Aslında geçen yazımın, “Develerin tellal, pirelerin berber, eşeklerin mühürdar, katırların silahtar olduğu ahir zaman günlerine kaldık” cümlesiyle bitmesi gerekiyordu.Yazıyı yayına girmesi için gönderdikten sonra,,bu cümlenin pek yakışık( etik) olmayacağını düşünerek sevgili yönetmenimizden düzeltme önerisinde bulundum. O cümle, değişikliğe uğrayarak “Develerin tellal, pirelerin berber olduğunu bir ahir zamana kaldık” şeklindoe çıktı.
Sonra,Sayın Başbakanın, gazetelerde çıkan bir demecini okuduktan sonra,“Keşke de o cümlem ilk yazdığım gibi kalsaydı” diyerek hayıflandım.
Başbakan, seçme ve seçilme yaşı ile ilgili açıklamasında şöyle diyordu:
“Zor olan seçilmek değil, seçmektir.Bir zamanlar bazı siyasetçiler, ‘Biz Taksim Meydanı’na dört ayaklı eşeği koysak seçtiririz’ demiştir’ “
Başbakanın bu sözlerini okuduktan sonra benim kafama iki soru takıldı.
Birincisi: “Demokrasi, seçme ve seçilmeyle” ile ilgili söyleynmiş onca laf varken Başbakan’ın neden bu sözleri seçtiğini anlayabilmiş değilim..
İkincisi: Bu sözü vakti zamanında hangi muhterem zat söylemişse, neden “dört ayaklı eşek” demiş?
Herkes de biliyor ki, eşek zaten dört ayaklıdır.Siz hiç iki ayaklı eşek gördünüz mü?.Demek ki, dört ayaklı olmayan eşekler de varmış…
Benim asıl ilgimi çeken, Sayın Başbakan’ın da, tıpkı benim gibi hayvan masallarına(fabl) düşkün olması..
İktidara geldiği günden beri kendime hep sorarım:“ Yahu, senin Sayın Başbakanla hiç mi ortak bir yanım yok?”
Sonunda ortak bir yanımızı buldum.
Çocukluğunda, imam hatip rahlelerinde eğilip doğrulurken hiç La Fonten okudu mu, ya da Kasımpaşa sokaklarında top koştururken hiç bir kediyi kucağına alıp sevdi mi, bilmiyorum. Ancak,fabllara karşı bir düşkünlüğü olduğu kesin.
Bakmayın siz öyle yumağa dolaşmış kedi karikatürü çizdi diye bizim Musa Kart’a ve Cumhuriyet Gazetesi’ne etmediğini bırakmadığına.Bence, Başbakan’ın o tepkisi, kedili karikatüre değil Cumhuriyet’e…Cumhuriyet Gazetesi’ne öteden beri duyduğu husumetten dolayı öyle davranmıştır.Aynı karikatür başka bir gazetede yayımlansa belki de güler geçerdi…
Neyse, biz yine dönelim eşek konusuna..
Başbaka’ın, “yaratandan ötürü bütün yaratılanları sevdiğini”kanıtlamak için yaptığım araştırmada, Sayın Erdoğan’ın, Ziya Paşa’ya ait, “Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır” sözünü de bir çok konuşmasında kullandığını saptadım.
Bu sözü, ilk kez ise, İstanbul Belediye Başkanı’yken, 27 Eylül 1998’de, Eminönü’ndeki tarihi Kirazhan binasını açarken söylemiş..
Daha sonra sırasıyla,28 Eylül 1998’de Belediye Başkanı olarak Maktul Mustafa Paşa Tekke ve Camii’nin açılışında… 6 Ekim 1998’de Sütlüce Mezbahası’nın Kültür Sitesi’ne dönüştürülmesi nedeniyle konuşurken… Erzincan’da 14 Ekim 2002’de sosyal demokratları, 19 Ekim 2002’de de Deniz Baykal’ı eleştirirken… 26 Nisan 2003’te Denizli’de bir fabrika açılışında…
Bu sözleri,son kez de, 2005 yılının ilk aylarında Trabzon’da, partisinin kadın kolları toplantısında ve aynı yılın Nisan ayında düzenlenen Trabzon’lular gecesinde yinelemiş.
