Tehcir romanlarındaki artış

Öyle görünüyor ki, bundan böyle, Ermeni Tehcirine dair romanlar ve edebiyat ürünleri artış gösterecektir.

‘Tehcirdi, soykırımdı’ tartışmalarının her yıl 24 Nisan gelince hararet gösterdiği, herkesin kendisine göre bir taraf seçip karşısına geçmişlere veryansın ettiği sığ ve sonuçsuz didişmenin bana kalırsa en iyi ilacı edebiyata, edebiyatta ise romana kucak açmaktır.

Sadece romanlardaki kurguyla hayatı anlayacak biçimde empati-duygudaşlık kurabiliriz de, işte ondan tehcire ait hissiyatı romanlar tarif edecektir.
Gülderen Süer’in yakın zamanda yayımlanmış, kapsamlı bir çalışmanın ürünü görünen eseri tam da bu tartışmaların alevlendiği ve seneye kadar küllenmek üzere bırakıldığı vakitlerde dikkati çekti.

İlki değildi, ama en çok ses getireni 1933’de Almanca basılmış, Türkçeye elli sene sonra çevrilip yayımlanmış Musa Dağında Kırk Gün başlıklı belgesel romandı. Musevi asıllı Çek yazarı Franz Werfel’in hacimli romanı Almanya’da toplatılsın diye Türk Hükümeti adına Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, Nazilere resmî başvuruda bulunmuştu. Nazi Propaganda Bakanı, meşhur, J.Goebbels’in Türkiye’nin ricasını ikiletmediği, derhal kitabı Alman kitabevlerinden toplatıp üstüne kibrit çaktığı biliniyor. Bu eser, uzun yıllardan sonra, görece bir rahatlıkla Türkiye’de yayımlanınca ufaktan bir gürültü kopmadı, sanılmasın.

Son zamanlarda tek tük konuya ve döneme dair romanların görünmesini hem doğal ve hem de gerekli buluyorum. Bir ilk sayılabilecek olan Werfel’in romanının cesaret ışığı altında edebiyatçılar artık uslu durmayacak, karanlık köşelere kadar gidip oraları yazacaklardı. Nitekim H.İbrahim Özcan’ın 2009 tarihli romanı Küller Arasında, Acının Terazisinde başlıklı romanı bu cesaretin dile gelişidir.

Zaver Biberyan’ın Babam Aşkale’ye Hiç Gitmedi cesur bir başka romandı; Fethiye Çetin’in Anneannem başlıklı eseri de Ermeni Tehcirine yönelik bir başka çalışmaydı.
Baskın Oran’ın M.K Adlı Çocuğun Tehcir Anıları, ayrıca Ertuğrul Aladağı’nın Maria:Göç Acısı ve aklıma gelen Yorgo Andreis’in Bacım Al Beni bu kısa listeye eklenecek tehcir romanlarıydı.

Gülderen Süer’in Hoşçakal Şam başlıklı kitabı da doğrudan tehciri konu alan, Anadolu Ermenisi yurttaşlarımızın acıklı öyküsünü her yönüyle aktardığı için bir bakıma bu yönüyle önem gösteren romanıdır. Süer, olup bitenin insancıl yanıyla ilgilidir, bir tarafı haklı tutmak değildir amacı, böylece edebiyatçının insancıllığını sayfalarında bize sunar.

Dedesi Dr.Nurettin Söylemez’in 1936’da daktiloyla temize çektiği anılarına dayalı bu romanında Süer, elbette anı yazarı dedeyi roman kahramanı olarak bize tanıtır. Şam’da yerleşik ailesinin yanında liseyi-idadiyi tamamlayan dede, Nurettin Bey’in ardıl iki yüzyılın bitişi ve başlayışı arasında geçen sancılı Osmanlı hayatını akıcı bir üslupla anılarına aktardığı gibi Süer de bize, benzer-kalıtımsal olduğu apaçık bir yetenekle hikâyesini aktarıyor.

Nurettin Bey, liseden sonra Beyrut yakınlarında öğretmenlik yapar, sonra Şam’da 1903’de açılmış tıbbiyenin ilk talebesinden olur. O dönemin ünlü siyasî romantik hareketi Jön Türklere de katılacaktır, birçok sergüzeştli şeyler yaşadığı sıra evlenecektir, çoluk çocuğa karışacak, mesleğinde ilerleyecektir.

Gelelim romanın Ermeni kahramanına: Harutyan ailesi… Erzurum’da başlayan hikâyesiyle Aram Harutyan’ı, karısı Herna’yı ve oğlu Vahab’ı ilerleyen sayfalarda tanıyoruz.
Suriye’de bir köye tehcir sırasında geçici olarak yerleşen Harutyan’larla tanışan Dr.Nurettin’i, hem bu aileye ve hem de Ermeni ahaliye gösterdiği yakınlıkla, onların sağlık hizmetlerine koşmasına dair türlü hikâyatla roman tamamlanacaktır.

Tehcir-deportation/relocation bir siyasî tepki olarak tarih boyunca uygulanan acılı yöntemlerden biridir. Yazımıza Ermeni Tehcirine dair görsellerden birini değil, tam olarak bu nedenle bir başka tehcire ait sanat eserini kullanması uygun olacaktır. Muhtemelen tehcir sırasında hayatını kaybetmiş ve o yüzden resmin kime ait olduğunu bilemediğimiz, Sibirya’ya sürülen Rusya halklarına dair 1946 yılı sürgününün yağlıboya çalışması çok şey anlatıyor.
Süer’in romanı Olağanüstü bir hikâye bekleyenleriçin belki bir derece hayal kırıklığı bırakıyor, ancak bir dönem ve anı çalışması olarak kusursuzluğa yakın bir akış içinde kolayca okunuyor. Vahab’ın yıllar sonra Türkiye’ye gelip Doktoru bulması, onu ziyaretiyle kapanan hikâyesini roman yazarı Bayan Süer işlek bir kalemle yazmış. Başlanınca bitiveren romanlardan birini takdim ediyor okura…

Fakat bizim için bütün bunlardan daha önemli görüneni, tehcir olayına yer veren romanlar arasına girmiş olmasıdır. Her yönüyle farklı görüş ve yaklaşımları sunuyor olsalar bile ortak tarihimizin bu karanlık dönemine ait ışıkların yakılması, ışıldakların parlayıp durması gerekiyor da işte bu yüzden Süer’in romanın ciddi şekilde kitaplığımızda saklamaya karar veriyoruz.

Elbette, romanın editörü, yılların deneyimli yazarı, yayımcısı Nafer Ermiş’in eli değmişliğini, katkısını da sayfalar boyunca gördüğümüzü eklemeden geçemeyiz.

____________________


[email protected]

Hoşçakal Şam
Gülderen Süer
Roman, 432 sayfa
Büyülüdağ Yayınları
İstanbul, 1.Basım, 2014

1573160cookie-checkTehcir romanlarındaki artış

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.