İSVEÇ’TEN – İsveçli sarışın ekmek derdinde(*)

Tay gibi uzun boyunlu,  ince belli İsveç kızları  efsanesi  1970’li  yıllarda kaldı…

Sarışın İsveçli için pembe düşler bitti,  oda  diğer dünya kadınları  gibi artık ekmek derdinde..

1986 yılında Olof Palme’nin ölümü, İsveç için adeta bir milat oldu.1990’lı yıllarda boy vermeye başlayan ekonomik durgunluk ve işsizlik, AB süreciyle birlikte  İsveç’in  sosyal devlet yapısındaki “sosyal”liği aldı,götürdü.B küçük İskandinav ülkesini adım adım Avrupa’nın  bir parçası haline getirdi.

Orta Çağ  İsveç’inde, “cadı” kadınların çocukları kandırarak evlerin bacalarından dışarıya çıkardıklarına, daha sonra da  “şeytan”la birlikte  öldürdüklerine inanılıyordu. Kurulan “çocuk  taburları” köyden  köye  dolaşıyor,”cudılık” la  suçladıkları kadınlar, büyükleri tarafından  intikam amacıyla bilinmez yerlere  götürülerek işkence ile, başları kesilerek öldürülüyordu.

Geçen yüzyılın başlarına dek ülkede kadınların seçme  ve seçilme hakları yoktu. 

Kadının  bedenine sahip çıkması, gebeliği  önleyici araçları kullanması, çocuk yapıp yapmamaya karar vermesi, 1930’lu yıllarda yapılan yasal değişikliklerle gerçekleşti. Cinselliğin  açık açık  tartışılması, okullarda  ders olarak okutulması ise 1960’lı yıllara rastlar. 1970’ler ise, kadınların,  özgürlüklerini artık  alabildiğine yaşayabildikleri yıllardı.

Ben, o yıllara yetişemedim. Büyüklerimizinden dinlediklerime göre, o yılların  İsveç’li sarışını,özgür ve ürkekti.Ürkekliği özgüven taşımasına engel değildi.Bir puba  gittiğinde, bugünkü  gibi, kendisine  bir  bira ısmarlattıktan sonra yavaş yavaş yanınızdan uzaklaşmazdı. O yılların sarışın İsveçlisinin her zaman  cebinde  bir bira parası  bulunurdu. Hoşuna gitmyen kişinin içki  ısmarlama teklifinizi anında  geri  çevirirdi.

O yıllarda, yabancı erkekler de İsveçli kadınlar için yeni yeni keşfedilen bir alandı.O zamanın yabancı erkekler de, iki bira  ismarladıkları kadının evine giderek ona zorla sahip olmaya kalkışmayacak  denli naiftiler.

Ben, 1980’ yılların sonlarına  doğru, İsveç’e  gelme hazırlıklarını  sürdürürken arkadaşlar takılıyordu:

“Haydi haydi köftehor, kadının,kızın  gani olduğu bir ülkeye  gidiyorsun!..”

Gevrek gevrek gülüyor, arkadaşların bu şakalarından hoşlanıyordum.O yaşa dek evlenmemiştim. İşsiz kalmamak için kapıdan kapıya koşturmuş, üzerimde hissettiğim  geleneksel baskılar nedeniyle o güne dek (hüzünlü aşklarımı saymazsak) doğru dürüst bir kadın yüzü  görmemiştim.

İsveç’te kabak çiçeği  gibi açılacaktım.Nasıl olsa buralarda beni  tanıyan yoktu , Türkiye’den de duyan, gören olmazdı.Her gün, sarışınla beraber, yitik yıllarımın acısını çıkarmaya çalışırdım.

Bizim Memo’nun hikayesindeki gibi hani..

Memo, ilk kez köyden İstanbul’a gelirken arkadaşları demiş ki:

“Ulan Memo, İstanbul’da kadın, kız zibil gibidir.Hepsi de oynaktır ha.Hangisini  canın çekerse, git kapısını çal, gerisi tamam!”

Memo, İstanbul’a gelmiş, inşaatlarda üç beş hafta  çalıştıktan sonra arkadaşlarının söylediklerini anımsamış. Gitmiş, balkondan  gördüğü  bir kadının kapısını çalmış.

Kadın, kapıyı açmış:

“Ne var, ne istiyorsun?”

Memo, bıyıklarını  sıvazlayarak:

“İstanbul’a kadar gelmişken, hele bir yatak(yatalım) “ demiş…

İsveç’te, ilk günlerimin şaşkınlığını atlattıktan sonra, Memo gibi, ben de  Türkiye’deki arkadaşlarımın söylediklerini anımsadım.

Bir bira ısmarladığımda beni evlerine götüreceklerini sandığım, yollarda  gözlerinin içine bakarak üzerlerine doğru gittiğim İsveç’in sarışınları  yüzüme  bakmıyorlardı  bile. Günlük yaşamın telaşı içinde koşturup duruyorlardı.

Bir gün, Konya’lı İzzet, beni mahkemeye, bir arkadaşının  duruşmasını izlemeye  götürdü.

Adam, bir birahanede gözüne  kestirdiği bir İsveç’lı kadına  üç, beş bira ısmarladıktan sonra birlikte evine gitmek istemiş.Kadın da, ona  borçlu kalmamak için “Olur,bir kahve içer, gidersin” demiş.

Ancak, bizimki  kahve içtikten sonra  kalkıp gitmek istememiş.Kadına saldırmış, polislik, mahkemelik olmuşlar…

Kadın, yargıca derdini anlatmaya çalışıyordu:

“Bu adamı evime davet ettim; ancak, niyetim birlikte  kahve içmekti. Onunla  yatmayı düşünmüyordum. “

Sıra bizimkine geldi:

“Hakim bey! Ben, bu  kadına dört, pubda beş tane bira ısmarlamış mıyım, ısmarlamışım… Sabaha karşı beni  alıp evine götürmüş mü, götürmüş…Başbaşa  kahve de içmişiz…Ben kerriz miyim.Eee, geriye daha ne kalıyor?”

Çevirmen, “keriz”in İsveççesini bilmiyor, aptal anlamına  gelen “dum!” sözcüğünü kullanıyor.

***

Artık, eğlence yerlerinde her gün çıkan kavgalar, yaşanan  olumsuzluklar ve ekonomik  güçlükler  İsveç’li sarışını  oralardan  uzaklaştırdı.Gelenler de artık eskisi kadar değiller. Size bir  bira  ısmarlatıncaya dek yanınızda duruyor, sonra  sessizce sıvışıyorlar..

İsveç’te de, Avrupa ülkelerindeki gibi, işsizlik ve ekonomik sıkıntılar diz boyu.

İsveçli kadın, azalan işsizlik parasıyla  ay sonunu getirebilmenin çabası içinde.İşsiz olduğu için  küçük çocuğu yuvaya alınmıyor, “Madem boşsun, evde otur, çocuğuna bak!” diyorlar. 

Özgür sarışın, eğlenceyi unutmuş, şimdi ekmek derdinde.Günlük koşturmacanın,telaşın arasında, sahip olduğu özgürlüklerin farkında bile değil…

Özgürlük, yaşandığı kadar anlam kazanır.

İsveç’li sarışın için artık  özgürlüğün tadı yok..

————————————–

(*)  Bu yazı, 11 Şubat 2007 tarihli  Cumhuriyet Gazetesi’nin  “Pazar Yazıları”  sayfasında da yayımlandı. 

647090cookie-checkİSVEÇ’TEN – İsveçli sarışın ekmek derdinde(*)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.