Tarih dedikodu mudur?

Tarih yazımı, velev ki, işin fıkra tarafından alınacak olsa dahi ciddi iştir, ihmale gelmez.
Zira gerçekmiş gibi yazılıp okutulan şeyler ortalık yerde, cıscıvlak, kalıverir.
Buna, halk dilinde söylene geldiğince, al gömlek illa ki bir yerinden foyasını ele verir diyebiliriz.
Başlığına bakılırsa bir bütün olarak Türk tarihindeki dalkavukluk ve ihanetleri ele almış olması beklenen bir kitap bizi sükût-u hayale uğratınca, eleştirimizi işte bu satırlarda yazarına ve yayıncısına gönderiyoruz.

Tarih denince, anlatması dert olan bir şeyden bahsederiz.
Kolay iş değildir, tarihi nakletmek.
Eskiden radyo programlarına çıkan ve İstanbul matbuatının Akşam, Cumhuriyet, Tan gibi gazetelerinde tefrika yazılarıyla meşhur Reşad Bey vardı; rahmetli…
¨Aziz okuyucularım, efendim¡ Bilirsiniz ki, bundan yıllaaaaar evvelinde Osmanlı Sarayı’nda bir hadise vuku bulmuş idi¨ diye başlardı yazılarına Reşad Ekrem Koçu…
Yahut, ¨Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtımıza dedim sevgili okuyucularım ve fal açar gibi vakayinâmenin elemine en yakın cildini açtım, tarih sohbeti mevzu aradım¨ der, lafına girişirdi.
Ben Reşad Bey’in, Bodrumlu, Tarihin Babası Herodotus takipçisi olduğuna inanırım, evvel eski…
Mavi Anadoluculuk akımının kurucusu, fikir babası sayılan Cevat Şâkir Kabaağaç, nâm-ı diğer Halikarnas Balıkçısı da hık demiş Herodotus’un burnundan düşmüştür.
Aslına bakarsanız Balıkçı, İlyada ve Odysses destanları yazarı Homeros’un ta kendisidir ya, bu başka bir hikâyedir.

****

Mahmut Şenol kalem refikimizin şu sıralarda yazmakta olduğu, son dakikada bir değişiklik olmazsa muhtemelen başlığı Dalkavuk Hanım olacak görünen romanına lazım diye edindiği bir kitaptan şikâyetine tanık olduk.
Geçenlerde anlatıyordu:
Romancımız uydurup kaydırıp bir şeyler yazmak için bazı kereler belgeye ihtiyaç duymuş olmalı ki gidip İsmail Yılmaz adlı bir yazarın Türk Tarihinde Dalkavukluk ve İhanetler başlıklı kitabını edinmiş, baştan sona satır satır okumuştur.
Roman yazarımız Şenol, anlaşılan, Dalkavuk Hanım adını vereceği baskıya hazırlanan kitabına oradan bir şeyler aktarmak, intihal değil ama kaynakça bulmak istemiştir.
Kitap üzerine yaka silkip konuşmaklığı dikkatimi çekti ve adı geçen kitaba el attım.
Birçok yerini üstün körü okumam gerekti, sabır istiyordu.
Her şeyden evvel imla kurallarına uyulmaması rahatsız ederken, öte yandan evlere şenlik bir anlatımla Saatli Maarif Takvimi arkasında bile yer alamayacak derekeye inmiş hikâye özetleri güyâ bir tarih anlatımı diye bize sunulmaktaydı.
Kitabın künyesinden anladığımız kadarıyla İmam-Hatip mezunu olup ilahiyat eğitimi almış bulunan yazar, uzun zaman liselerde din dersi hocalığı yapmıştır.
Lisan konusunda hüdâ-i nâbit olduğu aşikâr görünüyor; özgeçmişini kendisi kaleme aldığına göre, bu konuda kendine güveni tamdır: Fransızcadan başlayıp, Rusça, Arapça, Gürcüce, Farsi bilmekle kalmıyor, aynı zamanda Türk lehçesi olarak hemen tüm Asya ağızlarını konuşuyor; bravo, bravissimo…
1980 evvelinde faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş, İslamî hareketin öncülerinden Sedat Yenigün adına düzenlenen bir roman ödülü almışlığı, yazarımız İsmail Yılmaz’ın başarıları arasında sergileniyor.
Birçok basılı kitabı, yayımlanmış makale ve yazıları da elbette var.
Fakat bu gösterişli tablo elimizdeki kitabına yansımıyor, âdeta sayfaları yorgun bir ifadeyle çevirmek gerekiyor.

