Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek!

(Fikret Başkaya’nın Özgür Üniversite’nin 2023 Bahar dönemi açılış konuşmasıdır)

Kapitalizmle özdeş olan ‘modern çağ’,XVI’ıncı yüzyılın başında tarih sahnesine çıktı. ‘Modern çağın’, sembolik bir tarih olan KristofKolomb’un macerasıyla (1492) başladığını söylemekte de bir sakınca yok.

Esasen ‘modern çağ’ iki şey demekti: Birincisi, insanlığın bütünleşmesi ki, ona ‘dünyalaşma’ veya şimdilerin moda tabiriyle ‘küreselleşme’ demek de mümkün… O zamana kadar dünyanın farklı bölgelerindeki toplumsal formasyonlar, halklar, uygarlıklar ekseri birbirinden habersiz bir yaşam sürüyordu. Aralarında yoğun bir ilişki yoktu: İkincisi. Batı egemenliğinin yerleşmesi, dünya toplumlarının egemen Batı ve egemenlik altındakiler ülkeler ve toplumlar olmak üzere ayrışması…

Şimdilerde, XXI’inci yüzyılın ilk on yıllarında kapitalist moderniteinsanlığı tam bir çıkmazın eşiğine taşımış bulunuyor. Bir ‘uygarlık krizi’ veya aynı anlama gelmek üzerebir ‘sürdürülemezlik durumu’ ortaya çıkmış bulunuyor. Artık burjuva uygarlığının ‘Büyük İnsanlığa’ teklif edeceği bir şey yok!

Kapitalizm insanlığı ve uygarlığı taşıyamayacağı bir yükün altına sokmuşken, uygarlık krizini tetiklemişken, iki olasılık var demektir: 1. İnsanlığın ve uygarlığın yok olması veya 2. Yeni bir uygarlığa giden yolun aralanması…

Yeni bir şey yapmak, yeni bir yola girmek de yeni fikirler olmadan, zihinsel-entelektüel bir kopuş olmadan, paradigmayı değiştirmeden mümkün değil…

Bu durumdan çıkmak, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak, ancak yeni bir uygarlık paradigmasını vakitlice ete-kemiğe büründürmeklemümkün olabilir… Tabii geç kalmamak kaydıyla… Aksi halde geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir… Bunun için de “insan’a, toplum’a, doğa’ya, ekonomiye, politikaya, bilgi edinme tarzımıza, teknik bilime ve teknolojiye dair yeni bir bakış ve anlayış gerekiyor. Velhasıl radikal bir paradigma değişikliğine,başka türlü söylersek radikal bir entelektüel kopuşa, zihinsel-entellektüuel silkinmeye ihtiyaç var…

Bu konuda da üç sorun veya zorluk var: Birincisi, maalesef sosyal düşünce parçalanmış, ufalanmış kompartımanlara ayrılmış, dar uzmanlık alanlarına hapsedilmiş durumda ki, bu şeylerin gerçeğine nüfuz etmeyi zorlaştırıyor…Oysa, gerçek bütündedir, hakikat bütündedir… Bizimki gibi, kapitalist dünya sisteminin çevresinde yer alan ülkeler ve toplumlar için ilave bir zorluk daha var: Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmaAvrupa-merkezli ideolojik yabancılaşma, sorunlara Avrupalıların, egemen Batılı’nın gözüyle bakmaktır…Oysa, nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir denmiştir

İkincisi, her şeyle birlikte bilginin de metalaşması;

Ve nihayet üçüncüsü de bir umut veya aynı anlama gelmek ütopya zaafıortaya çıkmış bulunuyor… Oysa, geride kalan yaklaşık iki yüzyılda en zorlu dönemlerde bile canlı bir ütopya varlığını sürdürmüştü… FredericJameson,“Kapitalizmin sonunu hayal etmek, dünyanın sonunu hayal etmekten daha zor” derken, herhalde ütopya zaafına gönderme yapıyordu…

Neden bir ütopya zaafı ortaya çıktı sorusu son derece önemli olmakla birlik burada kapsamlı bir tartışmaya girişmemiz mümkün değil. Sadeceiki nedenihatırlamakla yetinelim: 1. 1980’lerin sonunda reel sosyalizm de denilen SovyetikSistemin çökmesi(aslında Sovyetik Sistem bir tür kapitalistsiz kapitalizmdi… Sosyalist tanımını hak etmiyordu, çöken sosyalizm değildi, komünizm hiç değildi) ve 2. 1980’den itibaren neoliberalizmindayatılması…

