Sürecin bitmesi ve AKP ile KCK’nin dansı

ÇÖZÜMSÜZLÜK SÜRECİNİN BİTMESİ VE AKP İLE KCK’NİN DANSI

Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesi için tam 12 yıldır AKP’ye büyük şanslar ve olanaklar tanıdı. İslamcı hareketin iktidarlaşmasında Kürt Hareketinin izlemiş olduğu politikaların belli bir etkisi olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. AKP ise demokratik çözüm sürecini geliştirmek için politik adımlar atmak yerine, kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve sistem içerisindeki güç ilişkilerini kendi lehine dönüştürmek için bu süreci çok yönlü kullanmaya devam ediyor.
AKP ile Gülen Cemaati ittifakı, generallere karşı güçlü bir pozisyonda olmak ve iktidar gücünü pekiştirmek için PKK’nin sayısız kez uygulamaya koyduğu tek taraflı ateşkeslerine onay verdi. Oslo görüşmelerini de bu sürecin bir halkası olarak değerlendirdi. Aynı şekilde, bugün, Gülen Cemaati’yle iktidar savaşına tutuşan Erdoğan, ateşkes sürecinin kendi politik çıkarlarına uygun olduğunu düşünerek en azından seçimlere kadar mevcut durumun korunmasından yana görünüyor.
Bugün ortaya çıkan politik tablo bize neyi gösteriyor?

ABD ve AB, sadece Güney Kürdistan için değil aynı zamanda Rojava için de ciddi bir strateji oluşturuyor. PYD ile yakınlaşmanın doğal olarak PKK ile yakınlaşma anlamına geldiği bütün politik analizcilerin gördüğü bir realitedir. PYD’nin terörist görülmemesi, PKK’nin önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ‘terör’ listesinde çıkartılması anlamına geliyor. Dikkat edin, ABD, 15 yıl önce birbirleriyle savaş halinde olan Barzani ve Talabani’yi zorla bir araya getirip Güney Kürdistan’ın oluşumunu sağladı. KDP ve YNP’yi ise daha üç ay önce “terörist” listesinde çıkardı.

IŞİD’in Rojava’da bütünüyle tasfiyesine paralel olarak, uluslararası güçler, hem Rojava’nın politik statüsünü tanıyacaklardır, hem de ekonomik olarak destekleyeceklerdir. Güney Kürdistan hükümeti, özellikle ABD’nin desteğini arkasına alarak bu süreçte çok daha ciddi bir rol oynayacaktır.

Uluslararası ve bölgesel güçlerin, artık PKK ile doğrudan diplomatik ilişkilere girme kararı aldıklarına dair çok sayıda veri bulunuyor. IŞİD karşısında ciddi askeri bir başarı elde eden PKK’nin politik olarak kabul görmesi artık bir zorunluluk haline gelmiş bulunuyor. Küresel güçlerin aşamalı olarak PKK ile diplomatik ilişkilere girmesi, PKK’nin bölgesel konumunu çok daha fazla güçlendirecek ve bölgesel denklemin oyuncularından biri olacaktır. PKK’nin hiçbir kaygı taşımadan, diplomatik görüşmelere olumlu yanıt vermesi ve hatta koşulları varsa bunu alenileştirmesi, özellikle Türkiye’deki çözüm süreci bakımından da önemli bir avantaj sağlayacaktır.

Kürt hareketini bastırma hazırlığı

Bölgesel gelişmelerin Türkiye için bir dezavantaja dönüştüğünün farkında olan AKP hükümeti, iç politik dengelerdeki gücünü korumaya özel bir önem veriyor. AKP bölgedeki gelişmelerin kaçınılmaz ve zorunlu olarak Türkiye’nin içteki dengelerini ve özellikle Kürt sorununu doğrudan etkileyeceğini gördüğü için savaş yasalarını uygulama koyma kararı aldı. Kabul edilen ‘Güvenlik Yasası’ esasen Kürtlerin politik haklarını savunmak için başvuracakları toplumsal direnişleri engellemeye yönelik bir yasadır. Göstericilerin eylemlerde yüzlerini kapatmasının yasaklanması, makul şüpheli yasasının çıkartılması, sanıldığı gibi Gülen Cemaati’ne yönelik değildir. Cemaat bütünüyle tasfiye olsa dahi, hiçbir şekilde devletle bir çatışmaya girmez. Çıkartılan bütün yasalar öncelikli olara Kürt hareketinin ve sisteme muhalif demokratik güçlerin tasfiyesine yöneliktir. Devlet, 6-7 Ekim 2014 tarihindeki toplumsal ayaklanmayı da aşabilecek olası bir halk hareketini bastırmak için çok kapsamlı bir hazırlık yapıyor.

