Türkiye’de gidişattan kaygılananların sayısı artıyor

15 Temmuz darbe girişimi  ardından alınan, eşine rastlanmamış boyutlardaki önlemler, giderek toplumun her kesimini kapsayan bir zulüme dönüşüyor.Olağanüstü Hal koşulları altında hukukun üstünlüğü ilkesinin askıya alınması ya da gözardı edilmesinin, ülkedeki  toplumsal ve siyasi uyuma kalıcı ve uzun erimli zararlar vereceği, geç de olsa artık anlaşılmaya başlandı.

Kitlesel gözaltı ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, mal varlıklarına el konulması ve kilit kurumların kapatılması ya da yeniden yapılanması, şimdiden milyonlarca insanın hayatını kararttı. Daha fazla sayıda insanı da, ciddi zorluklar ve belirsizliklerle yüz yüze bıraktı.

Keyfi gözaltılar ve tutuklamalar, darbe tehdidiyle karşı karşıya kalmış, ciddi tehlike yaşamış  bir hükümetin atacağı meşru adımların ötesine geçti.

Hem zafer zarhoşluğu hem de panik belirtileri sergileyen yöneticiler, izledikleri politikalarla ülkeyi daha derin bir krize sürüklediklerinin farkında değilmiş gibi görünüyorlar.

Çünkü attıkları ağ, 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlularının yanısıra, fırsattan istifade başlarını ağrıtan herkesi kıskıvrak yakalasa da, şu ana kadar kendilerine yaklaşmamıştı.

Ama varılan noktada, adeta bir cadı avına dönüşen operasyonların boyutu öylesine genişledi ki, yarattığı travma, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı travmayı gölgede bırakmaya başladı.

Hükümetin en sadık taraftarlarının bile zihninde soru işaretleri belirdi.

Bu yeni hassasiyet, kısmen ‘bana da dokunur mu’ korkusundan kaynaklanıyor olsa da, kontrolden çıkan hukuksuzluğun artık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşmasının bir sonucu.

Komşusunu, arkadaşını, meslektaşını ihbar etmesi için vatandaşları özendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile, artık ‘at izinin it izine karıştığından’ yakınıyor.

Olağanüstü Hal, ifade özgürlüğünü daha da sınırlayan uygulamaların kapısını açtı. En büyük darbeyi ise, ülkenin gazeteci ve yazarlarına vurdu.

100’den fazla gazeteci, yazar, darbe ile bağlantılandırılarak gözaltına alındı ya da tutuklandı. Bunlardan bir kısmı, yasal olarak faaliyet gösterdiği yıllarda Gülen medyasında çalışan medya mensupları. Bir kısmı ise, geçmişte ve bugün hükümeti de Gülen hareketini de eleştiren isimler.

Özgürlüklerinden mahrum edilen gazetecilere atfedilen suçlarla ilgili henüz ciddi deliller sunulmadı. Hepsi kendi alanlarında tanınmış kişiler. Bir kısmı, etik olmayan, kötü gazetecilikleri yüzünden kınanmayı hak ediyorlarsa da, terörizmle suçlanmalarını, hapse atılmalarını haklı gösterecek herhangi bir delil görmedik.

Medya üzerindeki baskılar öylesine ciddi boyutlara ulaştı, gazetecilerin çektiği eziyet öylesine arttı ki, ‘sanığın suçu kanıtlanıncaya kadar masum sayılması’ ya da ‘suçu kanıtlamanın savcının görevi olduğu’ gibi tartışma götürmez hukuk kurallarını konuşmaya vakit  kalmıyor.

Yılların deneyimli gazetecisi Lale Sarıibrahimoğlu’nun avukatı Ümit Kardaş’ın, ciddi hastalıkları olan müvekkilinin hapishanede ölebileceği uyarısını duyunca tüylerim diken diken oldu.

20 yıldır değerli bir dostum ve meslektaşım olan Lale’nin, terör örgütü üyeliği gibi akıl almaz bir suçlamayla haksız yere özgürlüğünün ve kaleminin elinden alınması yetmiyormuş gibi, bir de sağlığının kalıcı zarar görebileceği hatta yaşamsal tehlikeyle karşı karşıya kaldığını duymak, derinden sarstı.

Kızkardeşi Zeynep, “‘Lale’nin bir an önce, sağlığını kaybetmeden özgürlüğüne kavuşmasını, en azından sağlık koşulları sebebiyle, adli kontrol şartıyla  tutuksuz yargılanmasını, Lale adına yapılan bu yanlışlığın bir an önce anlaşılıp adaletin yerini bulmasını istiyoruz” diyor.

Eli kalem ya da klavye dışında başka bir şey tutmamış Lale gibi daha niceleri var; avukatıyla görüştürülmeyen, ilaçları verilmeyen, ne ile suçlandığını bile bilmeyen.  Ana muhalefet partisi CHP’nin Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi ve Silivri Cezaevi’nde yaptığı incelemeler sonucunda yayınladığı rapor, duruma yeterince ışık tutuyor.

Avrupa Gazeteciler Birliği AEJ’in başkanı Avusturyalı gazeteci Otmar Lahodynsky,  geçtiğimiz haftalarda İsveç’in  Hässleholm kentinde düzenlenen Avrupa Forumunda, Türkiye’de medyaya uygulanan baskıların insani ve profesyonel boyutlarından bahsetmişti. Tutuklu gazetecilerle ilgili soruma yanıt olarak ise dün, AEJ’in diğer gazeteci örgütleriyle birarada Türkiyeli meslektaşlarıyla dayanışmaya büyük önem verdiğini ve koşulların düzeltilmesine katkıda bulunmaya çalıştıklarını söyledi.

Gerçekten de gazeteci örgütlerinin pek çoğu, Türkiye’yi gündemlerinin baş maddesi yaptılar.

Article 19 başkanlığında Türkiye’ye geçtiğimiz günlerde bir ziyaret yapan uluslararası heyet, yayınladığı raporda, Olağanüstü Hal yasalarının, ülkedeki çok seslilik ve muhalefeti bastırmak amacıyla kötüye kullanılmasını kınadı ve delil gösterilmeksizin suçlanarak hapse atılan bütün gazetecilerin derhal salıverilmesi çağrısında bulundu.

Bu tür çağrılar, genelde duymazdan geliniyor ama Türkiye, 1954 yılında parafe ettiği Avrupa İnsan Hakları  Sözleşmesinin koşullarını yerine getirmekle yükümlü.

Avrupa Konseyinin genel sekreteri Thorbjorn Jagland, yargılamalarda hukuk devleti standartlarına uyulmaması durumunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine pek çok yeni başvurunun gelebileceği uyarısı yaptı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından rehber alınmaya devam edileceğini vaadetti.

Ama artık,varılan noktada, Türk yetkililerin ne dediğine değil, ne yaptığına bakılıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN:
http://www.firdevstalkturkey.com/tr/

 

2006100cookie-checkTürkiye’de gidişattan kaygılananların sayısı artıyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.