Yeni ve orijinal bir üretim tarzı olan kapitalizmin tarih sahnesine çıkıp kendini dayatmasıyla insan ve toplum yaşamının tüm veçheleri metalaştı, soysuzlaştı, insanî değerler erozyona uğradı. Avrupa dışında kalan, kapitalist dünya sisteminin çevresindeki kültürler, yaşam tarzları, bilgiler, inançlar, doğayla olan ilişki ve yaşam tarzları tasfiye edildi. Toplumların dokusu parçalandı… Sömürgeci-emperyalist Batılıların peydahladığı ‘ulus devlet’modeli,teknik bilim, ulaşım ve iletişim tarzı dayatıldı…

Kapitalizm sınırsız büyüme, genişleme ve yayılma eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir. Bir tüsinami gibi her şeyi ve her yeri kaplıyor ve kendi mantığına göre biçimlendiriyor-biçimsizleştiriyor, soysuzlaştırıyor…

Şimdilerde kapitalist dünya sistemi Batı egemenliği altında ikili bir yapılanma arzediyor:  1.“Kuzey” denilen, dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma talanıyla zenginleşmiş ve zenginleşmeye devam eden ülkeler ve 2. Güney denilen emperyalist tahakküme ve sömürüye maruz ülkeler… Onlara önceleri geri kalmış ülkeler, Üçüncü Dünya, daha sonra kibarca gelişme yolundaki ülkeler, şimdilerde de artık Güney deniyor…

Esasen kapitalist dünya sistemi pramide benzeyen bir yapılanmadır… Pramidin tepesinde hegemonik-emperyalist bir ülke bulunuyor. Onu ikinci-üçüncü derecedeki emperyalist devletler izliyor… Pramidin yukarılarındakilerle aşağıdakiler arasındaki ilişki, sömürü-bağımlılık-tabiyet vehakimiyet ilişkisidir… Aşağıdan yakarıya doğru sürekli bir zenginlik transferi söz konusu ki,bu kapitalizm dahilindeaşağıdakilerin yukardakiler gibi olamayacağı, yakalamanın mümkün olmadığıanlamınagelir…

İki nedenle öyledir. Birincisi: Pramidin aşağılarında yer alan, sömürge, yarı-sömürge, ‘yeni sömürge’ statüsüne indirgenmiş ülkelerden yukarı doğru zenginlik transferi söz konusu. Zira, sömürü, bağımlılık ve tahakküm ilişkisi söz konusu… Siyasi bağımsızlık önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Ve ikincisi, bu dünyanın kaynakları kapitalist dünya sisteminin çevresinde yer alan, şimdilerde Güney denilen ülkelerin Batı’nin üretim, tüketim ve yaşam tarzlarını taklit etmesine izin vermez… Emperyalist Batı’nın şımarık yaşam tarzı taklit edilebilir değildir…

Başka türlü söylersek, muasır medeniyet seviyesini yakalamak, üstüne çıkmak mümkün değildir… Mümkün değildir ama ‘arzulanır bir şey’ de olmamalıdır… Dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirenlerin nesi sizi cezbediyor?

Batı’nın dünya egemenliği, geliştirdiği- sahip modern silahlar, militer (askerî) güç, dayattığı ekonomik model, kurumlar ve teknik bilim sayesinde, mümkün oldu. Bir temeli olmayan, uydurma bir dizi tevatürle ideolojik planda da meşrulaştırıldı… Buna göre, Avrupa biricikti, tekti, uygarlığın zirvesini temsil ediyordu… Buna karşılık dünyanın geri kalanındaki halklar, kültürler, uygarlıklar barbar, vahşi, arkaik, ilkel, durağan, geri, hareketsizlikle malüldüler… 

  1. M. Blaut, Avrupa-merkezciliğin tahlilini ve eleştirisini yaptığı eseri , TheColonizers Model of the World -GeographicalDifussionismandEurocentricHistory’de- Batı Avrupalıların, Avrupa ile Avrupa dışı dünya arasında şöyle bir karşıtlıklar hiyerarşisioluşturduğunu yazıyor: “Avrupalı icatçı-keşifci, akılcı (rasyonel), yüksek zihinsel-entelektüel kapasiteye sahip, soyut düşünebilen, teorik ekzersize yatkın, zihinsel olarak üstün, disiplinli, mümeyyiz, “reşit), sağlıklı, bilime ve ilerlemeye yatkın… “Diğerleri”, “Ötekilerse”, bunların hepsinden yoksun, akılcı değil, duygusal, daha çok içgüdüleriyle hareket eden, teorik ve soyut düşünme yeteneğine sahip olmayan, mümeyyiz olmayan, sağlıksız, büyücü, durağan…”

