Büyük bir elek verdi 2020 yılı elimize…
Hadi ele bakalım dedi…
Eleye eleye bitiremedik.
Biraz korktuk, biraz sustuk
biraz yorulduk oturduğumuz yerde
biraz da saklandık..
Saklanmak bizi sade virüsten değil
hayatın tüketen sahte koşturmalarından da korudu.
Uygarlığı dijital çağ zannettiğimiz,
İnsani değerleri teknolojinin kılıfına tıktığımız hayatın
aslında ‘insan’ denen kavramı yapılandırma çabası olduğunu unutmuştuk epeydir.
Böyle böyle bildiklerimizin altını da kalın kalın çizdik,
bilmediklerimizi ekledik, unuttuklarımızı hatırladık.
Elek de işi hızlandırdı doğrusu…
Hayal kırıklığı deşifre oldu.
iyiyi de gördük kötüyü de…
Bazen görmezden geldiğimiz şeylerin, görmeye değmeyeceğinden değil de,
aksine anlamını yitirmesin diye unutmayı göze aldığımız iyi niyetli suskunluklar olduğu da anlaşılmıştır umarım…
Göğsünüzü siper ettiğiniz yalanlar, imdat ateşleridir olsa olsa…
Turgut Uyar’ın canım “Geyikli gece” isimli şiirinin içinde geziniyorum.
epeydir geziniyorum çıkamıyorum.
Sanki bu gün yazılmış gibi satırlar,
sadece tanıdığım değil yabancıladığım insanların da yorgun sokaklarıyla dolu… .
Doğrusu hepimiz birer geyikli gecenin gölgesinde soluklanıyoruz.
Bilmem ki her şiir kehanet midir yarına?… bana biraz öyle geliyor.
Şairler biraz da kahin midir?… belki öyledir.
Belki çözmek gerekir şifreleri tek tek
sorulara bir cevap bulunamadığında…
Bu şiir bu günün kehanetidir…
“Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta” demişti Turgut Uyar.
“Herşey naylondandı o kadar
ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı”
durup durup ruhumu çimdikleyen bu şiir
işte şimdi şuracıkta sığınıverdiğim
herşeyin üstesinden gelecek gücü veren
bir ilaç gibi.
yanık elimin sızısını şıp diye kesen sarı bir merhem gibi…
Bunca korkunun pazarlığına oturtulan toplumsal yaraların merhemi de O.
Bazısına bir ninni belki…
ama ben tam da burada uyanıyorum.
Herkesi kendin gibi zannetme yanılgısına…
Hala kendini karşındakinde arama telaşına…
Hala sende olmayan için karşındakini suçlayışa…ya da tersi…
buna da fena halde kuruluyorum.
Tıpkı göğsümde beslediğim ama bir türlü büyütemediğim o küçük kuşun
her çırpınışında kalbimi hatırlatması gibi…
“Üç ev görsek şehir sanıyorduk”… öyle ya…
“Üç bardak şarap da yeter kurtulmaya”… öyle tabi …
gider kıvrılırız geyikli geceye…
Bu kadar yabancılaştığın hayatın bütün getirisi,
yine kendini kendinden doğurmaktı…
kendini sevmek, kendi kollarına sarılmaktı…
Evinin hüznü dışarının kederinden umutluydu,
daha insancıl, daha çoğuldu.
hüzün iyidir insan evrimi için, umut barındırır.
Kederleri sarıp sarmalamayın, ama hüznü de kederlerinizle karıştırmayın.
Ölümün keskin çizgisi hatırlatıyor ancak
yaşadığında verdiğin selamın hakikatini.
ahh… Üç beş kadeh şarap da yetmiyor ya ayılmaya,
yüzlerini denizle yıkasalar da çıkmaz bu kir.
Bunu da öğrendikçe duruldum.
Şiirin sırat köprüsü
‘Sevinsek de sonunu biliyoruz’ diyebilen bir şairin kehanetidir.
Ne iyidir ne kötüdür…
Herkesin haklı olduğu bir taraf da yoktur abartmayın.
Doğruya doğru, yanlışa da yanlış denmeli sonuçta, nasıl gelişebiliriz başka..
ve haklılık yarışına girmek de matah bir şey değil ya…
derdini anlatmanın da bir usulü, iletişimin de bir üslubu var
Yoksa suçlamak, yargılamak, sataşmak çok kolay…
edep, adap dediğimiz toptan bir durulmaya,
görgü, bilgi dediğimiz bir yuvaya ihtiyacımız var.
Ve dostluğa.. ‘seni anlıyorum’ diyen sarılmalara…
İnsan insan bir şey lazım bize
öfkeyi korkuyu kuşkuyu umuda dönüştüren,
İfadeyi yumuşatan bir hoşgörü kıvılcımı lazım.
“Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak” diyor Turgut Uyar..
insanın ‘İnsan’ yüzü küçücük bir aynada, ruhuysa bir geyikli gecede saklı sanırım.
İnsana insan olan yüzümüz yorgun epeydir…
Aslında bütün iç sıkıntımızın da sebebi ayna olma yersizliği…
Oturduk oturduk ve düşünmeye zaman ayırdık nihayet..
‘Kendini terketme kendini terketme” diyen iç sesle kalakaldık…
Giden gitti elekte elendi, kalan sağlar da kuruldu yüreğimizde demlendi.
“Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı”…
buydu..
durup durup kendi yanaklarımızdan öpüyorduk…
Ve dost sarılmalar için
önce kendi kollarımızı güçlendiriyorduk…
Sen ‘hiç bir şey umurumda değil, aşktan ve umuttan başka’ dedin ya Turgut Uyar…
çekildi içimden duygusu şiddetli, öfkesi de pazarlıklı insanlar…
O an bir geyikli geceden başka neydi ki canım…
Akla düştüğü anda son bulur hasret.
Buna inanıyorum elimde değil…
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece …
Zamansız bir hissin
coğrafyasız bir hüzne kilitlenmesi…
Gözlerinden öptüğüm iyi niyetli insanlar iyi ki varsınız..
Sizin nefesinizle dönüyor bu dünya …
Küfretmeyelim diye dövündük durduk ama
hayatımızı da bir ‘boşver’e salmadık sonuçta…
Özlenen de bilsin ki; düş ve gerçekliğin arasında
kendini yorgun ve çekilmez hissettiği an,
kendi yanaklarından öpmek dağıtır keder bulutlarını…
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum önce..
Sonra…
Sonra Turgut’un ölümsüz yanaklarından…
hala pembe.. hala sıcak..
ve fena halde akıllı şiirinden…
__________________
Çok değişik ve özgün bir uslübün var bayıldım.