Türk kültüründe ateş ve ocak neden bu kadar önemli?

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak da sulara gömülmeden bu yıkımı durdurun…

Üretimden sosyal yaşama geleneksel Türk kültürünün yüzlerce yıldır yaşatıldığı Anadolu coğrafyasındaki az sayıdaki yerleşim, yıkım projeleri uğruna barındırdığı sırlarla birlikte birer birer tarihten siliniyor.

Bu yerleşimlerden biri de Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Darıbükü köyü. Birkaç yıl öncesine kadar modern yaşamın neredeyse hiç uğramadığı köyde, geleneksel tarım, ağırlıklı olarak keçi yetiştiriciliği ve ünü tüm dünyaya ulaşan Isparta halıları ile özgün Yörük kilimleri dokumacılığı yaygınmış. Orman işçiliğinin de geçim kaynağı olarak kabul gördüğü köyde bütün bu üretim araçları birer birer köylünün elinden alınınca 1980’li yıllarda kente doğru hızlanan göç, koca bir vadiye yayılan Darıbükü’nü adeta boşaltmış.

ALEVLERİ KARARAN OCAKLARIN COĞRAFYASI
Yukarı Köprüçay Havzası’nın kalbinde yer alan Darıbükü, 1990’lı yıllara kadar, değirmeni, demircisi, kalaycısı, nalbantı, marangozu, terzisi ve dokumacı kadınlarıyla yöredeki köylerin merkezi olmayı sürdürmüş. Ancak göçle birlikte giderek insansızlaşan köyde yalnızca yaşlı nüfus kalınca yüzlerce yıldır yanan ocakların alevi de giderek kararmaya başlamış.

SULAR YÜKSELDİKÇE OCAKLAR SÖNÜYOR
Yaşamın merkezinde yer alan ateş ve ocak Türk mitolojisi ve kozmolojisi açısından da oldukça önemli bir simge. Ocağın hiç sönmediği, ateşin sürekliliği etrafında biçimlenen bir kültürün son taşıyıcısı olan insanların yaşadığı Darıbükü köyünde 2012 yılında inşasına başlanan Kasımlar Barajı ve HES projesinde hukuki süreç tamamlanmadan ve usulsüz biçimde su tutmaya başlanınca, baraj gölünün suları işte bu ocakları da yutmaya başladı.

ÜMMÜHAN NİNE’NİN OCAĞININ BAŞINDA
Darübükü’nde tüten en son ocaklardan birinin başında ateşi karıştırıp duran 75 yaşındaki Ümmühan Uysal nineyi geçtiğimiz hafta sonu bir kez daha ziyaret ettik. Amacımız hızla suların yuttuğu köydeki geleneksel yaşamı olabildiğince kayıt altına alabilmek. Baraj yapılması için diğer köylülerle birlikte evine el konulan Ümmühan Nine, Darıbükü köyünün dokumacı kadınlarından biri. Yıllar önce kaybettiği eşiyle birlikte elleriyle inşa ettikleri evinin kalbinde yanan ocağın başında sohbet ediyoruz.

OCAĞINDAN KOPARILAN KÖYLÜYE AMERİKAN MUTFAKLI EV
“Nasıl olalım, ateşi dürtükleyip duruyoruz işte. Bu ocak olmasa ben rahat edemem, ocak bizim her şeyimiz” diyen Ümmühan Ninenin evinden ve ocağından neden ayrılmak istemediğini daha iyi anlıyoruz. Çünkü 24 diğer aile gibi Ümmühan Uysal’a da önerilen beton evlerde Amerikan mutfak var ama ocak yok. Baraj şirketi tarafından “Yöresel mimariye uygun” diye duyurulan evlerin kalbi yok yani. Ocaklarını bırakıp bu kalpsiz evlere yerleşen köylülerin ilk işi beton kafeslerin bitişiklerine ateş yakabilecekleri ocaklar inşa etmek olmuş. Çünkü yüzlerce yıl ateşi izleyerek ruhunu sağaltan insanlar ocaksız kalınca hasta olmaya, yaşamlarının anlamını yitirmeye başlamış.

‘EVİMİZDE BİR OCAK OLMAZSA BİZ YAŞAYAMAYIZ’
Betondan, Amerikan mutfaklı evlere zoraki olarak yerleşen köylülerden biri olan Sefer Cengiz, “Evimizde bir ocak olmazsa biz yaşayamayacağız, bunu anladık” diyor. 72 yaşında, tansiyonu 20’ye fırlamış, her türlü sağlık sorununa karşın harıl harıl evinin yanı başına ateş yakabileceği bir ocak inşa ettirmeye koyulmuş. Sefer Cengiz’in tansiyonunu ölçen doktor arkadaşlarımız şaşırıyor. Yatakta olması gereken köylü, hiç umursamadan evinin kalbinden sökülen ocağın peşinde oradan oraya koşturarak bir an önce ateşi yakabilmenin telaşında.

