‘Vekalet savaşları’ ya da ‘Hunger Games!’

Özellikle gençler arasında son yıllarda en popüler film ‘The Hunger Games’ serisinin son filmi bu hafta gösterime girdi.

Tanımlanmayan bir gelecekte, Panem adlı bir ülkede geçiyor ‘Açlık Oyunları’ . Zengin bir başkent (Capitol) çevresinde, orada yaşayanların ihtiyaçlarını sağlamak için çalışan ve yoksulluk içinde yaşıyan 12 bölgeden oluşan Panem, bir diktatör (Başkan Snow) tarafından yönetilmektedir. Başkan Snow her yıl 12 bölgeden seçilen çocukların yer aldığı, kitleleri uyutma amaçlı ‘Açlık Oyunları’ düzenler. Adı olimpiyatlar gibi bir spor oyununu çağrıştırsa da ‘Açlık Oyunları’, katılanların birbirinin öldürmesi üzerine kurulmuş kanlı bir oyundur. Oyunlardan tek bir canlı (galip) çıkar her sene; herkesi öldürmeyi başaran çocuk. Ve bu kanlı oyun tüm detaylarıyla televizyondan canlı olarak yayımlanır.

Filmin gençler, hatta yetişkinler arasında da böylesine popüler olmasının nedeni, herkesin, bu oyunlardan birini kazanan ve sonunda diktatöryal sisteme karşı isyanın başını çeken genç kız karakter çevresinde kurulmuş bu hikayede, ülkelerinden, bügünkü dünyadan olduğu gibi kendi özel yaşamlarından da tanıdık bir şeyler bulmuş olmalarından geliyor sanırım. Sadece Türkiye’den bahsetmiyorum; şüphesiz ortadoğu, Afrika’nın büyük bölümü hatta İŞİD terörünün ulaştığı Avrupa’da yaşayanların bile bu filmde tanıdık bir şeyler görmemeleri, deja vu yaratmayan bir sahne, olay ya da karakterle karşılaşmamaları imkansız. Böylesine kanlı bir oyunu görselleştiren bir filmin popüler olduğu nasıl bir dünyada yaşıyoruz?

2008 krizinden bir türlü çıkamayan kapitalizmin faturayı halklara çıkarması, ekonomik çöküşün oluşturduğu devasa deliğin, toplumsal, sosyal ve kültürel alanları da içine çekmesi dünyada ve özellikle ortadoğuda bir karmaşa yarattı. Afganistan ve Irak işgallerinden beri bölgede yapıcı toplumsal projeler üretilememesi, bu boşluğu İŞİD gibi köktendinci şiddet örgütlerinin doldurmasının koşullarını da yaratmıştı. Yeni bir dünya düzeni yaratmak için yola çıkan kapitalizm, eskisini çökertmeyi başarmış ama yenisini kuramayınca ortaya medeniyetler çatışmasına benzeyen bir resim çıkmıştı.

Bu resmi ‘III. Dünya Savaşı’ olarak tanımlayanlar da var. Haklı noktaları, geçmişte yaşanan dünya savaşlarının benzer krizler sonrasında başlamasıydı. Ancak dünya siyasetini belirleyen devletler derslerini aldılar. Topyekün savaşlar yerine, emperyalist ülkeler kendi ülke sınırları dışında, başkalarının topraklarında, hatta başka halkları kullanarak, onları destekleyerek, sponsor olarak aralarında bir ‘vekalet savaşı’ veriyorlar artık. Dünyanın en büyük enerji kaynaklarına sahip Ortadoğu böyle bir yer. Dünya elitlerinin adeta ‘Açlık Oyunları’ oynadıkları bir coğrafya. İşgal sonrası bir devlet olarak tamamen dağılan Irak, iç savaşın ortasındaki Suriye, sınır boylarında yıllardır bağımsızlık savaşı veren Kürt halkı bu ‘oyun’lar için mükemmel bir arka plan yaratıyor. Onlarca ülkeden gönüllü olarak bölgeye akan gençlerin katıldığı İŞİD’in gerçekte yarattığı şiddet, kurgusal senaryoların, dijital efektlerin çok üzerinde bir düzeye ulaştı. Ve Batı aynen Panem halkı gibi bu ‘oyunları’ canlı seyrediyor. Kapitalizm, ‘Küresel Köy’ü ‘Panem’ ülkesine çevirdi.

Kimlik siyasetlerinin dönüşü mü?

Ortadoğuda köktendinci hareketlerin güçlenmesi, elbette Batının bölgede uyguladığı vahşi politikaların bir semptomuydu. İşgal kararlarını verenler (Tony Blair gibi) bile kabul etti bu gerçeği. Buna rağmen bölgedeki şiddeti sadece bu temelde gerekçelendirmek, gönülsüz de olsa haklı görmek, tekrar kimlik politikalarına teslim olmak demektir. AKP iktidarının “öfkeli çocukların isyanı” tanımlamasına istemeden de olsa katılmak, İnsanları tekrar kimliklerinin en dar anlamlarına geri dönmelerine izin vermek, bu temelde siyaset yapmalarını hoşgörmek demektir.

Daha geçen yılın sonları ve bu yılın başlarındaki dünyaya baktığımızda gündemin çok farklı olduğunu görebiliyoruz. İnsanlar sorunların kaynağının neoliberal ekonomi-politikaları olduğu görmeye başlamış ve sola doğru bir arayış içine girmişti. Soldan bakıldığında binbir türlü eksik ve yanlış bulsakta Syriza, Podemos’un politik gündemi solda yeniden yapılandırdığını kim yadsıyabilirdi. İngiltere’de İşçi Partisi başkanlık seçimlerine düşünsel bir ‘çeşni’ olarak katılmasına izin verilen Jeremy Corbyn’in ezici çoğunlukla seçilmesinin ardından elitlerin yaşadığı şoku kim görmezden gelebilir. Avrupa’da gündemi ve sistemi değiştirmek için yola çıkmıştı bu hareketler. Kısaca, sınıf savaşımı politik gündemin merkezine oturmuştu.

Oysa yılın sonuna geldiğimizde, İŞİD terörü, bunlardan kaçanlar, mülteciler, terörün Avrupa sınırlarına dayanması derken, liberalizmin “hoşgörü” ve “insancıl” maskesi ardına gizlenmiş iki yüzlü çokkültürcü politikalarının tekrar gündeme geri döndüğünü farkettik. Nasıl oldu bu; kapitalizm, şapkadan tavşan çıkarma maharetiyle gündemi nasıl değiştirdi? İngiltere’de Corbyn’nin siyasi vizyonu tartışılırken birdenbire herkes, “je suis Paris” demeye başladı. Futbol maçları bile, tarihte görülmemiş bir şekilde Fransız milli marşıyla açıldı bu hafta sonu. Soruları mı yanlış soruyorduk acaba. Kim bu İŞİD’çiler, ne istiyorlar, gerçek islam bu mu, gibi sorular yerine Zizek’in önerdiği gibi basitçe, “cui bono” yani “bu işten kazançlı çıkan kim” diye mi sormalıydık. (1)

_____________________

(1) http://inthesetimes.com/article/18605/breaking-the-taboos-in-the-wake-of-paris-attacks-the-left-must-embrace-its

1632900cookie-check‘Vekalet savaşları’ ya da ‘Hunger Games!’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.