Bunları saptamak için öyle aaraştırmacı gazeteci olmaya falan da gerek yok, Google arama motoruna bakılması yeterlidir…
***
Yanlış anlaşılmasın, benim de, mahlukat aleminde en sevdiğim hayvanlardan biri eşektir.Ara sıra aksiliği, inatçılığı da olmasa eşek aslında şeker gibibir İinsanoğlunun bütün yükünü, çilesini çeken mazlum ve mağdur bir hayvan…
Aslında öküzün eşekten daha emektar olduğu sanılırsa da bu doğru değildir.Öküz dediğin, yazın altı/yedi çalışır, kışın da yan gelip yatar. Dünyanın otunu, samanını yer.Bu yetmezmiş gibi, kış boyunca bir de pisliğini temizlersiniz.
Eşek, öküzden daha emektardır.Daha az masraflıdır, idareli hayvandır, ne bulursa yer…
Kış ortasında odun mu bitti, tezek mi bitti, ot mu bitti Kağnı işlemez yollarda kimse öküzü anımsamaz. Gel bakalım eşek, derler. Karlı, buzlu yollardan geçerek, sırtında komşu köyden odun taşı, tezek taşı, ot taşı…
Köylü milletine sorarsan eşeğin sırtındaki yük her zaman ağır tutacaksın ki belini hiç doğrultamasın.Yükü hafif olan eşek, oynak olur. Önüne çıkan her otu, her pisliği koklar. Daha olmadı,sıpayla oyalanır, sağa/sola zırlar durur.Yükü ağır olacak ki,gözü yoldan başka bir şeyi görmesin…
Şehirleşme de eşeğin kaderini değiştirmedi.Bu kez eğeriyle semeriyle kentin varoşlarına taşındı.Sırtında tezek, odun kömür yerine, kömür, çöplüklerden toplanmış hurda, kirli kağıt parçaları. Ne değişti ki! Yük aynı yük,ömrü pislik içinde geçer.İyice yaşlanıp iş göremez hale gelince de, yaşlıdır, hastadır, şöyle birkaç yıl dinlensin demezler.Doğru sur dibindeki mezbahaya. Böyle de talihsiz bir hayvandır eşek…
Taksim Meydanın’nda dört ayağının üzerinde durmayı,Başbakan’ın sözünü ettiği gibi seçmeyi,seçilmeyi rüyasında bile göremez…
Öyle bir de melül melül bakışı var ki insanın içine dokunur. Hayvanlar içinde gözleri en güzel olan yaratık eşektir.Ben, nerede bir eşek görsem gözlerine bakarım.Kocaman kocamanz, kahverengi, üzüm siyahı gözler.Onların gözlerinde hep bir burukluk ve hüzün bulurum.
İlk kez onlara “eşşşek!” diye kızdığımda daha yedi/ sekiz yaşlarındaydım. Yin böylesi gürül gürül yağmurların yağdığı, şimşeklerin çaktığı bir son bahar gecesiydi.Dedemin yaşlı eşeğini gece ahıra koymayı unutmuştuk. Sabaha karşı köpekler telaşla havladı, uzun uzun kurt ulumaları duyuldu. Aç kurtlar, köyün yakınlarına kadar gelmişlerdi.Birden, kapının önündeki yaşlı eşek zırlayarak dereye doğru koşmaya başladı. Durup dururken ona ne olduysa! Köpekler havlıyor, eşek zırlıyor, kurtlar uluyordu.Eşeğin zırlaması yavaş yavaş azaldı, sonra kesildi. Nenem, “Kurtlar eşeği kaptı!” dedi. Sabahleyin gittiğimizde derede, bir çalının dibinde sadece kemikleri kalımıştı.
