Türkiye ve Almanya ilişkilerindeki gerginlik, hızla ciddi bir kırılmaya dönüşüyor.
Ama cumhurbaşkanı ya da bakanların, sert ve kışkırtıcı sözlü saldırıları, pek rastlanan bir durum değil.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hafta sonunda Almanya’ya yönelik olarak kullandığı diplomatik olmayan ifadeler, Türkiye’yi bu defa içinden kolay kolay çıkamayacağı bir köşeye sıkıştırmış görünüyor.
16 Nisan referandum kampanyası çerçevesinde Almanya’da düzenlenmesi planlanan siyasi mitinglere engel olunmasına tepki göstererek, Almanya’yı ‘Nazi dönemi uygulmalarına’ geri dönmekle suçlayan Cumhurbaşkanı, Türkiye’de bir kesimin sempatisini topladı, desteğini artırdı. Ama aynı zamanda, Avrupa ile ülkesi arasındaki uçurumu da ciddi ölçüde derinleştirdi.
Alman hükümeti, başta aynı üslupla karşılık vermeme ve krizi büyütmeme yanlısı olduğu izlenimi yarattı ancak Türk tarafı tartışmayı devam ettirmekte şimdilik kararlı görünüyor.
Cumhurbaşkanının öfkeli konuşmasından bir gün sonra, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da sert ifadelerle Almanya’yı eleştirdi.
7 Mart Salı günü Hamburg’da konuşma yapacağı salonun değiştirilmesine de tepki gösterdi. Türkiye dışişleri bakanının Çarşamba günü Berlin’de Alman mevkidaşı Sigmar Gabriel ile yapacağı görüşmenin gergin geçeceği şimdiden belli.
Şu sıralar, Türkiye’nin dış ilişkilerinde yaşadığı pürüzler, sadece Almanya ile de sınırlı değil.
Suriye’nin kuzeyinde, Münbiç’te durum, Türkiye açısından endişe verici. Hem Suriyeli Kürtler, hem de Suriye rejimi ile çatışma tehlikesinin yanısıra, Amerika Birleşik Devletleri ile de karşı karşıya kalabilir.
Irak’ta ise, Şengal bölgesinde karşıt Kürt kuvvetleri arasında yeniden alevlenen çatışmalarda Türkiye’nin rolü olduğu ileri sürülüyor.
Çatışma bölgeleri dışında, Türkiye, üyesi olduğu uluslararası örgütlerle de sorunlar yaşıyor.
Birleşmiş Milletler bünyesindeki Uluslararası Ceza Mahkemeleri, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklanan hakimleri Aydın Sefa Akay’ı serbest bırakmayı reddederek uluslararası yükümlülüklerini ihlâl ettiği gerekçesiyle,Türkiye’yi Güvenlik Konseyi’ne şikayet etmeyehazırlanıyor.
Avrupa Konseyinde de sabırsızlık artıyor. Genel Sekreter Thorbjorn Jagland, geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’deki tutuklu gazeteci ve milletvekillerinin yaptığı bireysel başvuruları ivedilikle ele almasını, aksi takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin başvuruları öncelikli olarak değerlendirmek zorunda kalacağını bildirdi.
Gene geçen hafta, Avrupa Konseyinin anayasal konulardaki danışma kurumu Venedik Komisyonu’nunun Alman “Süddeutsche Zeitung” gazetesine sızan raporunda, Türkiye’nin otokratik bir düzene sürüklendiği endişesi dile getirildi.
Dışarıdan gelen bu eleştirilere ek olarak, yönetim, ülke içinde de ciddi sorularla yüzyüze.
Ekonomideki yavaşlama, artan işsizlik ve son beş yıldır ilk defa yüzde 10 oranına yükselen enflasyonun yanısıra, siyasi ve hukuki nedenlerle de hükümet, giderek artan oranda tedirgin.
15 Temmuz darbe girişiminin sorumluları oldukları gerekçesiyle tutuklu bulunan askeri personelin davalarına nihayet başlandı ve mahkemelerdeki savunma ve iddianamelerde, her geçen gün daha sarsıcı ayrıntılar ortaya çıkıyor.
‘Hayır’ kampanyası yürütenlere yönelik ağır baskılara rağmen, referandumdan ‘evet’ oyu çıkacağının da henüz bir garantisi yok.
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin, dış politikada sergilediği hırçınlık ve içeride muhaliflerine karşı artan baskılarında, bu tedirginlikten kaynaklanan bir rasyonellikten uzaklaşma mı sözkonusu, yoksa her zamanki ‘gündem değiştirip dikkatleri başka yöne çekme’ taktiğine mi başvuruluyor, doğrusu emin değilim.