“Akşam eve girince ölü gibi kalıyorum ama sabah uyanıp koşturmaya, çalışmaya başlayınca diriliyorum. Hastalığı, tansiyonu unutuyorum” diyor Sefer Cengiz.

‘SULAR GELENE KADAR BURADAN GİTMEYECEĞİZ’
Yaşı doksana dayanmış Nuri dede hala ocağını, evini terk etmeyenlerden. Karısı Meryem nine ile birlikte ocağın başında suların evlerine ulaşmasını bekliyorlar. Onların evi biraz daha yukarıda, sular daha geç ulaşacak. “Sular gelene kadar buradan gitmeyeceğiz” diyor Meryem nine. Ateşi keşfeden ilk insanın heyecanıyla ocağın başında oturan Nuri dede olanca yokluğa rağmen elinde ne varsa bizimle bölüşmek istiyor. Bir torbadan çıkardığı cevizleri titreyen elleriyle kırıp bize yedirmek istiyor.

YAŞLI VE YORGUN YÜZÜNDE İNSANLIK ATEŞİNİN IŞIĞI VAR
Yaşlı, yorgun ama gülümseyen yüzünde yüreğinde hala sönmemiş olan insanlık ateşinin ışığı var. Ertesi sabah yol boyunca yürümeye çıktığımızda, baraj inşaatı sırasında kesilen binlerce ağaçtan arta kalan kuru dalları eliyle kırıp istifleyen bir yaşlı görüyoruz. Yaklaşınca anlıyoruz; Nuri Dede. Sırtına yüklendiği kuru dalları oldukça uzak mesafeden evine, ocağına taşıyor, ateşi sönmesin diye.

OCAK SÖNMESİN DİYE AZRAİLLE DALGA GEÇEN ADAM

“O böyle her sabah gider birkaç kuru dal getirir. Getirmezse rahat edemez, vaktini böyle geçiriyor” diyor, Meryem nine. Kentlerde, ocağından, ateşinden uzakta soluklanan yaşıtları çoktan yatalak olan Nuri dede, adeta Azrail’e meydan okurcasına ateşine yakıt taşıyor, akıl almaz bir yürek gücü ve içten gelen gülümsemeyle. Ocak sönmesin, evi kalpsiz kalmasın diye…

İKİ GENÇ BİR OLUP BİR OCAK YAKINCA…
Darıbükü köyündeki toplumsal düzen, yüzlerce yıldır ocak örgütlenmesi üzerinden sürüp gitmiş. İki genç bir olmuş, bir ocak yakılmış. Oğullar büyümüş, baba ocağından asker ocağına gitmiş. Dönünce yüreğini tutuşturan kızla bir olup kendi ocağını yakmış. Kızlar büyümüş, ana ocağından aldığı ateşle yüreğini yaktığı oğlanla birlikte kurdukları kendi ocaklarını tutuşturup, devran döndükçe ocağı tüttürmüşler…

Ancak Darıbükü köyünde de tüm Anadolu köylerinde olduğu gibi kapitalizmin yakıcı ateşi birer birer savunmasız insanların ocaklarını söndürüyor…

‘YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK SÖNMESİN’
Ümmühan Uysal direniyor. Yıkımı kutsayanların bugün dillerinden düşürmedikleri Mehmet Akif’in yazdığı İstiklal Marşı’nın dizelerinde yerini bulan “Yurdumun üstünde tüten en son ocak” sonsuza kadar sönmesin diyor…

OCAK TÜRK KÜLTÜRÜ İÇİN NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ
Ümmühan Nine’nin ocağının başından dönünce Türk kültüründe ocağın nasıl da önemli bir yer tuttuğunu, özellikle bir kuşağın ruh köklerinin nasıl da ateşle hayat bulduğunu düşünüyorum. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız elbette öznel, subjektif ve duygularımızla biçimlenen olaylar. Biraz da dışarıdan bakılmasını, bir sağlamasının yapılmasını istiyorum. Bunun için Türk mitolojisi ve kozmolojisi konusunda çalışmaları bulunan, aynı zamanda ‘Türklerin Kozmik Sembolleri Tamgalar’ kitabının da yazarı olan Nuray Bilgili’nin yardımına başvuruyorum.

