TETİK, TETİKÇİYE KENDİSİNİ MESİH HİSSETTİRİR

SEDAT YILDIRIM SARICI – Dün Ankara’da Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Saldırı duyulur duyulmaz birçok muhalefet partisi başsağlığı mesajları yayınlayıp suikaste tepki gösterdiler. Cinayetin derhal aydınlatılması çağrısında bulundular.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklamada “Uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Sinan Ateş’e Allah’tan rahmet, ailesine, dostlarına başsağlığı diliyorum. Devlet, bu cinayeti tümüyle aydınlatmalıdır. Sokakları karıştırmak isteyenlerin oyunlarına düşülmemelidir.” dedi.

Ortaokulda okuduğum yıllarda rahmetli annem “günahtır, Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır” der, hiçbir canlıya kıymamamız gerektiğini öğütlerdi. Başından çıkardığı beyaz yazmasını sağa sola sallayarak eve doluşan arı veya sivrisinekleri açık pencereye yönlendirirdi.

Cana kıymamayı sonra toplumcu şair Hasan Hüseyin’den de öğrendik; “hor baktık mı karıncaya  / kırdık mı kanadını serçenin / vurduk mu karacanın yavrusunu / ya nasıl kıyarız insana!”

Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır” vecizesi oldukça güzel bir belirlemedir. Kur’an da “kısasa kısas” gibi (2/Bakara 178), (2/Bakara 179), (5/Mâide 45) savaşı ve öldürmeyi meşrulaştıran ayetler olduğu açıklansa da, tefsir, meal ya da tercümeden emim miyiz, değil miyiz, bir türlü ortak kanaat geliştiremiyoruz.

Kur’an yabancı dilde yazılmış olduğundan iki ilahiyatçı bir araya geldiğinde basit bir tenakuzda bile uzlaşabildiklerine şahitlik edememek mukadderatımız oldu… Şayet cinayet kararı alınmışsa cin ayet bulmakta zorlanmaz. Minareyi kılıfına uydurur.

Yine de unutmamak gerekir, derler ki “tetiği çeken parmak tetikçiyi işaret eder”.

Yani “ava giden avlanır”. Şark’taki irfanı delalete cahilce celallenme değil, sadece şu iki mısra bile yeter de artar bile. “Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar / Anadan babadan yardan ayrı koyarlar”. 

The Deer Hunter

Garp’taki irfanı kanıtlamaya ise The Deer Hunter (Ceylan Avcısı -1978) filmi iyi bir örnektir. Vietnam Savaşı’ndan kaçan Amerikan ordusunun geride nasıl bir felaket bıraktığının fotoğrafıdır. Ama yine de anlatım Amerikan gözlüğüyledir.

Allah’ın verdiği canı alan, Allah’a ortak koşma hissiyatına girer (Şirk). Can veren “Allah” ise de, kendisi artık can alan “ilah”tır.

Aslında katil ile savaş kararı alan siyasetçi ya da komutan birdir. Tetikle tetiği çeken, tetiği çektirenle tedarik eden hep aynı kişilerdir. Tetiği icad edenle imal eden, bu cümlelere itiraz edenle tetiği pazarlayanlar bizzat aynı “zat-ı muhteremlerdir”.

Çamur bileşimdir, bileşim birliktelik. Kimi birliktelik kirliliktir. Kirlilik sinsilik, sinsilik irindir. İmalat, ithalat ve ihracat irileştikçe irinleşir. Atalar yapıştırır, “Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz”.

MEHMET ALİ AĞCA

Ağca, gasp ve soygun gibi suçlarının ardından Milliyet Gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’yi öldürmüş (1979), sonra Papa II. Jean Paul’ü (1981) vurmuştu. Müslümanlıktan katolikliğe geçtiğini bildirmiş, geç kalmadan mesihliğini ilan etmişti. Kardeşi Adnan Ağca, ‘‘Mehmet Ali Ağca’nın mesihliği, Türkiye Cumhuriyeti açısından da olumlu sonuçlar doğurmuştur’’ diyerek Hürriyet arşivlerini renklendirmiş (29.11.2000), ülkücü katile silah kendisini ilah zannettirmişti. 

