Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde İstanbul’da Cumhuriyet gazetesine operasyon yapılıyordu. Bir gün öncesinde de Evrensel Kültür de içinde 15 ajans, gazete ve dergi kapatılmıştı. Türkiye OHAL ile tek adam yönetiminde artık. Çoğulculuk, çok seslilik, demokrasi, çağdaşlık ve barış rafta… Bu kavramların savunucuları bir bir tutuklanıyor. Koşar adım iç savaşa, Ortadoğu savaşına hatta ötesi dünya savaşına gidiliyor…
Oysa ben bugün yazımda yalnızca vize sorununu ele alarak size “merhaba” demek istiyordum. Türkiye gündemi Londra sisi gibi üzerimize çöküyor. Her şeye rağmen yürekli bir direniş var. Bakın barış için imza veren akademisyenlerin duruşuna… İmzalarını çekmedikleri için işten atıldılar. Haklarında dava açılan muhalif gazeteciler eğilip bükülmediler dimdik ayaktalar. Tutuklanan Kürt belediye başkanları “aman” dilemediler… Onca baskıya rağmen Demokrasi için Birlik Girişimi çatısında 103 siyasi parti, sendika ve STK demokrasi adına omuz omuza direnmeye karar verdiler…
İşte sol yanımızdaki cevahiri karartmayacak gelişmeler de az buz da değil hani… Ben aklın ve mantığın eninde sonunda savaşa ve faşizme karşı karanlığı yırtacağını (inanmıyor) biliyorum. Bunun için tarihe göz atmak yeterli…
CAN YAKAN VİZE SORUNU
Yaşama hakkı, düşünce ve ifadesi hakkı, özgür haber alabilme hakkı gibi geçen yüzyılda çözümlenmiş hakları koruma çabası yerine; “insanların özgürce seyahati, istediği yerde yaşama ve çalışma hakkı ile doğayı koruma ve hayvan hakları” gibi daha ayrıntılılarda kafa yormalıydık.
Dostlar ikinci yurt edindiğimiz Birleşik Krallık’ta canımızı en çok yakan sorunlardan biri de “vize”… Vize sermayenin, serbestçe dolaştığı bir dünyada emeğin dolaşımını engelleyen bir musluk. (Savaş mağdurlarının göçünü ayrı konumlandırarak, ileride daha sonra farklı bir başlıkta ele alacağım)
1970’lerde 20’li yaşlarında Londra’ya tekstil işçisi olarak gelen Mustafa Ali günde 18 saat çalışmaktan 6 ay verem yatmış içimizden birisi… Mustafa Ali bir süre önce köyünde evlendiği Ayşe Hanım’a vize verilmeyince avukat tuttu ve İçişleri Bakanlığı’nı mahkemeye verdi. Onca uğraştan sonra Ayşe Hanım’a evlilik vizesi verildi ve Londra’ya geldi. Şimdi 60 küsür yaşındaki Ayşe Hanım İngilizce dil sınavını bir türlü geçemediği için vatandaşlık hakkını alamıyor.
Okurlarımdan Ankara Anlaşması vizesiyle Brighton’da berberlik yapan Ramazan Arslan da gönderdiği e-postada Türkiye’deki eşini getirmek için yaptığı vize mücadelesini anlatmış. Türkiye’deki Başkonsolosluk’un iki kez ret vermesine karşın pes etmeyen Arslan, vizeyi 18 ay sürse de üçüncü başvurusunda almayı başarmış. İki yıl önce de Ramazan Arslan’a sürekli oturum vizesi verilmesine karşın, eşine “yasal değişiklik” bahanesiyle ret gelmiş. Arslan yine havlu atmamış ve yasal başvurularını yapmış. Mahkeme başvuruyu reddedince 26 Ağustos’ta bir üst mahkemede hakkını arnamış. Şimdi Arslan ailesi verilecek son kararı bekliyor. Üst mahkeme de reddederse Arslan ailesinin arasına vize gerecek…
Bu vize yalnızca Mustafa Ali ya da Arslan ailesinin değil, hepimizin sorunu. Türkiye’nin Londra Başkonsolosu’nun bu sorunları takip edip vatandaşlarını mağdur eden uygulamaları kaldıracak girişimlerde bulunması gerekir.
Siz de diyeceksiniz ki, “Aman hocam koskoca Türkiye Cumhuriyeti ve onun Londra temsilcileri Türk vatandaşlarına Birleşik Krallık’ta çalışma ve yaşama hakkı tanıyan 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nı unutmuş. 2002’de özel bir başvuruyla bu hak kullanılmaya başlanmış. Allahaşkına şimdi sen kime ne görev veriyorsun?”
O zaman “Haklısınız dostlar” derim, “Biz öyle bir ülkenin vatandaşıyız ki kendi göbeğini kendimiz kesmek zorundayız. Devletin gözünde ise yalnızca sağmal inekleriz…”