YEKTE yavrum YEKTE

Birleşik Krallık’ta güzün hüzün var. On günlük yasın ardından Kraliçe toprağa verildi. Aşık Veysel’in “sadık yari” bağrına basacak zannettiğimiz bütün emanetleri oburca yutup yok eder. Bakiyesi namevcuttur. Hüznü hazana çeviren öz budur.

Yazdığımın tersi de doğru. Vefat vefa’dan gelir. Vefa sözünü tutmaktır. Ölümle borç ödenir, huzura erilir, temize çıkılır. Alacaklı yakana yapışamaz. Orta Afrika’daki Kamerun ve Ganalılar cenazelerini dans ederek uğurluyorlar. Alacaklıyla mahkemedeki “duruşmalar, vuruşmalar” sonlanır, dosya kapanır. Kim kutlamaz ki!

Danslı Cenaze Töreni

Bâkî, (1526 -1600) der ki “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”. Ümit Yaşar Oğuzcan (1926-1984) ise “Kalırsa da içimde bir derin sızı kalır” der. İkisi de doğrudur. İkincisi daha doğrudur.

Kraliçenin cenaze törenini izlediyseniz, görmüşsünüzdür. Sekiz asker tabutu güçlükle omuzlayabildi. Özel bir soğutucu yaptırdık. Günlük ısı dışarda her ne olursa olsun, morg çekmecelerinde olduğu gibi içerdeki ısıyı 0 ile +5 arasında tutacak bir termostatla sorunu çözdüm.

On gün, dile kolay! Son gün cenaze törenin yapıldığı manastırda kilise orgu ruhani havayı kutsi boyuta taşıdı. Org tahta üflemeli bir çalgıdır. Burada “tahta” tabiri Cem Yılmaz’ın G.O.R.A.’sındaki doğada bulunan dört element; “ateş, su, toprak, TAHTA” kadar yakışıksız kaldı ama neyleyim, bazen literatür esir alır.

Aka Gündüz Kutbay

Üflemeye musikide nefesleme de diyoruz. Kutsi bir nefese ihtiyaç duyulduğunda aklımıza önce “ney” geliyor. Ney denilince Kudsi Ergüner ve Aka Gündüz Kutbay’ı anarım. Jean Michel Jarre da Mevlevi sufi müzik üstadı Diyarbakırlı Kudsi Ergüner’e koşmuştu.

Okay Temiz’in Zikir albümünde piyanoda Tuna Ötenel, basta Onno Tunç’la birlikte Aka Gündüz Kutbay (1934 -1979) neyini öyle bir nefeslendirir ki Yemen şehitlerine yoldaşlık eder, ölür ölür diriliriz.

“Türkiye Caz Tarihi” diye bir kavram söz konusu olacaksa 1979’da kaydedilen Zikir albümü dönüm noktasıdır. Orta ikiden terk Aka Gündüz Kutbay albümün çıktığı yıl bir radyo kayıdı esnasında 45 yaşında son nefesini vermişti.

G.O.R.A.

Dönelim kainattaki dört elemente! Bilirsiniz, ney kamıştan yapılır. Kamış toprakla suyun buluştuğu sazlık alanlarda yetişir. Ateş de güneşle ikram edilince Cem Yılmaz’ın elementleri toprak, su ve ateş sazlıkta saz olmak için kavuşmuş olurlar. Geriye hava kalmıştır. Neyzenin nefesiyle ulvi ve derin bir uzun hava oluşur ki içimize işler.

Ne demiştik, org tahta üflemeli bir çalgıdır. İşte bu sebeble olsa gerek org müziği memleketimizde de pek sevilir. “Anadolu Rock” denen o dev ve devri geçmeyen kapsam aslen iki org çaların hatırınadır. Uğur Dikmen ve Turhan Yükseler. Biri Dervişan’ın beynidir, diğeri Moğollar’ın ışıldayan çağı.

Peki o koca kilise orgundaki neye benzeyen ama neyin 1000 katı büyüklükteki borulara kim nefes yetirebiliyor? 10. yüzyılda Winchester’da inşa edilen kilise orgunu çalmak için 70 üfleyiciye (körükçüye) ihtiyaç duyuluyormuş. 400 borusu varmış.

