Yerel tohum satışını yasaklayan bakanlık ne yapmak istiyor

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE -Buğdayın gen merkezi olan Türkiye 18 bin buğday çeşidini son 60 yılda yitirdi…

İzmir’de Emine Erdoğan’ın da katılımıyla yerel tohum etkinliği düzenleyen Tarım Bakanlığı, bütün yerel tohumların toplanacağını açıkladı. 2006’da yerel tohumların satışına yasak getiren, 2018’den itibaren ise yalnızca sertifikalı hibrit tohumların destekleneceğini açıklayan bakanlık neyi amaçlıyor?

TÜRKİYE’NİN BUĞDAY ÇEŞİTLERİ HAZİNE DEĞERİNDEYDİ
Buğdayın ana vatanı olan Anadolu topraklarında 18 bin farklı tipte buğday olduğu saptanınca dünya şaşkına döndü. Türk bilim insanı Mirza Gökgöl’ün Türkiye’nin neredeyse her bölgesinden topladığı buğday örneklerini karakterize ederek 1930’larda yaptığı çalışmayla 256 yeni buğday varyetesi olduğu saptanmıştı. Gökgöl, Türkiye’deki çiftçilerin elinde bulunan buğday çeşitlerinin bitki ıslahçıları için bir hazine değerinde olduğunu belirterek zengin gen kaynağına dikkat çekmişti…

2017’DE BİR GÜNDE YARATILAN TAHRİBAT YILLARA BEDEL
Ancak bu benzersiz zenginliğin varlığının devam etmesi, onun korunmasına ve geleceğe aktarılmasına bağlıydı. 1950’lerden sonra adım adım Anadolu’yu işgal eden modernitenin dayattığı yaşama ve üretim biçimi, ağacından kuşuna, deresinden ormanına, yaylasından merasına her alanda geri dönüşümü mümkün olmayan biçimde tahrip etmeye başladı. Son 15-20 yılda iyice hızlanan tahribat, binlerce yıllık doğa ve insan etkisinin onlarca katına ulaşmış durumda. Bir başka deyişle 2017 Türkiye’sinin tek bir gününde insan eliyle coğrafya üzerinde yaratılan geri dönüşümsüz tahribat, 1800’lü yıllarda bir kaç yılda yaratılan tahribattan daha fazla…

UZAYDAN GELEN BİR İŞGAL ORDUSU GİBİ YAYILAN YIKIM
Simsiyah zifte bulanarak asfaltlanan yemyeşil çayırlarınn çevrelediği toprak yollar, betona boğulan ormanlar, sulak alanlar, sazlıklar, çirkin metal ve plastiğin işgal ettiği kasabalar, paslı demir yığınlarının, lime lime naylon çöplerinin yığın oluşturduğu dere yatakları, deşilmiş yollar, mazota, grese bulanmış ovalar…Başınızı nereye çevirseniz adeta uzaydan gelmiş ve yeryüzünü kurutmaya yemin etmiş bir işgal ordusunun askerleri gibi toprağı kazan, dağları yokeden, dereleri kazıyan, ormanları traşlayan, gölleri kurutup “dünyanın en çok göletini yapmakla” övünen bir ülkenin siyasileri…

SABAH AKŞAM EKRANLARDAN KALKINMA YALANI KUSUYORLAR
Dehşet verici bir yağma dürtüsüyle, toprağı, suyu ve yaşamın tüm zenginliğini yok etme üzerine kurgulanmış bir büyüme ve kalkınma yalanını yedi gün 24 saat ekranlardan ülkenin en kılcal damarlarına kadar kusan bir bulamacın tam ortasındayız…
Mutfağında soğan doğrayan yoksul bir kadının direnç kaynağı ve umudu annesinden öğrendiği, bez keseciklerin içinde hazine saklar gibi koruduğu tohumlarıydı…

Torosların en görkemli yapıları, masmavi göğün altında, heybetli dağların koynuna elmas taşları gibi yerleştirilen ahşap tahıl ambarlarıydı…

Anadolu’nun en sosyal mekanları, Edirne’den Ardahan’a binlerce dere kıyısında, ulu çınarların altında kurulmuş su değirmenleriydi…