Örneğin herkes Cizre’yi konuşuyor. PKK’nin burada özerklik ilan edileceğine dair devletin psikolojik savaş aygıtları tarafından geliştirilen propagandanın politik arka planı son derece tehlikelidir. Gençlerin iki mahallede yapmış oldukları eylemlerin bir özerklik provası olmayacağını herkes biliyor. Cizre’de yaşananlar devletin uygulamak istediği savaş konseptine yönelik hazırlıklardır. Devletin, Kürt Hareketine yönelik yaşama geçirmek istediği savaş konseptinde; binlerce insanın öldürülmesi ve on binlerce insanın tutuklanması planı var. Hazırlanan bu savaş/katliam konseptinin yaşama geçirilmesine ihtiyaç duyulduğunda, Cizre, bir deneme alanı olarak kullanılacaktır. Cizre’de gizemli olan hiçbir şey yoktur. Devletin Özel Kuvvetleri, kontrgerilla güçleri, JİTEM elemanları, istihbarat birimleri, Cizre’de üslenmiş durumdadır.

“Paralel” söylemi AKP’yi aklar

Ayrıca Cizre’de özellikle çocukları hedef alan saldırıları “paralelciler yapıyor” diye tanımlamak, devletin buraya yönelik uygulamak istediği konseptin ne olduğunu anlamamaktır. Hatip Dicle’nin hükümete hoş görünmek için Cizre’deki olaylar “paralelcilerin işidir” demesi son derece tehlikelidir ve rejimi aklamaya hizmet eder.

Devlet, seçimlerden önce veya sonra, Kürtlere yönelik yeni bir saldırı dalgasını uygulamak için hazırlık yapıyor. Bunun seçimin öngününde mi, seçimden sonra mı olacağı tamamen taktik olup, AKP’nin seçim politikalarına bağlı olarak değişebilir. AKP belli bir gerileme içerisindeyse, milliyetçi oylara yönelmek için seçimlerden önce belirlenen savaş konseptine bağlı olarak daha radikal politikalara yönelebilir. Mevcut politik gücünü koruyabiliyorsa, savaş konseptini seçimlerden sonra devreye koyabilir. HDP’nin barajı aşıp aşmamasına göre de zamanlamada bazı değişikliklerin olması mümkündür. Ancak bilinmesi gereken şey şu: Devlet, Irak ve Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak, Rojava’ya askeri müdahale dâhil olmak üzere savaş politikasını yaşama geçirebilir. IŞİD ve El Nusra ile başaramadığını bu kez kendisi doğrudan denemek isteyecektir.

İç savaş olasılığı

Devletin uygulamak istediği bu savaş politikası Türkiye’yi bütünüyle çözümsüzlüğe götürecektir. Sadece Kürt meselesinde değil bütünüyle bir iç savaş sürecine girecek olan Türkiye’nin giderek çok daha fazla radikal İslamcı bir çizgiye yöneldiğini gösteren çok sayıda veri bulunuyor. Erdoğan, iç politikadaki gücünü korumak için daha İslamcı, daha milliyetçi söylemlere başvurması, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerini bütünüyle sıfırlayacaktır. Ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte bu olası gelişmeler Erdoğan’ı güçlendirmeyecek, tersine çok daha fazla zayıflatacaktır.

Devlet çözümsüzlüğü stratejik bir politika olarak benimseyip çok daha büyük riskler alırken, Kürt Hareketi nasıl bir politika izliyor. Bu sorunun yanıtı verilmeden politik kablo bütünüyle okunamaz.

Süreç doğru okunabiliyor mu?

Kürt Hareketi’nin barışa yönelik politikası esasen başarısız kaldı. Bu Kürt hareketinden çok karşıdaki güç demokratik barışı istemediği içindir. Ancak mesele bunu aşıyor. Kürt Hareketi her ne kadar süreci bütünüyle doğru okuduğunu söylemişte olsa, veriler böyle olmadığını gösteriyor.

Bu sürecin öncelikli muhatapları Abdullah Öcalan ve HDP heyetidir.

