Suriye ve Yemen savaşında İran-Suudi Arabistan rekabeti

31 Mart 2015 tarihinde Yemen üzerine yazdığım makalede “Yemen savaşının boyutlanmasının politik yansımaları çok daha derin olacağı görülmeye başlandı. Başta S.Arabistan, Katar ve Kuveyt olmak üzere bütün Körfez devletleri, İran’ın artan gücünü kırmak için Suriye’de İslamcı hareketlerini yeniden destekleme kararı aldıkları anlaşılıyor” değerlendirmesini yapmıştım. Suriye’deki yeni gelişmeler, bu tezin bütünüyle doğrular nitelikte olduğunu gösteriyor.

S. Arabistan merkezli Sünni Arap ülkelerinin Yemen’e yönelik başlattıkları ve Suriye üzerinden yeniden geliştirerek yaygınlaştırmaya çalıştıkları askeri operasyonlar, Ortadoğu’daki bölgesel güçlerin rekabet ve hakimiyet alanlarıyla doğrudan ilişkilidir.

Suriye’de İslamcı hareketlerin yeniden aktifleştirilerek güç olmalarını sağlayan politikaların merkezinde İran-S.Arabistan rekabeti bulunuyor.

İran’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ve Alman ile yapmış olduğu nükleer anlaşma, bölgesel güç ilişkilerinde yeni dönemin başlaması anlamına geliyor. İran, küresel güçlerin ablukasını kırarak, bölgede politik ve ekonomik liderlik için önemli bir avantaj elde etti denebilir. İran nükleer askeri stratejisini, bir atom bombasına sahip olmanın çok ötesinde, bölgesel güç ilişkilerinde lider ülkelerden biri olması üzerine kurdu. Küresel dünya’da bir nükleer bombaya sahip olmanın çok etkili bir rolü olmadığını bilen İran, nükleer araştırmaları daha çok bir pazarlık gücü olarak kullandı ve önemli bir sonuç aldı.

Obama yönetiminin İran politikası, Ortadoğu’da giderek etkili olmaya başladı. İran’ın dünya kapitalist küresel sistemine dahil edilmesi, İran’ın sahip olduğu enerji kaynakları bakımından da küresel şirketlere açılması anlamına geliyor. Böylelikle karşılıklı çıkarlar İran’ın aşamalı olarak bölgesel bir güç olmanın ötesinde liderlik pozisyonuna gelmesinin önünü açtı. İran’ın Irak ve Suriye’de artan etkinliği ve bunun özellikle ABD tarafından kabul görmesi, bölgesel stratejilerde İran olmaksızın çözümlerin olmayacağını da gösterdi. İran’ın Yemen üzerinde yavaş ama sistematik olarak artan etkisi bölge dengelerini çok yönlü değiştireceğini, böylelikle Basra körfezi ile Aden körfezinin İran etkisine girmesinin, S. Arabistan başta olmak üzere körfez ülkelerinin inisiyatiflerini önemli oranda kaybedecekleri anlamına geliyor.

S. Arabistan’ın zorlaması ve dayatmasıyla Yemen’e yönelik başlatılan hava operasyonun beklenilen kadar etkili olmadığı görüldü. Bu nedenle kara harekatına yönelik küçük çaplı operasyon girişimlerinin başlaması savaşın derinleşerek gelişeceğini gösteriyor. S.Arabistan’ın savaş politikası bölgeyi bütünüyle etkileyecek bir düzeye gelmesi, Ortadoğu’nun geleceğine yönelik belirlenen stratejiler üzerinde kimin hangi düzeyde etkili olacağını ortaya koyacaktır. S.Arabistan’da yönetim değişikliği biçimsel olmayıp aynı zamanda bölgesel politikalarda yeni bir dönemin açılacağını gösteriyor. Yeni kral Salman, en küçük kardeşi Muqran’ı görevden alıp yerine yeğeni Muhammed bin Nayif’i veliaht olarak ataması ve onun veliahtlığına da kendi oğlu, yeni Savunma Bakanı Muhammed bin Salman’ı getirmesi aynı zamanda bölgesel politikaların değişmesinin ip uçlarını gösteriyor. Ayrıca 40 yıldır Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Suud el-Faysal’ın emekliye sevk edilmesi ve ilk kez yerine kraliyet ailesinden olmayan eski Washington Büyükelçisi’nin getirilmiş olması, Suudi yönetiminin gelecekteki şekillenmesine dair bir fikir veriyor. Kralın oluşturduğu yönetim, Vahhabi geleneğini temsil eden güçlerle çok daha yakın ittifak kurma kararı aldığı anlaşılıyor. Özellikle Selefi gelenekten gelen örgütlerle işbirliğini arttırmayı ve bunları İslam dünyasında Şii yayılmacılığına karşı kullanmayı planlıyor. Bütün bu gelişmelerin esası S. Arabistan’ın yükselen İran gücüne karşı yeni bir konumlanışı ifade ediyor.