Sımsıcak un kokusunun suyun buğusuna karışıp, vadilerde emekten ve umuttan yakılmış türkülere dönüştüğü Anadolu akşamlarının o kızıl alevi giderek söndü…

Değirmenler betonarme imparatorluğunun paletleri altında ezilip, barajların, göletlerin suyuna gömüldü…

ANADOLU’NUN SURETİNİ YIRTAN DOMBRALI MİNİBÜSLER
Bir ölüm sessizliği adımlıyor şimdi bir uçtan bir uca, buğdayın doğduğu toprakları. Üzerine “Evet” giydirilmiş, gülümseyen plastikten yüzlerin kapladığı minibüslerden yükselen ‘Dombra’nın tırnakları yırta yırta yara yapıyor Anadolu’nun binlerce yıllık suretini…

Yeryüzünün en köklü uygarlıklarını yaratan bir coğrafya, Hipokrates’i, Thales’i, Truvalı Hektor’u, Likyalı Sarpedon’u, Yunus’u, Hace Nasreddin’i, Kaygusuz Abdal’ı, Kazak Abdal’ı, Kızıldeli Sultan’ı koynunda emziren bu toprak adım adım zehirleniyor. Dadaloğlu’nun, Çakırcalı Efe’nin, Mustafa Kemal’in yüreğine isyan ve özgürlük duygusunu işleyen bu dağlar, hepimizin gözleri önünde kalıp kalıp kesilip gemilere yüklenerek Dubaili Şeyhlerin saraylarının zemininde ayaklarının altına seriliyor…
Anadolu’yu insanlığın beşiği yapan bütün değerler, bir yalan makinesinde birer birer öğütülerek “dünyanın en büyük 10 ekonomisi” olacağız saçmalığıyla freni patlamış bir kamyona doldurulup hızla uçuruma doğru sürükleniyor…

ANADOLU’NUN VEBALİ HEPİMİZİN ÜZERİNDE
Ey çarıklarında kızıl toprağın çamuru kurumuş isyankar Türkmenlerin torunları… Ey Asurlu tüccarların, İpek Yolu kervancılarının, Ahi Evran’ın, arasta pirlerinin öyküleriyle büyümüş Anadolu’nun öksüz esnafları… Ey özgürlükleri uğruna nice sultanlara boyun eğmeyip, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!” diyen diyen Dadaloğlu’nun, bir fabrikada işe fit olup dağları terk eden çocukları…

Binlerce yıldır iki yakasını hiç teslim etmemiş Anadolu’nun ahı hepimizin boynunda şimdi…

Ayağınızın altındaki toprağın vebali hepimizin üzerinde şimdi…

Hitit’in yüce kralı Labama, Roma’nın tanrı imparatorları, Bizans’ın ‘erguvan rengi’ odalarda doğmuş ‘soylu’ prensesleri, Selçuklu’nun kendisine Allah’ın gölgesi diyen sultanları, Osmanlı’nın cihan padişahları geldi, gördü ve geçip gittiler…

Yalnızca taşlara kazınmış suretleri kaldı geride…

Kimi bir Toroslarda bir dağ köyünde dibek taşı, kimi Köyceğiz’de tavuk kümesi, kimi Kaş’ta keçi ağılı, kimi de Alacahöyük’te sarımsak bahçesi oldu.

TURNALARIN KANADIYLA TAŞINAN ÖZGÜRLÜK ATEŞİ
Ancak Anadolu toprağının ruhu tohumdan başağa, başaktan tohuma binlerce yıldır hep aktarıldı durdu. Toprağın ve suyun beslediği bu isyan duygusu, bu özgürlük ateşi, bir buğday başağında, bir incir çekirdeğinde, bir zeytin danesinde, bir üzüm salkımında mayalanıp turnaların kanadıyla taşındı durdu binlerce yıl…

Binlerce yıl teslim olmadı bu toprak. Gökyüzü ağladı, yeryüzü güldü. Toprağın üstünde semaha durduk, devran döndü, biz döndük…
Anadolu’nun inancı, kültürü, türküsü, ağıtı hep o bez torbaların içinde saklanan küçücük tohumların topraktan insana, insandan toprağa aktarılıp durmasıyla bugüne ulaştı…

İşte şimdi o tohumları sonsuza kadar elimizden almak istiyorlar!