Birincisi, dünya genelinde yaşanan onlarca çözüm süreçleri bulunuyor. İlk adım olarak güvenlik nedeniyle ‘gizli’ sürdürülen görüşmeler belli bir olgunluğa eriştikten sonra resmileşir. Kamuoyu tarafından bilinen görüşmeler karşılıklı atanan heyetler tarafından yürütülür. Son olarak Kolombiya bunun somut bir örneğidir.
Peki, bizde nasıl yürüdü. Öcalan ile önce MİT sonra Güvenlik Müsteşarlığı tarafından yapılan görüşmeler biçiminde gelişti ve halen bu şekilde devam ediyor. Gelenlerin kimliği nedir, yetkileri nelerdir, kaç kişi, hükümeti veya MGK’yı ne kadar bağlıyor belli değil. Görüşmeler politik rolü olan karşılıklı heyetler tarafından yürütülmedi. Ortada resmi düzeyde yapılan heyet görüşmeleri bulunmuyor. HDP Heyeti olarak görüşmeye gidenler sadece Kürtler arasında mekik dokuyor, bilgi paylaşımı yapıyor. Parlamentonun veya Hükümetin oluşturduğu bir heyet var mı? Yok. Zaman zaman Yalçın Akdoğan ile yapılan görüşmenin hükümetle yapılan resmi görüşmeler olarak ima edilmesi işin ciddiyetsizliğini gösteriyor.

Kürt hareketinin inanmak istedikleri ve gerçekler

Gizemli hale getirilen görüşmeler politik olmayıp bütünüyle güvenlik eksenlidir. “Gelen heyet devlet adına geliyor, aldığımız ortak kararları hükümet uygulamıyor” biçimindeki açıklamalar gerçekçi olmayıp, sadece Kürt tarafının inanmak istediği bir argümandır. Gelen heyet doğrudan hükümet ve MGK adına geliyor ve onların belirlediği süreci yaşama geçirmek için görevlendirilmiş bir güvenlik ekibidir. Amaçları da çözümü geliştirmek değil, tasfiye sürecini aşamalı olarak yaşama geçirmektir. Öcalan’ın bu heyetle görüşmesi gayet doğal ve de gereklidir. Ancak mesele bunun ötesinde olup, bu ekibin ne yaptığı ve yapacağıdır.

İkincisi, görüşmelerin kişisel güvene göre yapılmayacağı diplomasiden az çok haberdar olan herkesin bildiği bir realitedir. Ortada politik çözümü esas alan bir heyet bulunmuyor. Bunun dışında gelen ekiple yapılan görüşmelerin resmi tutanakları var mı? Görünen tabloya bakılırsa yok. Öcalan ile gelen ekip arasında kaç görüşme yapıldı? HDP heyeti biliyor mu? Yapılan görüşmelerin resmi tutanakları var mı? Bilen yok. Bugüne kadar resmi düzeyde yazılı olarak Öcalan’ın önerilerine verilen resmi bir yanıt var mı? Bilen yok. Barış ve müzakere kararı alınırken karşılıklı imzalanan bir protokol var mı? HDP heyetinin böyle bir bilgisi var mı? Bilen yok. Örneğin gerillanın Güney’e çekilmesi, izleme heyetlerinin kurulması, parlamentoda bir kısım kararların alınması gibi Öcalan tarafından belirtilen birçok açıklama, devlet adına gelen ekip ile Öcalan arasında imzalanmış bir protokole mi dayanıyor yoksa sözlü açıklamalara mı? Bilen yok. Bütün bunların dışında, Öcalan ile heyet arasında yapılan görüşmelerine resmiyetine yönelik tek bir belge var mı? Belki vardır, açıklanması uygun görülmemiştir. KCK, savaşın kaçınılmaz olduğunu belirtiyor, hükümetin savaş istediğini vurguluyor, AKP’nin kesinlikle çözümü değil tasfiyeyi dayattığını söylüyor. Peki bütün bu realiteye rağmen neden devletle yürütülen görüşmelerin bir örneğini kamuoyuna sunmuyor? Varsa açıklansın ki, öncelikli olarak Kürt toplumu ve demokratik kamuoyu, uluslararası ve bölgesel güçler, bu sürecin devlet tarafından ciddiyetsizlikle yürütüldüğünü görsün. Bu bakımdan HDP heyetinin baş aktörü olarak ön plana çıkan Sırrı Süreyya Önder’in kendisinin de inanmadığı ama sık sık tekrarladığı “derinlikli görüşmeler devam ediyor” cümlesinin politik bir karşılığı bulunmuyor.

