“Yeni ekonomik model”  başlamadan bitti!

Prof. Dr. Mustafa Durmuş – Son dört aydır (Kasım 2021-Şubat 2022) Türkiye ekonomisinin cari açıkları artarak sürüyor. Üstelik bu açıklar göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Öyle ki Kasım’da 13,9 milyar dolarla başlayan süreç, Şubat’ta 21,8 milyar doları aştı. Bunda en büyük etken kuşkusuz dış ticaret açığındaki (ithalat-ihracat) patlama. Çünkü bu açık Kasım’da 29,5 milyar dolar iken, Şubat’ta 39,6 milyar dolara erişti. (1)

Oysa geçen yıl siyasal iktidar,  temelini “cari fazla (ve ithal ikamesine kısmen geri dönüşün) oluşturacağı yeni bir ekonomik modeli hayata geçirmeye başladıklarını” açıklamıştı.

Evdeki pazar çarşıya uymadı

Ancak ödemeler dengesi verilerine bakılınca, ülkeyi yöneten iktidar bloku açısından “evdeki pazarın çarşıya uymadığı” görülüyor. Üstelik “daha yılın başlarındayız, yılsonuna kadar toparlarız” demek de mümkün değil zira birkaç gün önce bir başka darbe de Dünya Bankası’ndan geldi.

Dünya Bankası geçenlerde yayınladığı son “Bölgedeki Savaş-Ekonomik Güncellemeler Raporunda” (2), bir yandan Türkiye ekonomisinin bu yılki büyüme tahminini (Şubat’ta yüzde 2 olarak açıkladığı), yüzde 1,4’e çekerken, aynı zamanda bu yıl ekonominin yüzde – 6,4 ile son yılların en yüksek cari açığını vereceğini öngörüyor. Bu arada aynı raporda bir başka açığın da, bütçe açığının bu yıl rekor düzeyde (yüzde – 5,2) olması bekleniyor. 

Üçü bir arada: Bir yandan ‘yatırım-tasarruf açığı’, bir yandan ‘cari açık’ ve bir yandan da ‘bütçe açığı’. Bu üçünün bir arada ve yüksek düzeylerde bulunması ekonomi ve ülke için pek hayra alamet olmasa da, siyasal iktidar bunu dert etmiyor gibi ya da öyle görüntü vermeyi tercih ediyor. Sözcüleri, ısrarla, “her şeyin yoluna gireceğini, yılsonuna kadar enflasyonun makul seviyelerine çekileceğini” söylüyorlar.

‘Yeni’ bir model var mıydı?

Sahi yeni olduğu ileri sürülen bu model neden bu kadar çabuk eskidi? Yoksa hiç yoktu da biz var mı sandık?

Hatırlamakta yarar var. Ülke ekonomisi AKP’nin ilk iktidar yılı olan 2003’ten bu yana yüksek cari açıkla büyüdü. İktidar, dönemin olumlu dış konjonktüründen (bol küresel likidite ve dış destek) yararlanarak bu cari açığını (kabaca ithalat-ithalat farkı) fonladı. Bu süreçte (2020 yılına kadar 1 trilyon dolar civarında bir yabancı kaynak kullanıldı) (3) sermaye/servet birikimi asıl olarak inşaat, emlak/konut ve finans sektörü üzerinden gerçekleştirildi. Bugün eleştirilen dolar milyarderleri ve onların dev inşaat firmaları ve onların etrafındaki büyük sermaye ve iktidar ağı aslında bu stratejinin bir ürünü.

Birikim modeli tıkanınca…

Ancak bu model 2015 yılından bu yana teklemeye ve 2018’den beri de işlememeye başladı. Ülke bu süreçte ciddi döviz krizleriyle beraber, yüksek dış borç stoku, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve tabi ki bunlarla birlikte daha da kötüleşen gelir adaletsizliği ve yoksullaşma yaşıyor. 

Ekonominin sanal olarak büyütülmesi dışında bu model sürdürülemez bir noktaya geldi. Ukrayna savaşının da etkileriyle birlikte bu yıl artık böyle bir ekonomik büyüme de olmayacak.

İktidar bloku açısından, eski hikâye işlevsiz kalınca bu kez yeni bir hikâye anlatmak gerekli oldu. “Asıl yeni başlıyoruz” sloganı ile artık “cari fazla vereceğimiz” ilan edildi. Öyle ki bu söylemlerden yola çıkarak, bazıları “Çin Modeli uygulanacağı” çıkarımlarında bulundular.