 Bu anlayışa göre Batı medeniyeti ‘tekti, ‘benzersizdi’, ‘biricikti’, evrenseldizira Yunan-Roma, Yahudi-Hristiyan mirasının taşıyıcıydı…

Oysa hiçbir kültürün, hiçbir uygarlığın ‘geri’, ‘aşağı’ olduğu’ ileri sürülemez… Bu iddianın hiçbir bilimsel-mantıkî tutarlılığı yoktur… Sorun “üstünlükle”, “aşağılıkla” değil, “farklılıkla” ilgilidir…

Şimdilerde antropolojik çalışmalar zamanda ve mekânda kültürlerin ve uygarlıkların ancak farklı olduklarını kanıtlıyor…

“Medeniyetler Çatışması” tezinin mucidi SamuelHuntington: “Batı dünyayı kazandıysa, bu kültürünün, dininin ya da değerlerinin üstünlüğünden değil, örgütlü şiddeti kullanmadaki üstünlüğündendir. Batılıların ekseri unuttuğu, diğerlerinin de asla akıl etmediği gerçek budur” derken, Batı hakimiyetinin gerçek nedenine gönderme yapıyordu…

Kapitalizm ücretli emek (işçi-proleter) sömürüsü, karşılığı ödenmeyen (bedava) kadın emeği sömürüsü, doğa yağma ve talanıyla yol alan bir sistem veya uygarlık modelidir… Sınırsız büyüme, yayılma, genişleme eğilimine ve dinamiğine sahip ve süreç ikili bir yol izliyor: Yatay,mekânda genişleme ve Dikey planda, derinleşme…

 Kapitalizm yatay genişlemenin sınırına bizde Harb-i Umumî, Batılıların Büyük Savaş dediği Birinci emperyalistler arası savaş arifesinde (1914) ulaşmıştı… 1914 yılında yeryüzünün % 84.4’ü birkaç Batılı kapitalist-kolonyalist-emperyalist devletin (Batı Avrupa+ ABD) doğrudan veya yarı-sömürgesi statüsüne indirgenmiş bulunuyordu…

Dikey genişlemeninveya aynı anlama gelmek üzere derinleşmenin sınırına da 1970’li yılların başında ulaştığını söylemek mümkün…Velhasıl İç ve dış sınırına ulaşmış bulunuyor… 

Kapitalizm kriz üretmeden varolamıyor, yol alamıyor ve iki türlü kriz söz konusu:  7-9 veya 8-11 yılda bir tekrarlanan Konjonktürel (devrevî) krizler ve Uzun dalganın ikinci aşamasında yaşanan yapısal krizler…

 Şimdilerde kapitalist dünya sisteminin içine sürüklendiği durumu kriz kavramı karşılamıyor… Bu bir çöküş hali… Malûm kriz, genel denge durumundan, normal durumdan bir sapma demeye gelse de geri dönüşü, normale dönüşü de ima eder… İşte, kriz geçirmiş denir… Oysa çöküş, geri dönüşü olmayan eşiğin aşılmasıdır… Eğer bir sosyal sistem, bir uygarlık modeli verili yasal ve kurumsal çerçeve dahilinde toplum çoğunluğunun temel ihtiyaçlarını (yeme- içme, barınma, ısınma, giyinme, ulaşım, güvenlik asgari düzeyde bile karşılayamaz duruma gelmişse, artık orada krizden değil çöküşten söz edilecektir… Şimdilerde olduğu gibi…

 Kapitalizmin her zaman ürettiği, üretmek zorunda olduğu sosyal kötülüklere (açlık, işsizlik, yoksulluk, kötü beslenme, etik yozlaşmaya hızı ve yoğunluğu ve kapsamı artan iklim krizi ve ekolojik yıkım da eşlik ediyor ve bu ikisi karşılıklı olarak birbirini azdırıyor…