AKP’nin elini güçlendirip, KCK’nin elini zayıflatmak

Burada ortaya çıkan şu; resmiyeti olmayan hiçbir görüşmenin politik bir anlamı yoktur. Öcalan’ın demokratik çözüm için bütün iyi niyetini kullanarak gösterdiği çabanın bir karşılığı bulunmuyor. Politik ilişkilerde karşılıklı güven niyetlerle değil, belgelerle ve pratikle test edilir. Devletin çok kritik anlarda Öcalan’a başvurarak PKK ve Kürt toplumu üzerindeki etki gücünü kullanırken, görüşmelere hiçbir resmiyet kazandırmamış olması meselenin çözümünden yana olmadığını, anlık çıkarlarına göre hareket ettiğini gösteriyor. İktidar medyasının, Öcalan’ı ‘öven’ tersine KCK’ye ‘saldıran’ bir yayın yapması da, Öcalan’a rol biçmesinden değil, tersine prestijini sarsmaya yönelik uyguladığı çok ince ve tehlikeli bir politikadır.

Üçüncüsü, süreci en doğru okuyan KCK’nin yaptığı değerlendirmeler ve verdiği mesajlar, daha çok devlet üzerinde baskı oluşturmaya yönelik olarak algılanıyor. Hükümetin yapması gerekenler konusunda sık sık tarih veriyor, aksi takdirde sürecin farklı işleyeceğini belirtiyor. Devlet ise KCK’nin söylemlerini bir blöf olarak algıladığı için bildiğini okuyor ve kendi politikalarında en ufak bir taviz vermiyor. Hatta KCK’yi bazen tersleyerek, biraz ileri gidildiğinde “Ben sizi değil Öcalan’ı muhatap alırım” diyor. Bu tarz ilişkiler, Kürt halkı başta olmak üzere bütün demokratik ilerici güçlerin üzerinde önemli bir ağırlığı ve etkisi olan KCK’nin politik ve caydırıcılık etkisini olumsuz yönde etkileyen bir faktöre dönüşüyor.
Dördüncüsü, daha önceki yazılarımda vurguladığım gibi HDP heyetinin misyonudur. Heyetin 3 veya 5 kişi olması niteliğine ve işlevine dair bir değişiklik yaratmıyor. Katılımcı sayısının artırılmış olması çözüme özel katkı sunmuyor ve böyle gösterilmesi de ayrıca yanlıştır. Heyet üyeleri tarafından yapılan bir kısım açıklamalar da, AKP’nin politikalarına hizmet ediyor. Böyle yapmakla hükümetle yakın diyalog kurulacağını, çözüme endeksli sürece katkı sunacağını düşünmek yanlış ve yanıltıcı bir algıdır. Örneğin Cizre’de devletin provokasyonlarına yönelik halkı dikkatli olmaya çağırmak, yanlış ve zamansız eylemlerin zarar getireceğini söylemek ayrı bir anlam içerir, Cizre’deki saldırıların “paralelcilerin işidir” demek çok ayrı bir anlam taşır.

Sonuç

Öcalan, devletin demokratik çözüm politikalarını geliştirmek istemediğini, esasen çözümsüzlüğü dayattığını ve savaş yanlısı politikalara yöneldiğini görüyor. Birkaç noktada özeleştiri yapmış olması da bunun bir verisi olarak görülebilinir.

Benim edindiğim izlenim, Öcalan tarafından da sürecin fiilen bitirildiğidir. Öcalan, kendisine biçtiği misyon gereği, bunu açıklamayı uygun görmüyor ve savaş kararı almayacaktır. Bunun politik ve pratik olarak doğru olmadığını da birçok kez ifade etti.

En azından bugünkü veriler analiz edildiğinde devlet demokratik çözümü düşünmüyor ve savaştan yana bir strateji geliştiriyor. KCK, bu savaş konseptini görüyor ve politik refleksini ve hazırlıklarını savaş realitesine göre yapıyor.

Eğer hükümet politik olarak radikal bir karar alıp savaş konseptinden vazgeçmez, demokratik çözümü çok somut veriler üzerinde geliştirmezse Türkiye, bölgesel savaşı da kapsayacak çok daha zorlu bir sürecin içine girecektir.

Bundan sonraki kararı hükümet ve KCK verecektir. Kimin nasıl bir tutum alacağını birlikte göreceğiz. Hangi biçimde olursa olusun, süreç artık çok farklı gelişecektir ve tahmin edilemeyen çok kapsamlı gelişmelere yol açacaktır.

______________

[email protected]

1608740cookie-checkSürecin bitmesi ve AKP ile KCK’nin dansı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.