kan dursun” diyen sağduyu sahiplerine kesilecek.
Ölenlerin ardından suskun, kederli gözlerle bakıp duracağız. Hükmümüzün ne olduğunu çok acılar çekerek öğreneceğiz sonunda. O vakit ne hissettiğimizin bir önemi olmayacak çünkü plan tamamlanmış olacak.


Tezkeresine sayılı günler kala ailesine hayat dolu mektuplar yazan gençlerin ölümü karşısında söyleyecek söz bulamıyorum. O anneleri, babaları izlemek herkes kadar beni de rahatsız ediyor, kahroluyorum…Ama bir başka şey var ki, onu anlamaya aklım, izanım elvermiyor: Nasıl olur, böyle büyük bir felaket üzerinden politik hesaplarla bu insanlar suistimal edilebilir? “Senin çocuğunun ölümüne şu hainler sebep oldular” dedikten sonra, “Seni en iyi biz anlarız, bizim partimize gel” denebilir?


Bu bir cehennemdir! Bu bir körler, sağırlar diyalogudur. Kimse konuşmaya cesaret edemiyor, oysa yaşananlar o kadar açık ki, tevile ihtiyaç yok! Peki nedir sorun? Basiretler bağlanıyor, peş peşe gelen bunca ölümden sonra bir çaresizliğe dolanıyor insan. Gideceği yönü, atacağı adımı hesap edemiyor kalabalıklar ve bir anda içi boşalıyor.


Yaşadıklarımız Irak’ı anımsatıyor her defasında. “Böyle başlamıştı” diyor içimdeki ses. İlk bombalar atıldığında, ilk çığlıklar yükseldiğinde söz de anlamını yitirir. Ve bir yer gelir ki, görmemeye, hissetmemeye başlar insan. Ateş düştüğü yeri yakar. Çaresizlik içinde kendisine biçilen rolle yüzleşip, “Bunun bir başka yolu yok mu?” sorusunu sorma noktasına gelindiğinde taşlanacak hain de kalmaz. O gün gazeteler bir başka atarlar manşetlerini.

700500cookie-checkSloganların sakladığı gerçekler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.