Bereketli Hilal’de, Dicle’nin kıyısında, Çayönü’nde bir kadının eliyle toprağa ekilen tohum sayesinde insanlığın yarattığı en büyük devrimin izlerini silmek, insanlığı sonsuza kadar şirketlerin kölesi yapmak istiyorlar.

Bizden canımızı değil, o büyük insanlık ruhumuzu, birbirimizle dayanışma kültürümüzü istiyorlar!

DÜNYANIN ORTASI DAMASCUS’A BOMBALAR YAĞARKEN
İşte yine dünyanın ortası Damaskus’a, Şam’a, o benzersiz ballı meyve bahçelerinin, humusun, zeytinin topraklarına bomba yağdırmaya başladı şirketlerin ordusu. Dünyanın en bereketli topraklarında bombalanmamış tek karış yer bırakmamaya ant içmiş gibi saldırıyorlar. İşte yeniden kardeşlerinin evine bomba yağdıranları alkışlıyorlar, Türkiye’nin utanç verici siyasileri!
Atalarının emaneti tohumlarla mendil kadar tarlasında kimseye muhtaç olmadan yaşayan Anadolu insanının bağımsızlık kaynağını sonsuza kadar elinden almak istiyorlar.

TOHUMLARIMIZI ÖNCE YASAKLAYIP ARDINDAN ÖKSÜZ BIRAKTILAR
2006 yılında ataların emaneti olan tohumların satışını “standartlara uymuyor” diye yasakladılar. Adım adım yabancı tohum tekellerinin güdümündeki kısır (hibrit) tohumlar Anadolu toprağına yayıldı. Ege Ovalarında başlayan yerli tohum direnişi, Toroslara yayıldı. Çiftçiler, satışına yasak getirilen atalık tohumlarını birbiriyle takas ederek çoğaltmaya, kendi türlerini üretmeye devam etmeye çalıştı.

Ancak Tarım Bakanlığı yerel tohuma yasaklama getirmekle kalmadı, 2018 yılından itibaren yalnızca sertifikalı hibrit tohumla üretim yapan üreticilerin destekleneceğini açıkladı.

Tarımda adım adım oynanan büyük oyun, Anadolu toprağını ve binlerce yılda oluşan üretim kültürünü kırk yamalı bohçaya çevirmeyi amaçlıyor sanki.

Daha çok üretim ve daha çok kazanç bahanesiyle ürettikçe batan çiftçilerin kazancı, tohum, gübre ve tarım ilacı tekellerine aktarılırken bu büyük yangından geriye yalnızca zehirlenmiş topraklar, hastalanmış bir toplum ve en büyük dayanağı olan biyolojik zenginliği tükenmiş, şirketlerin ürettiği tohumlara muhtaç bir yığınlar topluluğu kalacak.

BAKANLIK YASAKLADIĞI YEREL TOHUM İÇİN ŞENLİK YAPTI
Bunca yakıcı tablonun ortasında, geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanlığı eliyle İzmir Kemalpaşa’da ‘1. Yerel Tohum Buluşması’ adıyla bir etkinlik gerçekleştirildi.

Ege’de başlayan yerel tohum direnişine karşı bir alternatif gibi algılanan bakanlığın bu etkinliğine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın da katılması dikkat çekiciydi.

BAKAN ÇELİK: ‘BÜTÜN YEREL TOHUMLARI TOPLAYACAĞIZ’
Burada konuşan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Yerel Tohumlar Buluşmasının önümüzdeki yıllarda devam edeceğini belirterek “Türkiye’de ne kadar yerel tohumumuz varsa bunların tümünü alacağız, toplayacağız bunları kimliklendireceğiz ve ticarete konu olmasını sağlayacağız. Toplandı, TİGEM’in bünyesine aldık bunları, gözden geçirildi, kimliklendirildi, sonra da yerel tohum olarak talep eden vatandaşlara güven içerisinde verilecek. O güzel lezzette, tatta, kokudaki salatalıklar, domatesler, meyveler, sebzeler tekrar gün yüzüne gelecek” ifadelerini kullandı.