“Eceli gelen eşek zırlayarak kurda karşı gider” sözü böylesi durumlarda söylenir.
Bir dost meclisinde eşeğe “Haydi, bize bir şaka yap!” demişler. O da uzun uzuun yellenmiş.
“Eşek şakası!” sözü de buradan kalmadır.Zavallı eşek şaka yapmasını nereden bilsin…
Birkaç yıl önce, Halk Bilimleri Fakültesinden mezun bir yakınım, doktora tezi hazırlaması için konu önermemi istediğinde hiç tereddüt etmeden, “Halk edebiyatımızda eşek..” dedim.Hayvanlar aleminin kendisini bir türlü ifade edemeyen bu en ezilmiş, horlanmış hakkı yenmiş, mazlum hayvanını doktora tezi konusu olarak seçmesi halinde kendisine yardımcı olacağımı söyledim.
Ancak, Nasrettin Hoca’nın filozof eşeğinin değerini bir türlü kavrayamayan okul yönetimi bu öneriyi “gayri ciddi” bularak geri çevirmiş…
Yeri gelmişken, size İlhan Selçuk ağabeyim gibi, Osmanlı dönemine ait, içinde eşek figürü de bulunan bir Bektaşi fıkrası anlatayım:
Bektaşi’nin biri, Ramazan ayında,yaz sıcağında, elinde pekmez dürümü ile eşeğin sırtında kasabaya doğru ilerliyormuş.Bir yandan elindeki pekmez dürümünü ısırırken diğer yandan elindeki çubukla eşeğe vuruyormuş.
O sırada karşıdan kasabanın en softa adamı Rüstem efendi görünmüş. Bektaşi’yi, Ramazan ayında, yaz sıcağında, eşek sırtınnda, üstelik de eşeğe çubukla vurduğunu görünce fırsat bu fırsattır diyerek üzerine doğru bağırarak yürümüş:
–Be hey zındık! Ramazan ayında, elinde pekmez dürümü.Bu sıcakta eşeğin sırtına binmişsin. Bu da yetmiyormuş gibi, bir de hayvanı çubukla dövüyorsun. Sende hiç utanma, arlanma yok mu?
Bektaşi, Softayı şöyle bir süzdükten sonra :
-Hiç sorma Rüstem efendi! Bu ahmak eşek sabahtan beri tutturmuş , ille de ben Rüstem efendi gibi softa olacağım, ben de Rüstem Efendi olacağım deyip duruyor.Ulan eşek, etme, tutma, hiç eşekten Rüstem efendi olur mu, softa olur mu, diyorsam da laf anlatamıyorum. Sen söyle Rüstem efendi, kendisini seninle bir gören bu hayvanı dövmeyip de ben ne yapayım, demiş…
***
Sözü daha fazla büzmeden bu mazlum hayvanımıza yapılan haksızlıkların birer somut ifadesi olan bazı atasözü ve deyimleri yineleyerek bitireyim:
Attan düşen ölmüş, eşekten düşen ölmemiş.
Sen eşek olduktan sonra semer vuran çok olur.
Canı yanan eşek attan daha rahvan(hızlı) koşar.
Eşeği saldım çayıra, mevlam kayıra.
El elin (yitik) eşeğini türkü çığırarak arar.
Eşeğini önce sağlam kazığa bağla, ondan sonra tanrıya emanet et.
Eşeğe gücü yetmiyor, semerini dövüyor.
Eşek çamura bir defa düşer
Eşek hoşaftan ne anlar, suyunu içer tanesini bırakır.
İnsan insandır cebinde olmasa da beş pulu, eşek eşektir atlastan olsa çulu..
Benim en çok sevdiğim eşekle ilgili tekerleme ise şu:
Tiryakiyi baştan çıkarır kahvenin kaynaması, eşeği baştan çıkarır sıpanın oynaması…