İran ile S.Arabistan rekabeti Yemen ve Suriye üzerinde devam edecektir. İki bölgedeki hakimiyet aynı zamanda bölgesel denklemi belirlemede önemli bir etki gücü olacaktır. S.Arabistan, İran’ın Yemen’de artmaya başlaşan gücünü kırmak için Suriye politikasında geçmişe döndü. Amerika’nın baskısıyla radikal İslamcı örgütlere karşı tutum almaya başlayan ve özellikle IŞİD’e karşı askeri güç kullanmada Pentagon ile birlikte hareket eden Suudi Krallığı, politikasında bir kısım değişikliklere yöneldi ve Suriye’de yeniden IŞİD dışındaki radikal İslamcı örgütlere askeri, ekonomik ve politik destek vermeye başladı.

Yemen’e karşılık Suriye’de savaşın şiddetlenmesi S.Arabistan’ın izlediği politika değişikliğiyle de doğrudan ilişkilidir: S.Arabistan’da Kral Salman, Sisi ve Erdoğan arasında yapılan görüşmenin esası, Ortadoğu politikasında Sünni eksenli bir bloğun oluşturularak Yemen ve Suriye’de yeni bir sürecin başlatılmasına karar verilmiş olmalarıdır.
El-Kaide ile ilişki içerisinde olan İslami örgütlerin aktifleştirilmesi kararını alan Suudi Krallığı, Yemen’de iç savaşın geliştirilmesi için bütün gücü kullanmaya başladı. Ancak İran’a esas darbenin Suriye ve Irak üzerinde vurulması ve buradaki etkinliğinin kırılması planlanıyor.

IŞİD, Kobani’de yenildi ve Irak’ta özellikle peşmerge güçlerinin saldırıları karşısında çok ciddi darbeler aldı. Ramazan sonrası ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin inisiyatifinde İran, Irak ve Güney Kürdistan askeri güçlerinin başlatacakları çok kapsamlı saldırıyla IŞİD’in başta Musul olmak üzere Irak topraklarında tasfiye edilmesi hedefleniyor. IŞİD’in askeri ve politik gücünde belirgin bir kırılmanın yaşandığı görülüyor ve bu çözümle süreci devam edecektir.

IŞİD’in gerilemesine paralel olarak Suriye’de İslamcı örgütlerin yeniden askerileştirilmiş bir güç haline getirilmesi için Türkiye-S.Arabistan merkezli yeni süreç başlatıldı. IŞİD’ten kopan güçlerin de içerisinde yer alabileceği, ancak esasen El-Kaide’nin Suriye kolu olarak bilinen an-Nusra, Selefi-İslamcı örgüt olarak bilinen Ahrar eş-Şam, an-Nusra ve Cunud el-Aksa (El-Aksa Askerleri) gibi başka Selefi-İslamcı örgütlerin de içerisinde yer aldığı “Fetih Ordusu” oluşturuldu. Bu proje bütünüyle S.Arabistan- Türkiye ittifakına dayanıyor. Bugünkü veriler dikkate alındığında “Fetih Ordusu”nun esas gücünü oluşturan El Kaide’ye bağlı an-Nusra, Türkiye tarafından aktif olarak desteklenirken, Ahrar eş-Şam, an-Nusra ve Cunud el-Aksa (El-Aksa Askerleri) gibi Selefi örgütler S.Arabistan tarafından destekleniyor

S.Arabistan’ın hem son modele silahlarla, hem hem de ekonomik olarak aktif destek sunmaya başladığı ‘Fetih Ordusu’nun bir anda çok kapsamlı saldırılara yönelmesi, İdlib ve Cisr el-Şugur gibi kentleri ele geçirmesi, Suriye’deki savaşın çok daha uzun yıllara yayılacağını gösteriyor.