Ümmühan Nine gibi pek çok yaşlı insanın ocak tutkusunun arkasında nasıl bir kültürel ve varoluşsal miras olduğu konusunda bizi aydınlatmasını rica ettiğim Nuray Bilgili bakın nasıl yanıtlıyor bu ricamızı:

‘İLK OCAĞI YAKAN KAĞAN HALKINI DONMAKTAN KURTARDI’
“Türk milletine ismini veren Kozmik Kağan ‘Türk’, bu milletin atası sayılır. Göktürk mitolojisinde, Kögmen dağlarında donmak üzere olan halkını ilk ‘Ateşi ve Ocağı’ yakarak, donmaktan kurtarmıştır. Bu nedenledir ki ‘Ocak’, ilk ateşi ya da ocağı yakan efsanevi ‘Türk Kağan’ ile bağlantılıdır.

‘OCAK TÜRK MİLLETİNİ BİR ARADA TUTAR’
Şamanlar dualarında bu olayı şöyle anlatır: ‘Atamızın yaktığı üç ateş, anamızın gömdüğü üçtaş Ocak.’ Ocak, Türk kozmolojisinde, tıpkı ağaç gibi sülale simgesidir ve daima otağın ‘merkezinde’ yer alır. Tıpkı göğün ve yerin çivisi sayılan ve kainatı bir arada tutan ‘Kutup Yıldızı’ gibi, Ocak da, ‘Türk milletinin birliğini’ sağlar ve onları bir arada tutar.

Ocak
Türk kültüründe ateş ve ocak

DUADA ‘OCAĞIN TÜTSÜN’, BEDDUADA ‘OCAĞIN SÖNSÜN’ DERİZ
‘Alkış’ yani hayırlı dua ederken, ‘Ocağı Tütsün’ deriz. ‘Kargış’ yani kötü duamız ise ‘Ocağı Sönsün’ dür. Eliade’ya* göre ‘dinsel ve mitsel’ anlamda ateş yakma ritüeli, ‘yeni yıl’ zamanlarında, yani ‘yeni başlangıçlarda’ olur. Tıpkı ilk ateşi yakıp halkını donmaktan kurtaran ve ‘Yeni bir başlangıç’ yapan Türk isimli kağanın anlatısında olduğu gibi. Bizim ‘Ocak’ ismini verdiğimiz ay da ilk aydır ve bu ayda ‘Ocaklar’ yakılır.

‘ASKER VE SAĞLIK OCAĞI GİBİ İSİMLER MİTOLOJİK BAĞLANTILI’
Sağlık Ocağı, Türk Ocağı, Asker Ocağı vs gibi isimler, Türk kozmolojisi ve mitolojisi ile bağlantılıdır. Bahar bayramlarında bu yüzden ateşler yakılır. Türklerde üçayaklı kazanlar kutlu kabul edilir ve Hunlardan bu yana kullanılır.”

Nuray Bilgili’nin işaret ettiği mitolojik ve varoluşsal arka plan, Darıbükü köyünde gördüğüm ocak tutkusunun neden bu kadar canlı ve vazgeçilmez olduğu konusundaki düşüncelerimi pekiştiriyor.

Bu konuda Anadolu’nun kadim kültürlerinden de daha onlarca örnek, yüzlerce ayrıntı aktarılabilir kuşkusuz.

ÇOK YAKINDA ADINA ‘GEÇMİŞ’ DEDİĞİMİZ BİR ŞEY KALMAYACAK
Ancak bir gerçek var ki, büyük bir vurdumduymazlık ve aymazlık içinde kendi kökleriyle acımasızca bağını koparan bir dönemin yöneticilerinin yarattığı yıkımın faturası, büsbütün bir topluma kesilecek. Biyolojik ve kültürel derinlik konusunda yeryüzünün hala sırlarla dolu son kıt’ası olan Anadolu’da, köklü bir uygarlık simgesi olan ateş ve ocaklar sönerken, medeniyet iddiasıyla bu ocakları söndürenlerin vebali hepimizin boynuna.

Bir zamanlar Ortadoğu’da, Asya’da, Avrupa’da ve dünyanın farklı coğrafyalarında zengin kültürleriyle birlikte görkemli uygarlıklar yaratan birçok halk, ateşini yitirdikçe tarihten silinip gitti.

Bugün Irak’ta ve Suriye’de o ateşi söndürenlerin tanklarının paletlerinin gezindiği coğrafyalarda, o ocakları yok edenlerin attığı bombalarla yaşamlarından olan milyonlarca isimsiz insan, ateşini yitiren o büyük uygarlıkları yaratanların köklerinden kopmuş torunlarıdır.

Bu hoyratlığı durduramadığımız sürece çok yakın gelecekte bu koca coğrafyada adına “geçmiş” diyebileceğimiz hiçbir şey kalmayacak.

Buna hazır mısınız?

*Mircea Eliade: Romanya kökenli ünlü din tarihçisi ve filozof.
11 Ek

2022700cookie-checkTürk kültüründe ateş ve ocak neden bu kadar önemli?
Önceki haberOrkideler suyun iki yakasını birleştirdi
Sonraki haberTürkiye’nin nefesini kesecekler!
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.