Atmosferik olaylar, seller, hortumlar, kuraklık, orman yangınları, aşırı sıcaklık dalgaları artıyor, toplumların gıda güvenliği riske giriyor, okyanuslar tuzlanıyor, tatlı sular azalıyor, suyun kompozisyonu değişiyor, biyolojik çeşitlilik, canlı türleri hızlı bir tempoyla yok oluyor, kutuplardaki ve yüksek dağlardaki buzlar-buzullar eriyor, iklim göçleri artıyor ve sadece insanî sorunlar peydahlamakla kalmıyor, jeopolitik sorunları, çatışmaları da azdırma istidadı taşıyor…

Kapitalizm jeolojik çağ dönüşümünü de tetiklemiş bulunuyor. Artık yeni jeolojik çağa antropoceneçağ deniyor… İnsan toplumlarının üretim, tüketim ve yaşam tarzı iklim krizi ve ekolojik yıkım peydahlayarak, insanlığın ve uygarlığın geleceğini riske atmış bulunuyor…

Bu durumdan çıkmak, atmosferin ısınmasını (iklim krizini) ve ekolojik yıkımı durdurmak, sosyal kötülüklerin üstesinden gelmek, kapitalizm dahilinde mümkün değildir…

1970 yılında dünya nüfusu 3,7 milyardı… Geçen yıl, 2022’de 8 milyar sınırına aştı… Bu yarım yüzyılda iki kattan fazla artış demek… Elbette hızlı nüfus artışı doğa üzerindeki baskıyı artırıyor ama bu işte her dünyalının dahli, sorumluluk payı aynı değil… Bir dolar milyarderiyle, açlıktan ölmekte olan çocuğunun başında ağlayan Yemenli kadının sorumluluğu aynı değil…

2022’ de, geçen yıl Dünya Limit Aşımı Günü 28 Temmuz’a geriledi… Bu, doğanın bir yılda yarattığı yeni kaynağın yılın ilk 7 ayında tüketildiği demektir… 5 ay doğaya borçlu olma hali… Limit aşımı günü ilk defa 1971’de başladı. 1970-2018 aralığında doğadan 2,5 trilyon ton kaynak çekilmiş… Bunun 1,1 trilyon tonu (yaklaşık %40’ı)sürdürülebilirlik sınırının ötesinde…

Bu sanki, 1,75 dünya varmış gibi yaşamak demek… Eğer tüm insanlar ortalama bir Hintli gibi yaşasaydı, 0,7 gezegen gerekecekti… Ortalama bir Amerikalı gibi yaşasaydı (onun kadar üretse, tüketse) tam 5 gezegen, Batı Avrupalı gibi yaşasa 2,8 gezegen gerekecekti…

Eğer tüm Çinliler ve Hintliler bir Kuzey Amerikalı gibi yaşasaydı, dünyanın kaynakları 6 aydan önce tükenecekti…

Durum böyleyken, Dünyanın geri kalanı, ABD gibi, Batı gibi olmak için can atıyor… Orada bir saçmalık yok mu?.. Neden bir sürdürülemezlik durumu, bir uygarlık krizi ortaya çıktı sorusunun önemi anlaşılmıyor mu? Ekonomi büyüyecek, Gayri safi milli hasıla (GSYH) artacak, sorunlar çözülecek tekerlemesi daha ne zamana kadar dillendirilmeye devam edecek?

Hala burjuva hükümetleri ve burjuva iktisatcılar‘her şey yolunda’ şarkısını söylemeye devam ediyorlar… “Konunu uzmanı” denilen çokbilmişler de öyle… Oysa, mevcut üretim, tüketim ve tüketim devam ederse geriye belki sadece kültür balıkları kalabilir… Zira, yılda 5 binle 25 bin arası canlı türü kayboluyor… Kısa vadede de 1 milyon hayvan ve bitki türünün yok olacağı tahmin ediliyor… Velhasıl kıyamet geliyorum diyor…

Bilinmesi gereken bir şey var: yüz yüze geldiğimiz sorunlar kötü politikacıların uyguladığı kötü politikalardan değil, kötü sistemden kaynaklanıyor… Boşuna ‘ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir’ denmemiştir…

Kapitalizmin peydahladığı sorunlarla kapitalizm dahilinde başa çıkmak mümkün değildir. Saçma yanılsamalardan uzak durmak gerekiyor. Araç bozuksa iki şey yapılabilir: Tamir edilir veya yenisi yapılır. Lâkin kapitalizm insafa gelebilir, reforme edilebilir bir sistem değildir… Esasen hiçbir üretim tarzı veya uygarlık modeli reforme edilemez… Her sistem belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkıldığında da sistem olmaktan çıkar… Köleci üretim tarzı, feodal üretim tarzı reforme edilebilir miydi?