Hemen her adımda popülizm sosunu bolca kullanan ama sorunun asıl kaynağı olan politikaların uygulanmasından asla geri adım atmayan hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi Emine Erdoğan da bolca içinden toprak, tohum, insanlık ve adalet geçen cümle kurdu.

EMİNE ERDOĞAN: ‘TARIM EMPERYALİZMİNİN ÖNÜNE GEÇİLMELİ’
Emine Erdoğan’ın konuşmasının kısa bir bölümünü aktarmak gerekirse, özetle şöyle diyor:
“Genç nüfusun tarımdan uzaklaşması ata tohumu kültürünün aktarılması imkânını ortadan kaldırmıştır. Tüm dünyada tarımsal faaliyetler doğallıktan uzaklaşmakta hemen her şey sunileşmektedir. Tarımsal çeşitlilik her yerde kaybolmaktadır. Doğal ve temiz gıda arayışı had safhadadır. Gıda konusu ne yazık ki küresel kapitalizmin elinde bir silaha dönüşmüştür. Emperyalist güçler insanlığın en temel kaynaklarını tekellerine alarak diğer toplumları kendilerine bağımlı hale getirmektedir. Dünyada nüfusun çoğaldığını tarımsal verimliliğin ancak kimyasallarla mümkün hale geldiğini söylüyorlar. Oysa dünyada gıda kıtlığından çok gıdaya erişimde adaletsizlikler vardır. Tarım emperyalizminin önüne geçilmesi ve kendi kendine yeten tarım politikaları geliştirilmesi gerekiyor. Tohum konusu bu meselenin en hassas kısmıdır. Atalık tohum bize birçok açıdan avantaj sağlar. Farklı iklim yapılarına dayanıklıdır, değişen iklim şartlarına uyum yetenekleri fazladır. Lezzeti daha da üstündür. Organik tarım üretiminde daha da avantajlıdır. Milli Tarım Hareketi bu nedenle tam da buradan başlamalıdır.”

15 YILDIR TARIM POLİTİKALARINI UZAYLILAR MI BELİRLİYOR?
Erdoğan’ın konuşmasında kullandığı ifadeler, sanki 15 yıldır bu ülkenin tarım politikasını uzaylılar hazırlıyor ve silah zoruyla hükümete dayatıyor izlenimi uyandırıyor.

Bunun adı tam anlamıyla kurtla bir olup kuzuyu parçalayıp, sonra da oturup koyunlarla birlikte meleşerek kuzunun ardından yas tutmaktır.

Son 67 yıldır tarımda ‘milli’ olan ne varsa onu yok ederek dışa bağımlı hale getirme görevini kusursuz biçimde yerine getiren iktidarlar (istisna dönemler hariç), yeryüzünün en büyük gen ambarını kendi elleriyle parçalamıştır.

BU İKİYÜZLÜLÜĞE HEP BİRLİKTE ‘HAYIR’ DEMEZ İSEK GEÇMİŞ OLSUN
Tarım Bakanlığı’nın İzmir’deki ‘yerel tohum’ adıyla düzenlediği etkinliğin ardından, kimi AVM’lerin ‘yerli firmalarca üretilen’ ama yerel olmayan hibrit tohumlar dağıtarak ‘yerel tohum şenliği’ yapmaya başlamaları da dikkat çekiyor.

Gerçek anlamda atalık tohumlarını kullanarak üretim yapmayı sürdüren ve küresel tarım tekellerine karşı yerel direnişler başlatan çiftçiler yakında suçlu bulunurlarsa şaşırmayın.

Milli Tarım diye dillere dolanan ancak özde Anadolu’nun 12 bin yıllık tarım kültürünün elde kalan son izlerini de silmekten başka bir amacı olmadığı açıkça görülen bu ikiyüzlülüğe ve beraberinde gelecek olan büyük çöküşe hep birlikte ‘Hayır’ demez isek hepimize geçmiş olsun…

2076170cookie-checkYerel tohum satışını yasaklayan bakanlık ne yapmak istiyor
Önceki haberKısaca sen kısaca ben… Ya da sen kimsin be!
Sonraki haberŞefika Kutluer Festivali, yedinci yılında
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.