Türkiye’de akademik özgürlük tehdit altında

Yüksek Öğretim Kurulu YÖK tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan değişiklikler, akademisyenlerin bilimsel tartışma ve açıklamalar haricinde medyaya bilgi veya demeç vermesini disiplin suçu olarak tanımlıyor.

Akademik özgürlükle ifade özgürlüğü ayrı kavramlar olmasına ragmen, birbiriyle yakından ilintili. Biri olmadan diğeri de olmuyor.

Uluslararası alanda, akademik özgürlük deyince, öğretim üyelerinin herhangi bir müdahaleyle karşılaşmadan serbestçe araştırma yapabilmeleri, sonuçlarını yayınlayabilmeleri, öğrencilerine öğretebilmeleri ve herhangi bir kurumsal disiplin tehdidi ya da siyasi baskıya hedef olmadan entellektüel tartışmaya katılabilmeleri anlaşılıyor.

YÖK’ün son kararı, üniversite ve yüksek okullarda öğretim üyelerinin vatandaş olarak bireysel özgürlüklerini ve insan haklarını çiğnemekle kalmıyor, akademik ögürlüğün temel ilkelerini de ayaklar altına alıyor. Ülkenin aydın insanlarının kamuyu ilgilendiren konularda tartışmalara katılmaları, varsayımları sorgulamaları ve yeni fikirler ortaya atmaları, bütün toplumun yararınadır.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden, Radikal gazetesi yazarı İlker Birbil’e göre, ‘İfade özgürlüğü hepimiz için gerekli. Ayrıca, demokratik olduğunu iddia eden bir sistemin de olmazsa olmazı. Onun için ifade özgürlüğü olmadan akademik özgürlükten bahsetmek mümkün değil. Öte yandan, tarihten de bildiğimiz üzere, akademinin toplumdaki özgürlükleri tetikleyici, önder bir rolü olabilir. Türkiye özelinde akademik özgürlüklerin garanti edilmesi, toplumda ifade özgürlüğünün de önünü açabilir’ .

Türkiye’de akademik özgürlüklere yönelik tehdit, sadece öğretim üyelerinin bireysel özgürlüklerinin kısıtlanmasından ibaret değil. Akademik özgürlüğün kurumsal boyutu, yani özerklik açısından da ciddi sorunlar yaşanıyor.

47 Avrupa ülkesinden üniversiteleri temsil eden Avrupa Üniversiteler Birliği EUA, Türkiye’yi üniversite özerkliği açısından en alt sıralarda görüyor.

1980 askeri darbesi ardından kurulan YÖK, yüksek öğrenimin hemen her alanını denetlemekle görevli.

Londra Üniversitesine bağlı Royal Holloway Fakültesi öğretim üyesi Gül Berna Özcan, YÖK’ü‘baskıc ı, tepeden inmeci bir devlet ve hükmetme anlayışının ürünü’ olarak tanımlıyor ve ‘Özgür düşünceye değil, bürokratik sadakata dayalı bir system. Anti-demokratik. Araştırma ve geliştirmeyi engelleyici’ diyor.

Sabancı Üniversitesinden İlker Birbil de YÖK’ün akademik özgürlükler açısından problemli olduğu görüşünde. “Üniversiteler, özellikle devlet üniversiteleri, YÖK eliyle doğrudan hükümete bağlı. Hoş bu yeni bir şey değil. 80 darbesi ile başımıza sarılmış bir musibet. Bu hükümet YÖK’ü kaldırmayı vaat etmişti ancak sistemin başına geçince onun verdiği güce bayıldı. Rektörlerin değiştirilmesi ve beraberinde gelen kadrolaşma, üniversiteleri partizan yaptı. Tabii, arada akademik yetkinliği sorgulanması gereken insanlar olmadık pozisyonlara geldiler. Siyasi görüşü hükümet ile hizalanan akademisyenler, toplumsal olaylarda hükümetin arkasında durdular; fahri doktoralar dağıttılar. Beraberinde, yaratıcılık konusu gibi sözde-bilim konferansları gündeme geldi. Ve tabii kendi geleceğini düşünmek zorunda kalan akademisyenler de ister istemez otosansüre başladılar” diye de ekliyor.

İlker Birbil’e göre, son düzenleme, “bir ton sınırlamayı bir ‘torba’ maddeye dolduruyor. Üstelik ifade son derece geniş. Nereye çekersen çek. Belli ki Gezi hareketi gibi olaylara destek istenmiyor.”

Geçen yaz tanık olunan Gezi protestolarına destek oldukları düşünülen akademisyen ve üniversite öğrencileri, bursların iptali ve disiplin cezaları da dahil bir dizi yaptırıma hedef oldu.

Ekim ayında da, Türkiye’nin en saygın yüksek eğitim kurumlarından Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) benzer baskılarla karşılaşti. Tartışmalı ve çevreye hasar veren bir yol yapımı projesine karşı çıkan öğrenci ve öğretim üyeleri, polis şiddetiyle susturulmak istendi.

Oysa, üniversiteler bir toplumun hem eleştirmeni hem de vicdanıdır. Bu rolü yerine getirebilmeleri ise, ancak, bilimsel araştırmanın ve bağımsız düşüncenin özgürce gerçekleşebildiği ve özendirildiği kurumlar olabildikleri sürece mümkün.

Profesör Clark Kerr, Amerika Birleşik devletlerinde yüksek öğretimin Henry Ford’u olarak da tanınan ünlü bir reformcuydu. Berkeley Üniversitesinin ilk rektörü olan bu aydın ve sözünü sakınmayan akademisyen, 1967 yılında, zamanın Kaliforniya valisi Ronald Reagan tarafından görevden alındı.

Profesör Kerr belki de en çok şu sözleriyle hatırlanır: “Üniversite, fikirlerin, öğrenciler için zararsız hale getirileceği yerler değil, öğrencilerin, fikirlere zarar vermeyecek şekilde yetiştirildiği kurumlardır.”

___________________

* Yazarın diğer yazıları için lütfen tıklayınız:
http://www.firdevstalkturkey.com/tr/

1559640cookie-checkTürkiye’de akademik özgürlük tehdit altında

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.