Ya vakitlice kapitalizmden çıkılacak ya da insanlığın geleceği kararmaya devam edecek…  Yeni bir yola girmek, aracın rotasını değiştirmek için de:

  1. Ekonomi-siyaset ilişkisini yönünü değiştirmek. Sağlıklı işleyen bir sosyal sistemde ilişkinin yönünün siyasetten ekonomiye doğru olması gerekir. Siyaset ekonomiye değil, ekonomi siyasete tâbi olmalıdır… Bu tersliğin aşılması gerekiyor;
  2. Kullanım değerine dönmek. Kapitalizm dahilinde üretim insan ihtiyaçlarını karşılamak için değil, pazarda (piyasada) satmak, kâr etmek, sermayeyi büyütmek amacıyla yapılıyor, bu tersliğin de aşılması gerekiyor;
  3. Temel üretim ve yaşam araçlarını sosyalleştirmek, devletleştirmek değil… Zira devletleştirme durumunda da üreticilerin üretim araçlarına yabancılaşması devam ediyor;
  4. Müşterekleri ihya etmek… Artık neoliberal küreselleşme çağında müştereklerin esamesibile okunmuyor… Hava hariç her şey özelleştirilmiş bir kâr aracına dönüştürülmüş durumda… Oysa, müşreteklerden yoksun bir toplumsal yaşam mümkün değildir… Zira, müşterekler, insanları bir arada tutan tutkaldır;
  5. Ekonomik, ekolojik, sosyal, demokratik planlamayı gerçekleştirmek… Planlama insan yaşamı için de toplum yaşamı için vazgeçilmezdir… Oysa, şimdilerde tamamı ile gündemden düşmüş buluyor… Tabii planlama sadece konunun uzmanı bürokratlara, teknokratlara da bırakılmamak kaydıyla…
  6. Rezil reklamları kamusal alanın dışına çıkarmak ve tam bir israf demek olan abartılı ambalaja son vermek;
  7. Öncelikle temel ihtiyaçları esas alan, doğayla uyumlu, doğa dostu bir üretim sistemini ihya etmek. Şimdilerde üretilen ve tüketilen şeylerin önemlice bir kısmı zararlı değilse, gereksiz… Dolayısıyla üretiminin yasaklanması gereken şeyler var, üretiminin kısılması gereken şeyler var… Bir de üretimi artırılması gereken şeyler var… Zira insan yaşamı için vazgeçilmez olan birçok şeyler yeteri kadar üretilmiyor…Corona virüs ve Büyük Deprem neyin önemli, neyin gereksiz olduğunu göstermiş olmalıdır…
  8. ‘Temsili demokrasi’ veya ‘Batı demokrasisi’ denilenden çıkmak. Esasen ‘temsilî demokrasi denilen bir sirk oyunu olmanın ötesine geçemiyor… Ortada gerçek bir temsil yok… Kaldı ki, bidayette ‘temsilî demokrasi gerçek demokrasinin önünü kesmek amacıyla peydahlanmıştı… Oyunun Batı’da biraz daha iyi oynanması, dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mümkün oluyor…
  9. Ulus-Devlet Modelinden çıkmak… Ulus-devlet dahilinde yüz yüze geldiğimizyerel veküresel mahiyetteki sorunları çözmek mümkün değildir…
  10. Teknik bilim ve teknoloji hayranlığından ve fetişizminden kurtulmak;
  11. İnsanın da son tahlilde evrimleşmiş bir hayvan olduğunu unutmamak, zira insanlığın âkibeti diğer canlıların âkıbetindenbağımsız değil…
  12. Ana okulundan üniversiteye uygulamalı ekoloji dersi koymak;
  13. İdeolojik kölelikten kurtulmak, şeylerin gerçeğiyle yüzleşmeye cüret etmek… Ancak bunlar yapılırsa, insanın insanla, toplumun doğayla, kadının erkekleuyumlu (barışık) olduğu yeni bir uygarlığa giden yol aralanabilir ki, onun adı da komünizmdir… 

Velhasıl komünizmden başka bir gelecek yok…

 

 

 

 

2680920cookie-checkUygarlık Paradigmasını Değiştirmek!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.