***

Türk tarihindeki dalkavukluk hikâyelerine, Hun İmparatorluğu’ndan itibaren başlamak gerektiğini düşünmüştür, yazarımız…
Hun-Moğol saldırganlığını Anadolu’nun bugünkü Türklerine miras bırakmak hevesindeki Turancı ideolojiye göz kırptığı açık görünen yazar, işe oradan koyulmuştur.
Ardına Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldıza atfen, eski Türk devletleri diye bilinip, elbette çok tartışmalı olan bu sırayı izleyerek Osmanlı’ya kadar gelir.
Hunlar, Göktürkler, Avarlar, Karahanlılar, Gazneliler, Atabeğler, nihayet Selçuklu devletleri… Ardından uzun bir Osmanlı döneminin hikâyeleri ve nihayet Cumhuriyet yıllarına dair dalkavukluklar…
Selçuklu’ya eyvallah deriz de öncesinde yazılmış ötekiler söz konusu oldu mu, biraz durur, düşünürüz.
Lakin bizim aradığımız ağız tadıyla dinlenecek dalkavukluk hikâyeleridir.
Ne yazık ki Yılmaz, özgün araştırması ve bir tezi içinde bulunmayan, sağdan soldan toparlanmış, derleme dahi sayılamıyacak derekede derme çatma, dedikodu mertebesinde anektodlara başvurup tarihin dalkavuklarını sıralamaktadır.
Sıraladığı şeyler dalkavukluk değil yalakalık, yardakçılık, evet efendimcilik diye adlandırılsa yeridir.
Zira dalkavukluk başlıbaşına bir başka meslektir.
Yazdıklarının bir Akademik değeri olmasını istediği açıktır ki her sayfanın altına, YÖK-Yüksek Öğrenim Kurumu’nun şart koştuğu biçimde dibace-dipnotu kurallarına uygun alıntılar yapmıştır.
Bu bir bakıma, meraklı okur için yarar sağlayıcı görünüyor; hiç değilse, meraklı ve heveslisi bu notları takip ederek asıl kaynakçalara yönelebilir. Bu yönüyle kitabın müellifî teşekkürü hak ediyor.
Ne var ki yazdıklarında Sünnî doktriner ağırlığı görmemek mümkün değildir, bu anlamıyla müellif Yılmaz Bey’e bakılırsa, Osmanlı dışında herkes sarhoş, ahlaksız, berbat, rezil ve rüsvâdır.
Kafa kesmenin, işkenceyle boyun kırıp adamı kazığa oturtmanın okur tarafından bunca dalkavukluk karşısında onaylanması bekleniyor görülen kitap sayfalarında, sıra İran topraklarında kurulu, yöneticileri Türk kökenli Safevi devletine de geliyor.
Safevi Şahına hizmet yaparken alıştığı işretlik, alkol, eğlenceli hayat diye başladığı [s.203] satırlarda bir dalkavuğu anlatırken, birçok diğer bölümde olduğunca kahramanlığı Osmanlıya bırakıyor, kötülüğü küffâra, Hıristiyana, Şiâ yanlısı Acemlere ayırıyor.
Hegel, tarihin yazımını üçe tasnif ediyordu.
Tarihteki hikâyelere yer veren tarihçi, bilgilendirici ve araştırmacı tarih yazımcısı diye üç ana türde göstermekteydi.
Hikâyeci tarih yazımını okuması hoştur: Buna misal ararsanız, akla hemen gelen ilk isimlerden olduğu gibi, ilk çağlarda Tarihin Babası Bodrumlu Herodotus, Osmanlı’da Evliya Çelebi’dir.
Kaf Dağı‘nda yaşayan dev anaları ve perili köşk hikâyelerine benzeyen bu türden tarih anlatımını hepten yok saymak mümkün değildir.
Hiç kuşkusuz ki buna da ihtiyaç bulunuyor.
Biz rahmetli Feridun Fazıl Tülbentçi‘nin Kahramanlar Geçiyor başlıklı eserine de âşinayız.
Pehlivan tefrikalarındaki abartıları dahi severiz.
Fakat asıl garabet, bunu ciddiyet havasında vermek hatasıdır.
Yazarımız İsmail Yılmaz, bana göre, bu hatayı yapmıştır.
Kitabını alan bir akademisyenin, eğer anlatılanları tek yanlı olarak ciddiye alması söz konusu olursa, vay haline demek gerekir.
Fakat yine de, bu eleştirimize karşın, dalkavukluk üzerine ortada başka bir yapıt görünmediğinde sıraladığımız eksikliğini hoşgörüp araştırmacıları için alınması, okunması gereken bir çalışmadır diyebiliriz.
Bu arada, eski Türkçe yazımının Arapça kurallarına uygun olarak soldan sağa, kitaplardaysa tersinden başına doğru okunmasına öykünmüş görünen bir kitap kapağı da, hani dikkatimizi çekmedi değil!
Kitabın ön kapağı arka kapakla yer değiştirmiştir; tersiniz dönmesin, dikkat…

______________________

¨Türk Tarihinde Dalkavukluk ve İhanetler¨
İsmail Yılmaz
Belgesel tarihî derleme, 352 sayfa
Selis Yayınları
İstanbul, 2007, 1.Basım

1559390cookie-checkTarih dedikodu mudur?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.