Tekfur Sarayı ilginizi bekliyor

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul surlarına bitişik olarak Edirnekapı ile Eğrikapı arasında yer alan ve ‘Tekfur Sarayı’ olarak adlandırılan yapının restorasyonunu ihale etti. Bu yapı bugüne kadar ayakta kalabilmiş bir Bizans sivil mimarlık örneği olarak Dünya kültür mirası içinde çok önemli bir yere sahip.

Bizans imparatorlarının son güne (29 Mayıs 1453) kadar içinde oturdukları Blachernae Saray kompleksinden bugüne kalmış tek yapı. Bugüne kadar ayakta kalabilmiş olmasının nedeni, geçmişte bugün İstanbul’da örneklerini gördüğümüz türden bir ‘restorasyon’ geçirmemiş olması. Bu yapı geçmişte çeşitli amaçlarla kullanılmış. Kimi zaman çini imalathanesi, kimi zaman Yahudilerin yaşadıkları ortak bir mekan (Yahudihane) olmuş. Ancak yapının değişik biçimlerde kullanılması ve zamana ayak uydurması, bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamış. 

Restorasyon adı verilen uygulamalarda kendisinden farklı olanı sürekli kendi kurmaca dünyasına katmaya çalışan ideolojik bir yaklaşım söz konusu

Bugün bu değişik kullanım ve onarımların izleri dahi yapının bir ‘mekansal doküman’ olarak değerine katılan unsurlar olarak görülebilir. Yapılacak araştırmalara bağlı olarak Yapının ve çevresinin ilk haline  yönelik varsayımlar dijital ortamda yeniden canlandırılabilir. Gezenlere, ilgi duyanlara gösterilebilir. Ancak bu temsili dokümanı mekanda tekrar kurmaya çalışmak, ‘restorasyon’ adı altında -surların büyük bir bölümünde olduğu gibi- yeniden inşa etmeye kalkışmak, yüzyılların birikimini bir anda yok edebilir.

Güncel mimarlık her şeyden önce ‘korumacılık’ adı altında taklit binalar yapılmasını değil, çok kültürlü bir yaklaşımı gerektiriyor. Oysa bu ‘restorasyon’ adı verilen bütün bu uygulamalarda ötekini, kendisinden farklı olanı sürekli kendi homojen dünyasına katmaya çalışan ‘ideolojik’ bir yaklaşım söz konusu.

Daha şimdiden yakın zamanlarda yapılan ‘restorasyon’ uygulamaları ile bu yapının çevresindeki bir çok önemli bölüm yok edildi. Şimdi sıra bugüne kadar ayakta kalabilmiş olan cephe duvarlarında. Bu duvarlar Bizans mimarisinin en ilgi çekici taş tuğla almaşık duvar örgü tekniğinin bir örneği olarak ve özgün halleriyle, sapasağlam ayakta duruyorlar.

Bu koruma sorunsalının kavramsallaştırma sürecinden bağımsız bir bilgiyi nasıl dışladığını, ‘ihya etmek’ adına sembolik alanda kurmaya çalıştığı kurmaca mekanın nasıl yokedici bir mimarlık ideolojisine dönüştüğünü görmek zorundayız.

Tekfur Sarayı’na yapılması planlanan inşaat, bir tarafta İstanbul’a bir simge yaratma telaşındaki yöneticilerin diğer tarafta İstanbul’daki bin misli değerli, ilgi çekici yapıları nasıl algılayamadığını gösteren bir örnek. Sakın halkın “aman ne olur şu Bizans yapıları bir onarılsın” diye yöneticilere talepte bulunduklarını zannetmeyin. Bugün kent yönetimi halk istediği için bu yapıları onarmaya, kullanıma açmaya çalışmıyor. Böyle bir talep yok. Yönetim, çok sınırlı bir kesimin taleplerini karşılamak için, hizmet üreticilerinin karar verici hale geldiği kapalı bir katılım biçimi ile bu kararları alıyor. Ortaya çıkan felaket de bu nedenle durdurulamıyor, önlenemiyor.

 İnşaat başladıktan sonra ortaya çıkacak olan sonuçlara bakıp konuşmamız anlamsız olacak

Projeye bakarsanız, bir ‘yeniden canlandırma’ ve ‘işlevlendirme’ projesi. Yapının ‘turizme kazandırılması’, yani yeniden işlevlendirilmesi düşünülüyor.  Bunun için de ilk önce işe mekanın elden geçirilmesi öngörülüyor. Müteahhit ne yapacak? Elinden geldiğince kendisinden istenenleri yapmaya çalışacak. Surlarda olduğu gibi belki taşla kapladığı alanın metrekaresi üzerinden para alacak. Şartname gereği belki yanında iki yıllık okuldan mezun bir ‘restoratör’ çalıştıracak. 

