Yalnızlık

Yataktan doğruldu. Saatine baktı. Sabah olmak üzere idi. Doğru dürüst uyuyamamıştı. Kalktı, pencereye doğru yürüdü ve perdeyi araladı. Uzun uzun lacivert gökyüzüne ve ölüm sessizliğine bürünmüş sokağa baktı. Bulanıklaşmış bilinci dalgalanır gibi oldu… Karanlık dağılıyordu…Kuşlar şafağa doğru uçuyordu…

Koskoca evde yalnızdı. Aslında bu dünyada da yalnızdı. Tek değildi; çevresinde bir çok tanıdığı vardı ama bu tanıdıkları içinde bile yalnız hissediyordu kendisini. Ne kadar çok acı, ne kadar çok sıkıntı sığdırmıştı şu kısacık hayatına. İçinde hüzün kabardı.

Amacın kâr değil, insanın doğa ile uyum içinde mutlu yaşayacağı bir sistem demişti…Acımasızlığın değil, vicdanın hakim olduğu bir dünya demişti…Daha çağdaş ve uygar bir ülke demişti…

Ve hayatını, tüm enerjisini ve gücünü bu amaçlara adamıştı… Bunları savunduğu için de inanılmaz baskılara ve haksızlıklara maruz kalmıştı.

Yeryüzü bir avuç spekülatörün ve bir iki paparazzinin insafına terkedilmişti. Ülke “birlik ve bütünlük içinde” idi. O ise yalnızdı…

Kısa bir süre önce buraya taşınmıştı. Aslında tüm yenilgilerini, uğradığı ihanetleri, çözümsüzlüklerini toplayıp son sığınağına, yüreğine göç etmişti. En sevdiği ve güvendiği dostu, O’nu ölümle yüz yüze bırakmış ve bir iki istisna dışında dostları yardım etmek yerine durumunu zorlaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Soluğuna tırmanarak çıkmıştı itildiği bu dipsiz kuyudan. Şimdi kendisine doğru yürüyordu…

Artık ne düzenli bir işi, ne de uğruna mücadele ettiği/edeceği bir amacı kalmıştı. Yaşadığı korkunç trajedilerin, maruz kaldığı haksızlıkların yaşamının temellerini onarılmayacak kadar yok ettiğine inanmıştı.

Pencereden dışarı bakarken dalmıştı…Seçimler yeni bitmişti…Desteklediği siyasal görüş her zamanki gibi iktidar olamamıştı. Zaten öyle bir ihtimal de yoktu. Hayatının hiçbir döneminde muktedirlerin yanında yer almamıştı. “Tüm yaşamım bir yanlışlık herhalde. Yanlış insanlarla arkadaş oldum. Yanlış amaçlar ve düşünceler için mücadele ettim…Yanlış kadınları sevdim…”

Gece yavaş yavaş dağılıyor, kuşlar şafağa doğru uçuyordu. Eğilip kulağına Edip Cansever’in şu dizelerini fısıldamak istedim: “Bilmezlikten gelme Ahmet Abi, umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır…” . Ama rüzgara, O’na götürsün diye şunları söyledim:
Atçalı Kel Mehmet, Kürecikli Kasımoğlu Mehmet Ali, eşitlik, adalet dedikleri için darağacına gönderildiler.

Atatürk, 1920’lerde cumhuriyet kurmayı düşünürken en yakınındakilere bile, bu düşünceyi telaffuz etmedi. Yalnızdı.

Köroğlu, Bolu Beyi’ne karşı yenilmişti. Mithat Paşa çağdaşlaşmayı savunduğu için Taif’te II. Abdülhamit’in emriyle öldürüldü…

Ve adalet, eşitlik ve kardeşlik kavramlarının anlamsız, gereksiz görüldüğü, demode sayıldığı günümüzde bile tarihin gülen yüzü Atatürk, Atçalı Kel Mehmet, Kasımoğlu Mehmet Ali değil mi?

Tarihin, Atatürk’ün cumhuriyeti kurması gibi istisnai dönemleri dışında, iyiden, doğrudan, adaletten ve kardeşlikten yana olanların yenildiğini, yalnız olduğunu, fakat bugünümüzü aydınlatanların muktedir olanlar değil, yenilenler ve yalnız olanlar olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Yani kısacası, bugün yeterli olmasa da var olan aydınlığı bu yenilgilere borçluyuz.

1598890cookie-checkYalnızlık

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.