100 yıl önce yapılmış 33,114 borulu orglar bile var (New Jersey). 150 ton ağırlığındaymış. Siz 150 otomobil kadar deyin. Elbette nefesle değil elektrikli mekanizmaların hava üflemesiyle çalışıyor.

Orta büyüklükte bir kilise orgu

Neden bunca zahmet? Müzik faniye beşikten mezara kadar eşlik eder. Ninnidir, ağıttır. Evlenirken, düğün dernek, sünnet hep müzikledir. Aşk şarkılarının nerdeyse tamamı kavuşamamayı (ayrılığı) anlatır. Mevleviler vuslat yani buluşmayı müzikle karşılar.

Semaya ne ile erişilir? Neyle ve sazla erişilir. Saza telli Kur’an da denir. Naçiz ve aciz beden bir gün toprak olur ama ilelebet payidar kalan hoş bir sedadır.

Hoş bir seda oluşsun diye müziği yarattık. Tabiatta hiçbir şey eşit değildir. Her otun, itin, bitin hücresel özü, her bit yeniğinin moleküler yapısı özneldir. Tabiattaki düzensiz, orantısız ve akortsuz sesleri eşleyerek, eşitleyerek, mesafelendirip düzenleyerek hoşlaştırmaya müzik diyoruz.

Aslen doğuşumuz eşittir. Anadan üryan. Hırkasız. Mezarda eşitleşmek için kefenle toprağa atlarız. Kabe sade bir örtüyle tavaf edilir. İnananlar paylaşımcıdır (komünisttir). Eşitleşmeyi sever. Tabiattaki eşitsizliği red eder. Eşref-i mahlukat diye tanımlanmamız yaratılanlardaki eşitsizliği eşitleme erdemimizdendir.

İşte bu çabanın, yani hoş sedanın ardına takılmış Ankaralı bir bebenin küresel ölçekte yayın yapan Al Jazeera televizyonunda bir çalışmasına denk geldim. Son birkaç aydır Türkiye’nin tanıtımı yayınlanıyor. Memleketimizi tanımak için bu tanıtımı tanımak gerek.

“Art in İstanbul is the New Cool | Go Türkiye” adlı tanıtımın tamamı yarım dakika. Yani 30 saniye. Görüntü öylesine akıyor ki 30 saniyede 30’dan fazla fotoğraf ekrana yansıyor. Klasikleşmiş hazinelerimiz Kız Kulesi, Ayasofya Kilisesi (Müzesi), Sultan Ahmet Camii, Kaplumbağa Terbiyecisi, İstanbul Boğazı, Boğaz Köprüsü (Bıkkınlık Törpüsü), Galata Kulesi, Fenerin Kölesi filan derken birden işin rengi değişiyor.

Modern sanat galerimizden oldukça çağdaş eserler, moda tasarımcılarımızın çizgileriyle bembeyaz zarif kostümleri sergileyen mankenlerimiz, kadın istihdamına destek amacıyla kurulup Atölye Kale’de özel bir sırla üretilen Atatürk Kültür Merkezi’ndeki seramik Kırmızı Küre.

Beyoğlu tramvayı önünde kontrbas, tenör saksafon, banjo ve vurmalı çalgılarla sokak müzisyenleri müzik yapıyor. Opera ve baleden birkaç görüntü. Rock konserini andıran edayla enerjik bir davulcu. Kızlı erkekli dans eden gençler. Gece yarısı güvenle güle oynaya rıhtımda yürüyen şık genç model hanımlar.

https://www.youtube.com/watch?v=ec6uBNagrOQ

Tanıtım videosu YouTube üzerinde “Art in İstanbul” başlığıyla yayınlanıyor ama Ankara’dan “kaçak” görüntü de sızdırmışız. Ankara’daki Atatürk Kültür Merkezi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nda bir orkestra şefi.

İktidardaki dar siyasilerin son 20 yıldır söyledikleriyle, bu reklam arasında uçurum var. Son 4 ayda iptal edilen 14 sanatsal etkinlik ve festival sanki bir başka ülkede yaşandı!

Biz gelelim işin musiki tarafına. Arka planda türkümüz “Yekte”nin akıllaca işlenmiş modern bir düzenlemesi çalıyor. “Arka planda” dediğime bakmayın. Aslında oldukça ön planda. Video’da sesi sonuna kadar açmışlar. Gümbür gümbür duyuluyor.