Şartname dediğimiz şey ise başlı başına bir sorun. Ne kadar iyi hazırlanırsa hazırlansın, ihale teklif dosyaları ne kadar bunlara uygun görünürse görünsün, her şey kağıt üzerinde kalacak.  Neden diye sorarsanız: Müteahhitlerin çalıştırdıkları insanların niteliği, niyeti ne olursa olsun, asıl sorun böyle bir uygulama için üretilmesi gerekli bilginin bağımsız olmaması. Belki belediyenin kontrolörü bu işten nemalanacak. Belki belediye bürokratları, yöneticileri de. Ancak bugüne kadar bu yöntemle İstanbul’un surlarının nasıl yok edildiği ortada. Sorun müteahhitte değil, belediyede de değil. Süreci yönlendirecek bilginin üretiminde bağımsız bir kurum olmamasında. Profesyonellikle ilgili en basit, temel yöntemler dahi ihmal ediliyor.

İstanbul gibi Dünya’da eşi benzeri olmayan bir birikime sahip bir kentte bugün yapılanların ileride çok büyük bir pişmanlık duymamıza yol açacağından hiç kuşkunuz olmasın.

NE YAPMALI?

Güncel mimarlık anlayışı ister tarihi olsun, ister yeni yapı, böyle bir kopyalamacılık anlayışı ile çelişiyor. Restorasyon, ihale, uygulama vs. bütün bu kavramlar araştırma projesinin son aşamaları olmalı. 

Bugünkü uygulama sonuçlarına bakarsak, bir deneyim oluşturacak süreç yaşanması için hatta bu ‘müteahitlik terimleri’ hiç kullanılmamalı, bu aşamada yalnızca bir araştırma-belgeleme süreci ile yetinilmeli.  Çünkü bunları yapabilmek için çalışmaların her adımında, özellikle rölöve ve temizlik çalışmaları (hem dolgu toprağın hem yapının temizliği) sırasında- dikkatli bir arkeolojik araştırma gerektiriyor. Asıl sorun da burada. 

İlk önce bağımsız uzmanlık kurumlarının yapıyı bir tarihsel doküman olarak araştırmaya çağrılması gerekiyor. Yeni teknikler kullanılarak, zeminde henüz arkeolojik kazı yapılmamış alanlardaki kalıntıların yerleri belirlenmeli. Sanal ortamda bu belgeleme çalışması, araştırma projesinin bir parçası olmalı.

Tekfur Sarayı tanıtımında bu belgeleme profesyonel biçimde hazırlanarak kullanılmalı. Araştırma çalışmaları mutlaka uzmanların katılacağı workshoplar ile birlikte yürümeli. Kent yönetimi uluslararası araştırma kurumları ile işbirliği yapmalı, deneyim paylaşmalı. Bağımsız bir kurul oluşturularak, bütün araştırmalar bu kurul tarafından yönetilmeli.

Yapılan araştırmalar sonucunda bu kurul arkeolojik kazı, temizlik, konsolidasyon, konservasyon ihtiyacı gibi ne gerekiyorsa belirlemeli. Bu yapılmadan hiçbir ihale yapılmamalı.

Sonuç olarak: Tekfur Sarayı hala dünyaya, kendimize, geleceğimiz borçlu olduğumuz birçok bilgiyi  barındırıyor. Bugünkü uygulamalar bu bilgiyi hızla yok ediyor, karşılığı hiçbir şeyle ödenemeyecek, geri dönüşü olmayan büyük bir değeri tüketiyor. Her şey bir yana, bugün uygulanan yöntemler, bizi hiç ilgilendirmese bile, turizm açısından bile çok büyük kayıp.

Hem Doğu hem Batı dünyası için de sembolik anlamlar taşıyan bu yapıları görmeye gelenleri yeni yapılmış bir inşaat örneği ile karşılamak büyük hayal kırıklığına uğratmayacak mı? Bu yapı rehber kitaplarımızda gelecekte yerini nasıl alacak? 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ahşap giydirme betonarme yapılar için dönem hanesine ’19. yüzyıl’ yazması gibi, biz de 21. yüzyıl Tekfur Sarayı replikasına (replika demek bile fazla) ’12. yüzyıl’  yazarken hiç utanmayacak mıyız?

Bu yüzden İstanbul’da aklı başında kalmış herkesi Tekfur Sarayı’na sahip çıkmaya çağırmamız gerekiyor. İnşaat başladıktan sonra ortaya çıkacak olan sonuçlara bakıp konuşmamız anlamsız olacak.

__________________

Korhan Gümüş / [email protected]
 
 
 
 

1633670cookie-checkTekfur Sarayı ilginizi bekliyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.