Ağca, 1958 Malatya doğumludur. 1954 doğumlu Hrant Dink de Malatyalıdır. 2007 yılında aramızdan koparılmıştı. Tek başına manavdan domates alamayacak kadar saf, 17 yaşındaki bir çocuğa tetik çektirilmişti. Babasının ihbarıyla yakalanan Ogün Samast “hiçbir pişmanlık duymadığını” söylemiş, “güvenliğimizden sorumlu” görevlilerce “bayrak” önünde hatıra fotoğrafları çektirmişti.

Büyük Birlik Partisi’ne bağlı Nizamı Âlem Ocakları (Alperen Ocakları) üyesi Yasin Hayal’in azmettirdiği yazıldı. Dink, Türkiye’de 1909 yılından bu yana suikast sonucu öldürülen 62. gazetecimizdi.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi suikastın ‘FETÖ’nün amaçları doğrultusunda işlendiğine’ hükmetti. FETÖ, 1969’dan bu yana laiklik karşıtı şeriatçı, cemaatçı ticari terör yapılanmasıdır. 2000-2015 arası “her istedikleri devlet yetkililerince tedarik edilmişti”. 

Dink’in uğurlanışı

Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, son görev olarak adlandırdığımız uğurlama için toplanan onbinlerle ciğer yanıklığını paylaşırken asırlardır yakamıza yapışmış karanlığa değinir; “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…”

MALATYA MALATYA BULUNMAZ EŞİN

Türkü “Malatya Malatya bulunmaz eşin” der. Neden öyle söyler? Gerçek öyle olduğu için öyle söyler. Malatya tarihi derinliği ve sanata verdiği önemle kendine has bir memlekettir. Anamım da, babamın da memleketi olduğu için yazmıyorum. Hakikaten öyle.

Sinemaya karşı da özel bir sevgisi/ilgisi var. Her yıl Malatya Uluslararası Film Festivali düzenliyor. Eee, ne var bunda? diyebilirsiniz. Evet birkaç kentimizde uluslararası film festivalleri düzenleniyor ama Malatya efsanevi sinema yıldızlarımızı engelli sinema severlerle aynı salonda buluşturup, birlikte film izletiyor.

Onbinleri bulan Suriyeli göçmen misafirlerin yaşadığı “Konteyner Kent”lere sinema perdeleri kuruyor. Hülya Koçyiğit, İzzet Günay, Kenan Işık ve bir zamanlar kendisi de çadır kamplarında bulunan Filistinli yönetmen Rashid Masharawi gibi efsaneleşen isimlerle Konteyner Kent ziyaretleri düzenliyor.

Malatya tam bir sinemalar cennetidir. İşte size Malatya’daki bazı sinema adları. Bazıları kapandı ama tutkunun kanıtı olarak yazmalı. “Cumhuriyet Sineması, Milli Sinema, Aydınlar Sineması, Malatya Sineması, Şark Sineması, Şehir Sineması, İstanbul Sineması, Ankara Sineması, İpek Sineması, Kılıç Sineması, Pınar Sineması, Renkli Sinema, Şeker Fabrikası Sineması, Sümerbank Pamuklu Sanayi Müessesesi Sineması, Yeni Melek Sineması, Sıtmapınarı Yeni Aile Sineması, Gülaydın Sineması, Ar Sineması, Askeri Sinema, Can Sineması”

Hele de 1973 yılında açılan Vanlıoğlu ailesinin çalıştırdığı Büyük Sinema vardı ki Ankara’daki Arı Sineması’yla değilse de Akün Sineması ile yarışacak düzeyde bir mimari tasarım ve dekora sahipti.

Yani aslında ne demek istiyorum? Nasıl Eskişehir üniversitelerle, Assos felsefe toplantılarıyla, Gümüşlük caz kulüpleriyle, Bursa rock müzikle, Urfa baharatla haşır neşir olmakla mutlu ise her köy, kent, ülke kendi kaderini ve kederini tayin hakkını kullanıyor, kullanacak, kullanmalı. Engellemelere rağmen engellilere ulaşmalı.