Fetih Ordusu’nun esas hedefi Halep’in yakın bölgelerini kontrol altına alarak, yeniden Halep merkezini kuşatarak ele geçirilmesi planlanıyor.Türkiye-S. Arabistan ittifakının hedefi, Halep’in ele geçirilmesine paralel olarak savaşın ilk yıllarında yapılmaya çalışılan ama başarısız olan Şam’a alternatif bir İslamcı hükümetin kurulmasıdır. Buna paralel olarak Esad rejimi bakımından stratejik öneme sahip olan Lazkiye ve Hamma’ya saldırmak ve daha sonra Rojeva özerk bölgesine bağlı olan Arfin kantonuna saldırarak İslamcı güçlerin etkinlik alanının genişletilmesi amaçlanıyor. Bu politikanın bir başka ifadesi Rojeva’da Kürtlere yönelik uygulanmaya çalışılan katliam girişimleri, bu kez Alevilere yönelik gerçekleştirilecektir. Rusya bölgesel çıkarlarına bütünüyle zarar verecek olan böylesi bir projeye hiç bir şekilde izin vermez. ABD ise bölgedeki stratejik çıkarları için bugünkü politik denklem içerisinde böylesi girişimlere pek sıcak yaklaşmamaktadır.

İlk saldırılarda başarılı olan S.Arabistan ve Türkiye destekli Fetih Ordusu, beklenilen etkiyi göstermesi son derece zordur. Toplumsal dinamikleri olmayan bu tür silanlı güçlerin etkinlik alanı belli bir noktadan sonra biter. IŞİD ve El Nusra örnekleri biliniyor. Fetih Ordusu da birçok bölgedeki saldırılarda istenilen sonucu alamadı. Esad bağlı askeri güçlerin geçmişte de yaptığı gibi bu iki kentte çekilerek Fetih Ordusuna bırakması bir askeri taktik olduğunu söylemek de mümkün. Halep çevresinde önemli başarılar elde etmiş ve özellikle Türkiye hattıyla olan bağları kesme aşamasına gelmiş olan Esad ordusunun son günlerde gerilemiş olması veya geri çekilmesi, yenildiği anlamına gelmiyor.
Suriye denkleminde İran ve Rusya’nın alacağı tutum belirleyicidir. Esad yönetiminin savunma bakanının üç günlük Tahran ziyaretinin özü, Arabistan ve Türkiye destekli Fetih Ordusuna yönelik yeni bir askeri stratejinin belirlenmesi ve askeri desteğin arttırılmasıdır. Bunun yansımaları özellikle Ramazan ayından sonra çok daha net olarak ortaya çıkacaktır. Bölgesel gelişmeleri gayet iyi takip eden ve ciddi askeri ve politik deneyimler edinen İran, Arabistan ve Türkiye’nin yapmış olduğu hamleleri görüyor. Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasının bölgesel yansımaları daha çok Tahran’dan hissedilecektir. Suriye’deki gelişmelerin Irak’tan Yemen’e kadar geniş bir alanı kapsayarak ilerlemesi İran için olumsuz sonuçlar doğuracağı biliniyor. İran’ın Suriye hamlesi beklenilenden daha güçlü olacaktır. Bu bakımdan Suriye’de Esad rejiminin kısa sürede yıkılacağını ve etkisiz kalacağını beklemek ve buna uygun bir politika oluşturmak yanlış olacaktır.

Türkiye’nin derdi ise bütünüyle Rojeva’daki özerk yönetimin tasfiye edilmesidir. Kobani’de konuşlandırılan Peşmerge güçlerine silah mühimmatının gönderilmesine izin verilmemesi ve Peşmerge güçlerinin Kobani’den çekilmeye zorlanması, Türkiye’nin Rojeva’ya yönelik geliştirip uygulamak istediği ‘yeni’ dönem politikalarla ilişkilidir. Peşmerge Komutanı; “Türkiye, Kobani kurtarıldıktan sonra peşmergelere silah ve cephane ulaşmasına izin vermedi. Barzani bu konuda Türkiye’yi ikna etmek için çok çaba sarf etti ancak olmadı. Bundan dolayı peşmerge dönmek zorunda kaldı.” Bunun bir başka anlamı şudur; Rojeva yeniden radikal İslamcı güçlerin saldırısına açık hale getirilecektir. Geçmişte EL Nusra’nın Serikaniye’ye, IŞİD’in Kobaniye yönelik kapsamlı saldırılarının çok daha ilerisinde İslamcı örgütlerin oluşturduğu ‘Fetih Ordusu’ tarafından gerçekleştirilecektir. Saldırıların merkezinde önce Arfin daha sonra Kobani olacağına dair bir çok veri ortaya çıkmış durumda.

