İstanbul notları

bir anda şarkın klasik bir medresesine dönüşüverdi. Merkezde Üstat Mehmet Çelik, İstanbul’un dört bir yanına dağılmış dostlarını telefonla yönlendirerek oraya taşıdı. Yemek hazırlıkları sürerken, Üstat Çelik, her zamanki gibi dostlarını muhteşem bir sohbetle adeta büyüledi. Devlet, din, metafizik boyut, ölüm ve insanlığın sancılı arayışları. Kavramların gülünç tanımlamalarla gözden düştüğü şu şanssız ortama inat, kılı kırk yararcasına değeri ile buluştu sohbete konu olan her şey.


Sofra hazırlanıp, “Haydi buyurun” dendiğinde bir bir kapıdan gözüken dostlarla ortam bir anda hareketlendi. Kimler yok ki! Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi Naim Deniz, Bankacı dostumuz Tahsin Oral, sesi kadar kişiliği ile de çok sevdiğim genç sanatçı kardeşimiz Ünal Zorer(Kanal D’de düzenlenen “Bu Toprağın Türküsü” yarışmasında birinci gelmişti Ünal), emeği ve birikimi ile sanat camiasında iyi bir yer edinen Aydın Aydın, müzik piyasasının önde gelen ismi Şahin Özer ve Türk Halk Müziği Sanatçısı Melda Duygulu Hanımefendi…Bir de hemşerimiz Murat’tan söz etmeliyim. İstanbul’un seçkin muhitlerine şehrimizin kültürünü, söylencelerini, insan ilişkilerini ve esprilerini taşıyor. Gülmekten bir hal olduk onu dinlerken. Bir vesile ile Murat’ı yazacağım. 


Şarkın klasik bir medresesinde dünyayı bütün yönleri ile kavramış bilge bir adam olarak sohbet eden üstat Mehmet Çelik, bu kez bir başka zengin cephesi ile koyulaştırdı muhabbeti. Hemen ifade edeyim ki, Türkiye’de Türk Halk müziği konusunda bir otoritedir Çelik. Onun kadar zengin bir repertuara sahip ikinci bir kişinin olduğunu sanmam. Sadece türküleri ve yörelerini değil aynı zamanda hikayelerini de bilir.


Muhteşem bir müzik ziyafeti! Başlangıcından sonuna, yol alacağı güzergahta bir sapmaya izin yok! Hüzünse hüzün neşeyse neşe. Ama bir bütünlük içinde ve kimin nerde ne yapacağı belli. Geç vakte kadar hem eğlendik hem sohbetten istifade ettik.


“Neden daha önce gelmedim” diye kendime kızdım. Bu sefer İstanbul’la ayrılığımız bir parça uzadı. İstanbul, bir başka dünya çünkü. Nerden gelirseniz gelin, hangi haleti ruhiye ile girerseniz girin İstanbul hükmeder ruhunuza. Kavramlar bir başka biçim alır, buradan dünyaya bakmak bir başka olur sanki. İlmin, bürokrasinin, sarayın, sanatın, zenginlik ve debdebenin başkenti İstanbul, sizi size bırakmaz!  


Coşkun akan bir nehre benzetir İstanbul’u bir dostum. Bir başka yöne bakmadan koşar adımlarla ilerleyen kalabalıkları da o nehre kucağındaki çocuğu kaptıran kadına benzetir. Bir de böyle baktım İstanbul’a. Evet, coşkun akan bir nehre benziyor İstanbul, şaşkın kalabalıklar ise çocuğunu nehre kaptıran ve çığlık çığlığa kalmış anneye…


Denizin o uçsuz bucaksız uzayan genişliğinde bedeninizi suya terk eder gibi kendinizi dinlemeye olanak verir İstanbul. Hem boğucu bir itiş tıkış hem de kalabalıkların orta yerinde içinizi acıtan bir yalnızlık hissi ile sarsılırsınız. Her taşralı kadar korkar, tedirgin olur ama aynı zamanda arabaların, insan homurtularının ve envai çeşit seslerin bir melodi olup içinize aktığı İstanbul’da tarifi burada zor yapılacak duygular yaşarsınız.


İnsanlığın mirası birikmiştir İstanbul’un her karışında. “Anlamak için bilmek lazım” der bakan gözlere. Tarihi, dinleri, savaşları, alt üst oluşları bilmeden, asırlara inat ayakta duran mekanların ne fısıldadığını anlayamazsınız. Dili vardır İstanbul’un, duyguları, acıları, sevinçleri, öfkeleri ve dünden bugüne dinmeden sürdürdüğü bir serüveni.


İstanbul’da gece bir başkadır. Karanlık şehri esir aldığında örtünün altından bir başka gerçeği ile sahnede belirir İstanbul. Yedi tepe, yedi iklim, yedi ses yayılır İstanbul’dan. Jet sosyetenin sınırsız para harcadığı mekanların kuytuluklarında sahipsiz, üşüyen bedenler titreşir.


Sabahın ilk ışıkları ile beraber boğazı seyretmek, martıların sesleri ile güne başlamak, sarayların yorgun duruşları altında hayallere dalmak İstanbul’da yaşanacak istisna anlardandır.. Karnını gerer şehir, yollardaki hareketlilik çoğalır ve sanki gökten boşanırcasına insan yağar İstanbul’un dört bir yanına. Kontrolden çıkar sanki her şey ve bir oldu bitti ile başlar gün.


Beş gün geçirdim o rüya kentinde. Nasıl geçti bilemedim.


Koynumda hazinelerle döndüm İstanbul’dan! Fusüsu’l Hikem, Fihi Ma Fih, Paris Sıkıntısı, Hayvan Çiftliği, Tarihin Sonu ve Son İnsan ve İmkansız Takas gibi birbirinden değerli hazineleri edinmiş olmayı buruk yüreğime teselli vererek döndüm. Bu arada Tarık Bey’e de teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Siirtli hemşerimiz Tarık Bey, reklam-tanıtım alanında faaliyet gösteriyor. Sıkı bir entelektüel ve yağmurlu bir İstanbul akşamında bizimle epey yoruldu. Yağmura inat yürüdük ve birçok konuda fikirlerinden faydalanma olanağı buldum.
Üstadım Mehmet Çelik’e çok teşekkür ediyorum her şey için. Bu fakirin hiç de hak etmediği bir iltifat göstererek İstanbul’da bulunduğum süre zarfında çok alaka gösterdi.
Evet, çok şey sığdı bu beş günlük İstanbul seyahatine. İlk fırsatta bir deli ile tanıştıracağım sizi. “Deli ama İstanbul’un en bahtiyar adamı” bana göre. Paylaşacak çok şey var.  Şimdilik kalın sağlıcakla…

706150cookie-checkİstanbul notları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.