Tanıtım videosunun altına hak teslimi gereği yazmalıydılar ama yazmamışlar. Araştırdım buldum düzenleme “Hey Douglas”a ait. Hey Douglas, Amerikalı filan değil. Ankaralı bir bebe. Bebe dedimsem de kulak arkası yapmayalım. Çok akıllı bir bebe. Yaptığı diğer düzenlemeleri de dinledim. Bu bebe iyi işler çıkarabilecek birine benziyor.

Ankaralı çocuğun adı Emin Yasin Vural. 1984 doğumlu. Pop, elektronik, hip hop çalışıyor. Mesleğini DJ, Rapçi, Yapımcı olarak sıfatlandırmışlar. DJ (Diii Ceyy = Plak Döndüren Adam)

Emin Yasin Vural

Yalnız eserin bu kadar vurucu olmasındaki başarı sadece Emin Yasin Vural’a ait değil. Türkünün aslı da çok sağlam. Tamam ama böyle yüzlerce türkü var. Bu türküyü yaşatan ve daha çoook yaşatacak olan değer ise 1976 yılında Adanalı bir gencin bulduğu gitar (riff ) motifi.

Adanalı gencin adı Zafer Dilek. Ankaralı Emin Yasin Vural’dan 40 yaş büyük. 1944’de doğmuş. Benim gibi saçı aklaşmış, mezara yaklaşmış olanlar “Zafer-Banu-Hülya Üçlüsü”yle hatırlar. Kemal Sunal filmleri başta olmak üzere birçok Türk filminde türkü düzenlemeleri kullanılmış.

Ajda Pekkan, Edip Akbayram, Mazhar Fuat Özkan (MFÖ), Sezen Aksu, Asu Maralman, Işıl German, Neşe Karaböcek, Gülden Karaböcek, Bülent Ersoy gibi birçok sanatçıya aranjörlük de yapmış.

Yekte’yi 40 farklı sanatçı yeniden düzenlemiş. Yurtiçi, yurtdışı konserlerinde yorumluyorlar. Bu türkünün yeniden nefeslenmesinde Zafer Dilek’in 40 yıl önce bulduğu gitar motifi çok önemli.

Yekte’nin sözleri şöyle:

Of of, kandilli yazmayı kaldır yüzünden / Alırım dedin de döndün sözünden / Lisanlara geldim senin yüzünden /

Of of, karadır kaşların, gözlerin üzüm / Bilirim sevdiğim, yanıyor özün / 

Beni seviyorsun, ellerde gözün /

Yekte anam, yekte / Pastırmalar denkte / Ne olursa olsun delikanlılıkta…

Yekte, eteklik demek. Kayseri türküsünde geçen “Bilirim sevdiğim, yanıyor özün” mısrası sözün değil, özün (iç) yanmasıdır. Buna “aşk ateşi” de denir. Ankara türküsünde ise aynı ateş benzer manada fakat biraz daha kor alevle işlenir “Oy farfara farfara / Ateş düştü şalvara /Ağzım dilim kurudu /Kız yalvara yalvara”.

Ola ki başkentimiz Ankara olsaydı, siyasiler Ankara’ya uğrasaydı, hakikatle yüzleşmede halkın türkülerde yıllar önce de, yüzyıllar önce de ne kadar sade, katıksız, dolaysız ve samimi olduklarına tanıklık edebileceklerdi.

Filistinli karikatürist Emad Hajjaj’ın İran tasviri

Yurtta sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilim insanlarımız hapislerde çürütülürken, mahkemelerde süründürülürken, işsiz bırakılan çaresiz müzisyenlerin intihar haberleri yankılanırken, birçok sanat etkinliği & festivaller peş peşe iptal edilirken, sanat kurumlarına ayrılan ödenekler tırpanlanırken, kadına karşı şiddet ve cinayetlerde rekor kırılırken, komşu ülkelerdeki dini gerekçeli kadın katliamlarına sessiz kalınırken yurtdışı reklamlarımızda çağdaş eserler, zarif kostümleri sergileyen mankenler, sokak müzisyenleri, opera ve bale, rock konseri, kızlı erkekli dans eden gençler, güle oynaya rıhtımda yürüyen şık genç hanımlar sergileniyor.

Böylesine tut-arsızlık ancak arsızlıkla mümkün. 

2636700cookie-checkYEKTE yavrum YEKTE

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.