 

Cari açık “out”, cari fazla “in”

Cari fazlanın, turizm gelirlerinin yanı sıra, “ihracatın ithalattan daha fazla artması ve ithalatın giderek azaltılarak yerli üretimle ikame edilmesiyle mümkün olabileceği” söylendi. Bu bağlamda ihracatı artırabilmek için, döviz kuru 1 dolar 15 TL bandına kadar çekilip (Kur Koruma Mevduatı uygulamasıyla yüzlerce milyar TL’lik potansiyel kamu zararı sayesinde 15 TL’nin altında tutulurken), tüfe bazlı reel efektif döviz kurları 120’lerden 55’e kadar düşürüldü (4). Asgari ücret 289 dolara kadar çekilirken, bunun yarısına dahi çalışmaya razı ‘sığınmacı emeği’ ihracat sektörünün çoklukla başvurduğu bir ‘ucuz emek deposu’ haline getirildi.

Bütün bunlardan murat edilen (ya da bize söylenen) “cari fazla ile döviz rezervlerinin artması, böylece döviz arz ve talebinin dengelenmesi, bunun döviz kurunu düşürmesi ve nihayetinde bunun da enflasyonu indirmesiydi”. 

Böylece tıpkı “faiz ve döviz kurunda yapıldığı gibi, yılsonunda enflasyon da makul seviyelere düşürülecekti”. Tek yapılması gereken “sabırlı olmak ve iktidara güvenmekti”.

Cari açık 1 yılda 3 kat arttı

Ama bu öngörüler bir türlü gerçekleşmedi. Nitekim dün Merkez Bankası ödemeler dengesi istatistiklerini (Şubat 2022) açıklarken, kötü haberi de verdi. Buna göre yıllık cari açık hali hazırda 21,9 milyar dolara ulaşmış durumda. 

Bu istatistiki verilerden derleyerek hazırladığımız aşağıdaki tablo bu konuda daha ayrıntılı bilgi sunuyor.  Buradan da görülebileceği gibi; cari açık bu bir yılda 3 kat, en önemli bileşeni olan dış ticaret açığı ise 3,6 kata kadar artmış. Bunun asıl nedeni (azalmasını bir kenara bırakın) ithalatın ihracattan daha hızlı artması. 

Örneğin bu yılın Ocak-Şubat aylarında (geçen yılın aynı ayları ile kıyaslandığında) ithalat yüzde 51 artarken, ihracat sadece yüzde 24 artabilmiş. Kısaca ihracat beklendiği hızla artırılamazken, ithalat azaltılamıyor, hatta artışı yavaşlatılamıyor.

Mevcut birikim modeli sürdürülemez olunca ve bu durum daha fazla otoriterleşmenin de önünü açınca iktidarın Batı ile ilişkileri de sıkıntıya girdi. Batılı ‘dostlarla’ ara açılınca, iktidar önce ekonomik ve politik çözümleri yeni rota arayışı altında Doğu’da, yani Rusya ve Çin gibi otokrasi ile yönetilen ülkelerde aradı ama bu da tutmadı. 

Çünkü sermaye, ara malı ve teknoloji açısından Batıya bağımlı bir ülkenin bunları riske sokacak yaptırımları göze alması beklenemezdi. Ayrıca devletin ve sermaye gruplarının onlarca yıldır Batı ile kurmuş olduğu ekonomik ve politik çıkar ilişkileri öyle kolay feda edilebilecek türden ilişkiler değildi.

İthal ikamesine geri dönülebilir mi?

İkinci olarak, bizi yönetenlerin kendileri kabul etmeseler de, bu ülkenin mevcut siyasal yönetim anlayışı, benimsediği iktisadi paradigma ve buna uygun ekonomi politikaları altında ithal ikamesine tekrardan (1960’larda olduğu gibi) dönülebilmesi neredeyse imkânsız. Buradan hareketle de ekonomide cari fazla yaratılabilmesi çok zor.