Fikret Kızılok

Malatya Malatya bulunmaz eşin” türküsünün ana teması 54 yaşında kaybettiğimiz ülkemizin en güzel çocuklarından Fikret Kızılok’un (1946-2001) ölümsüz eseri Kara Tren’in ara teması olur. Hey! Douglas, 2019’da eseri yeniden ele alır ve günümüz akımlarıyla birleştirir. Hem türkünün ana teması, hem Kızılok’un Kara Tren’i ahirette dahi önceliğimiz olacak.

https://www.youtube.com/watch?v=EdL1Qcef_Ec

Ahmet Kaya da Malatyalıydı. Benim gibi halk müziğine hatır, gönül, vefa borcu için cefadan kaçmadan caz, rock ve senfonik müzikle de gönül bağlarını dinç tutmayı amaçlayan birisinin apar topar albüm kaydeden Ahmet Kaya müziğiyle arasının açık olması doğaldır.

Ahmet Kaya’nın bir şarkısının sözleri şöyledir ; “Adamın biri vurulmuş sokakta / Cebinde adresim bulunmuş başım belada / Tabancamı unutmuşum helada / Ner’den baksan tutarsızlık / Ner’den baksan ahmakça”.  Yorgun demokratın kafası karışık da olsa haksızlığın ve katliamın karşısında dikilmemize engel değildir.

Geçen hafta Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne silahlı bir saldırı gerçekleşti ve Şirin Aydın, Emine Kara, Abdurrahman Kızıl hayatlarını kaybettiler. Ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum.

70 yaşlarındaki Fransız saldırgan “Bütün göçmenlere” kızgın olduğunu ve tanımadığı kurbanlara rastgele saldırdığını açıklamış. “Tek pişmanlığının kendini öldürememek olduğunu söyleyip ve her zaman düşmanları (Avrupalı ​​olmayan tüm yabancıları) mezara gömeceğini” sözlerine eklemiş (23 Aralık 2022, Birgün Gazetesi).

17 yaşındaki Türk de, 70 yaşındaki Fransız da can almaktan pişman değiller. Buna öldürmenin hazzı da deniyor. İlahi silah! Maşallah, erkek adam…

Yavuz Turgul yapımı “Eşkıya” (1996) filminde Cumali (Uğur Yücel) sevgilisini ve sevgilisinin sevgilisini öldürür. Pis bir tebessümle “Birini öldürmek çok zor zannederdim, kolaymış be Eşkıya” der. Film icabı, uyuşturucu kuryesi olan Cumali, Yılmaz Güney hayranı olan babasının esinlenmesiyle İnce Cumali filminden adını almıştır.

Yılmaz Güney 1984 Newroz’un da demiş ki; “Bugüne kadar bu amaçlar uğruna çok kurban verildi. Daha da verilecek. Biliyoruz ki, kurbansız zafer mümkün değildir.”

Bilmem hiç kurbanlık koyunun kesimine tanıklık etiniz mi? Koyun, kurban edileceği sabah sanki olacakları sezinler, ağlar gibi gözleri dolar ve her zaman olduğundan iki kat daha fazla anasına, yuvasına seslenir de seslenir. Durmaksızın…

Sarayın akıl hocası yazar Alev Alatlı der ki “Türkler sabırsızdır. At üstünde geçen bir hayat sizi sabırlı yapmaz. Öngörüşlü değildir. İleriyi göremez. Anı yaşamak ister.” 

Konumuz candı. “Can çıkar huy çıkmaz” derler. Umalım ki Alatlı yanılmış olsun. Haklıysa da meşrebi şürekasıyla sınırlı kalsın. Üzüm üzüme baka baka kararmasın!

Lafın gelişi değil, hakikaten barış ve huzur dolu bir yıl diliyorum.

2658030cookie-checkTETİK, TETİKÇİYE KENDİSİNİ MESİH HİSSETTİRİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.