Dikkatini YPD’nin oluşturduğu kantonların dağıtılması ve etkisizleştirilmesine veren devlet, radikal İslamcı grupların Rojeva’ya yönelik yeni saldırılara girişmesi için bütün desteği veriyor. Örneğin Halep’in stratejik önemini gören Radikal İslamcı örgütler Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu ve YPG’nin denetiminde olan Eşrefiye ve Şeyh Maksud bölgelerine yönelik çok kapsamlı bir saldırıya hazırlanıyor Lebbyki Ya Uhta’ (Sana Geldim Kardeşim) adı altında birleşen ve aralarında İçerisinde El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’nin de bulunduğu Ahfadu Salatin, Ebu Amara Tugayları, Ahrar’uş Şam, Safva Tugayları, Birinci Fırka (Fevc’ul Evvel), Nusra Cephesi, Ahrar Suriye , Nureddin Zengi Hareketi, 16.Fırka, Fecr Hareketi, Şam Cephesi, Suriye Devrimcileri Tugayı, Feylak’uş Şam (Şam Şahinleri) ve Ceyş’ül İslam gibi 12 örgütün YPG’ye karşı oluşturduğu ittifak, esas Türkiye tarafından planlanan ve uygulatılan bir politikadır.

Türkiye’de barış sürecinin bittiğini ve hiç bir şekilde masaya oturulamayacağını belirten Erdoğan’ın politikasının esası Suriye’de yansımasını buluyor. Kürt tarafı barış ve çözüm hayalleriyle yaşarken devletin Kürtleri tasfiye politikası Rojeva’da çok daha somut olarak görülüyor. Bu bakımdan Suriye’de Esad rejimine karşı savaşan İslamcı Hareketlerin öncelikli hedeflerinden biri de Rojeva Özerk Bölgesidir. Türkiye’nin askeri, politik ve lojistik desteğinin tek koşulu, Rojeva’da bir toplumsal oluşuma ve politik istikrara izin verilmemesidir. Bu bakımdan Suriye’de yeniden ivme kazanan savaşın Kürtler için ciddi bir tehlike oluşturacağı bilinmeli ve buna uygun pratik politikalar oluşturulmalıdır. Türkiye’de barış ve çözüm hayalleriyle uğraşılırken, Kobani benzeri yeni felaketler kapıya dayanmış durumda.

Yemen ve Suriye’deki savaşın gelişme düzeyini ve ortaya çıkartacağı politik sonuçları daha çok Rusya-ABD arasındaki ittifak ve rekabet belirleyecektir. Rusya, İran ile ortak hareket ederken, ABD ise S.Arabistan ile bütünlük bir ittifak oluşturmuş değil. Tersine S.Arabistan’ın Yemen ve Suriye hamleleri Obama yönetimi tarafından ihtiyatlı karşılanmaktadır. Radikal İslamcı hareketlerin S.Arabistan tarafından desteklenme kararının alınmış olması, ABD merkezli küresel güçlerin bölgesel çıkarlarıyla tam uyumlu görünmüyor. ABD, İran’a karşı Suudi Krallığını dolaylı desteklemeyi tercih ediyor ancak hem Krallığın Selefi kökenli İslami örgütlere aktif bir destek vermesini kuşkuyla karşılıyor, hem de İran ile yapılan nükleer silah anlaşmasının sorunsuz uygulanmasını istiyor.

Yemen ve Suriye üzerinde bölgesel savaşın derinleşmesi mezhepsel çatışmaların bölgenin bütününü kapsayarak yayılmasına yol açacaktır. Suriye bu planın uygulandığı ve derinleştirildiği bir alan olarak işlev görüyor. Arabistan ve Türkiye destekli Fetih Ordusu’nun Suriye’de Hatay sınırına yakın bölgelerde Alevilere yönelik başlattığı saldırılar, etnik ve mezhepsel saldırıların çok daha fazla ön plana çıkartılacağını gösteriyor. Bu bakımdan Yemen’den Suriye’ye kadar genişleme eğilimi içinde olan savaş, Türkiye ve Arabistan’ın bölgesel çıkarlarına göre yürütülmeye çalışılıyor. Ancak bölgesel güç dengelerine uyumlu olmayan ve küresel güçlerin desteğini alamayan bu iki gücün uygulamak istediği planın başarı şansı bulunmuyor.

Türkiye Rojeva’da, S.Arabistan Yemen’de kaybedecektir.

___________________

[email protected]

1608800cookie-checkSuriye ve Yemen savaşında İran-Suudi Arabistan rekabeti

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.