Çünkü:

  • Cari fazla verebilmek için ülkenin sanayi ve teknoloji alt yapısının güçlü olması ve ihracatın da bu alt yapı üzerinden şekillenerek dünya pazarlarında karşılık bulabilecek düzeyde, yani sermaye-teknoloji ve beceri yoğun ürünlerden oluşması gerekiyor. Ülkenin ne ekonomisi, ne de ihracatı bu yetkinlikte. 
  • Ülke ileri teknoloji üreten bir ülke olmadığından teknolojiyi ithal etmek gerekiyor. Ancak bunun için ülkenin ya yeterli dövizi olmalı ya da ülkeye ileri teknolojiyi beraberinde getirebilecek nitelikte doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmeli. Örneğin Çin 1970’li yıllarda ileri teknoloji ihtiyacını böyle yatırımlarla çözdü ve sonrasında kendi yerli teknolojilerini üretmeye başladı. 

Oysa Türkiye’ye son yıllarda çok az miktarda doğrudan yabancı sermaye yatırımı geliyor. Üstelik bu yatırımların önemli bir kısmı ileri teknoloji ile ilgisi bulunmayan, örneğin emlak ve konut alımına dönük yatırımlar. TL değersizleştikçe ülkedeki konut, emlak, toprak ucuzluyor, bu da yabancı yatırımcıyı çekiyor, bunlar da sözde doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında sayılıyor. Bunun ileri teknoloji ihtiyacını karşılamaya her hangi bir katkısının olmayacağı çok açık.

  • İleri teknoloji olmayınca emek gücü verimliliği de yeterince artmıyor. Ayrıca böyle ileri teknolojiyi özümseyebilecek bir emek gücü için, buna uygun eğitim sistemi ve politikaları da gerekiyor. İktidarsa bunu pek dert ediniyor gibi görünmüyor zira eğitimin hali ortada. Üstelik ülkeden gitmek durumunda kalan nitelikli, eğitimli emek gücüne en kibarca “çekip gidin” denilebiliyor.

İthal ikamesini hayata geçirebilmek içinse ya özel sektör buna niyetli olacak ya da devlet bu işi üstlenecektir. Özel sektör mevcut maliyetlerle böyle bir yerli üretime girmekte zorlanır zira özellikle de Çin’den gelen ucuz mallar karşısında rekabet şansı çok az. 

Devletse bu işe tekrar girebilecek konumda değil çünkü ülke tarihindeki özelleştirmelerin neredeyse yüzde 90’ı bu iktidar döneminde yapıldı. Yani tüm kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) özelleştirildiğinden, yerli üretimi yapacak kurum kalmadı artık. Kaldı ki bırakın kamulaştırmayı, devletleştirme düşüncesi bile neo-liberalizmi düstur edinmiş olan bir iktidarın pek benimseyebileceği bir şey değil.

Sonuç olarak

İktidar blokunun “yeni ekonomi modeli” olarak topluma sunduğu şey dört ayın sonunda kendiliğinden iflas etti. İktidarın anlatabileceği başka yeni bir hikâye de mevcut değil. 

Diğer yandan, şu ana kadar açıkladıklarından hareketle,  merkez sağda buluşan ‘Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu ‘toparlanma ya da çıkış modeli’ de yeni değil. Eskinin tekrarı, daha ziyade pansuman niteliğinde önerilerle ne yüksek cari açık, enflasyon, işsizlik, yoksulluk ortadan kaldırılabilir, ne de ülke gerçek bir ekonomik ve sosyal kalkınma rotasına sokulabilir. 

Gerçek bir özgürleştirici sosyo-ekonomik kalkınma ve gelişme için; emekten yana, doğa ile uyumlu, kadınları güçlendiren, eşit yurttaşlık temelinde toplumun tüm ezilen kesimlerini, kimliklerini kucaklayan bir bakışa, buna uygun bir stratejiye ve ekonomi politikalarına ve bunu harekete geçirecek bir siyasal ve toplumsal iradeye ihtiyacımız var. 

__________________

Dip notlar:

  1. TCMB, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Tablo 3. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı – Yıllıklandırılmış Ayrıntılı Sunum,  https://www.tcmb.gov.tr (11 Nisan 2022).
  2. World Bank, War in the region, Europe and Central Asia Economic Update (Spring 2022), https://www.worldbank.org, s. 98  (11 Nisan 2022).
  3. https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/cari-aciga-dayali-buyumeye-devam-dis-borc-stoku-ve-heba-edilen-18-yil (23 Mayıs 2021).
  4. TCMB, Tüfe Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru, https://evds2.tcmb.gov.tr (12 Nisan 2022).

 

2598390cookie-check“Yeni ekonomik model”  başlamadan bitti!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.