“Yolsuzluğu yoksullar ödeyecek”

Prof. Asaf Savaş Akat: Ekonomide hatanın bedelini hep güçsüzler öder. Yavaş büyümede işsiz gariban, yüksek enflasyonda emekli öder. Yolsuzluğun bedeli de fakirin cebinden iki şekilde çıkar.

Siyasetteki çalkantı beklendiği gibi ekonomiye çarptı. “Faizler nereye çıkacak”, “TL’nin değeri daha ne kadar düşecek” diye piyasaları tedirginlikle izlediğimiz bir hafta geçirdik. Herkesin derdi biraz da aslında “İşsiz kalır mıyım, arabanın taksitlerini öder miyim, ekonomik olarak bulunduğum noktadan geriye gider miyim” sorularına yanıt bulmaktı. “Ekonomi neden buraya geldi, buradan nereye gidebilir” diye sorduğumuz Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Asaf Savaş Akat işsizliğin bir anda patladığı bir kriz öngörmüyor ama “Sokaktaki adamın geleceği parlak değil” diyor.

Özel şirketlerde danışmanlık yapmış olan Akat, Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucularından. Televizyonda, bir dönem çok popüler olan Ekodiyalog programında yer alan Akat, köşe yazılarına Vatan Gazetesi’nde devam ediyor. Bilgi Üniversitesi’nde dersler veriyor. Akat’ın yazmış olduğu dört kitaptan ikisine web sitesinden ulaşılabiliyor.

Geçen yılki makalenizde 2000’lerde ekonominin başarılı dönüşümünün nedenlerini anlatırken “AK Parti Batı-karşıtı söylemini vestiyere bıraktı, piyasa dostu bir tavır takındı” diyorsunuz. Durum hala böyle mi?

Önce makalede söylediğimizi hatırlatalım: Vestiyere bırakılan Erbakan Hoca’nın temsil ettiği Milli Görüş gömleğidir. Erbakan Hoca küreselleşmeye bayağı karşıdır, “kendi kendine yeterli ekonomi” der. Üçüncü dünyacı-solcu, devletçi, içe kapanmacı iktisat politikaları ile uyumlu bir tavrı vardır. Halbuki AK Parti Erdoğan’la beraber iktidara geldiğinde çok farklı bir uygulama gördük. Devletçilik hiç yok; tersine Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kapitalizmden yana iktidarı. Keza içe kapanma çabası da hiç yok. “AB” diyor, yabancı sermayeyi teşvik ediyor… Bu ilginç bir sürprizdi ve hiç şüphesiz AK Parti’nin başarısına büyük katkı yaptı. Bu başarının bir ayağı daha vardı.

– O neydi?
– Mali disiplin. AK Parti’nin müthiş şekilde mali disiplini sahiplendiğine, içselleştirdiğine şahit olduk. Bütçe planlandığı şekilde, IMF’yi tatmin ederek gerçekleşti. Bu, önemli bir kazanım oldu. Örneğin aksi halde 2008 küresel krizinin etkisi çok daha ağır olurdu. Mali disiplin sayesinde kazanılan manevra alanı maliye ve para politikalarını gevşetme olanağını tanıdı. Hem TL’de değerlenme sağlandı hem 2010-11’de yüksek büyümeye yol açtı.

– Bunlar tamam…. Ama son dönemde Başbakan’ın piyasa ve yabancılarla ilgili söyleyip yaptıkları?
– Doğrusu, seçim kampanyasında her söyleneni ciddiye almam. Daha çok yapılana bakmayı tercih ederim. Öncelikle hukuk fevkalade önemlidir. Babacan da bunu çok vurguluyor. Türkiye için orta-gelir tuzağından söz ediliyor. Bu, kişi başına gelirin bir tavanı aşmakta zorlanmasıdır ve bence tavanın en önemli unsuru hukuktur.


– Neden?

– Çünkü hukukun iyi işlemediği yerde uzun vadeli kontrat yapmak anlamsızlaşır. Halbuki verim arttıran yatırımlar mutlaka uzun vadeli kontratlar gerektirir. Esnaf arasında el sıkışarak 40-50 bin liralık anlaşma yapılabilir. 10-20 milyar dolarlık sanayi projelerini böyle gerçekleştiremezsin. Uzun vadeli kontratlar uygulanmalı, yani hukuk mekanizması doğru dürüst çalışmalı. Son olaylar güveni sarstığı ölçüde yatırım ortamını olumsuz etkiler. Bunu sadece yabancılar diye düşünmek de yanlış. Türkiye’de sorun varsa yerli firmalar da tesisi yurt dışında, Romanya’da, Polonya’da kurar.

– Son yaşananlarla yatırım ortamının bozulmasına dair ciddi emareler görüyor musunuz?
– Kesin konuşmak zor. Yargı karmaşık bir süreç; 1 – 2 ayda anlaşılmaz. Ama gidişat beni korkutuyor.

– Belli sermaye gruplarına müfettiş gönderilmesi, bazı işinsanlarının hedefe konması ürkütücü, değil mi?
– Fransız atasözüdür; “Dövüşe giren horoz tüy kaybeder.” Başbakan ve hükümet bu kavgada ciddi şekilde tüy kaybetmiştir. Özel şirketlere siyasi nedenle vergi ya da SGK müfettişi yolluyorsan, hukukun bağımsızlığı konusunda önemli bir kredibilite kaybı yaşarsın. Firma yatırım yapmadan mevzuata bakmış, ona göre karar vermiştir. Aniden yeni bir durum ortaya çıkıyor: “Evet, mevzuat var ama hükümeti destekleyene başka, karşı çıkana başka uygulanır” deniyor. Hukukun yerini keyfi idarenin almasından uzun dönemde hem hükümet hem Türkiye çok zarar görür.

– Çin’de yolsuzluk var ama yabancı sermaye oraya gidiyor. Neden?
– Türkiye’de bu konuda epey kafa karışıklığı var. Ekonomide kurumlar çok önemlidir. Ancak kurumsal zafiyete rağmen bir ülkede yatırımları kârlı kılacak değişken vardır: ücretler. Kuru yükseltip ücreti yeterince düşürürsen sermayedar “O zaman boşver yolsuzluğu, o kadar çok kâr var ki bu riski aldığıma değer” der ve yatırım yapar. Yolsuzluk arttıkça rekabet gücünü sağlayan ücret düşüyor. Yolsuzluğun bedelini çalışanlar daha düşük ücret alarak ödüyor.

– Hep işçi ücretinden mi çıkar bedel?
– Şart değil; Çin öyle yapıyor. Ama büyümeden de çıkabilir. Yolsuzluk artarken ücretleri düşürmezsen yatırımlar ve büyüme düşer.

– O zaman da işsizlik olur…
– Hayat zor işte. Ekonominin mantığı “Hem yolsuzluk yaparım. hem döviz kurunu ve ücretleri yüksek tutarım, hem ekonomiyi hızlı büyütürüm” demene izin vermiyor. Piyasalar devreye giriyor, “Olmaz öyle şey” diyor.

– Yolsuzluğun bedeli dar gelirliden çıkıyor yani…
– Ekonominin diğer temel kanunudur: Yapılan hatanın bedeli ekonomik olarak güçsüzlere çıkar. Daima ve her yerde böyledir. Yavaş büyümenin bedelini kendileri ve çocukları iş bulamayan garibanlar, enflasyonun bedelini özellikle yaşlılar ve sabit gelirliler, kötü eğitim sisteminin bedelini fakirler öder. Yolsuzluğun faturası da onlara çıkar. Bir bölümü cebinden çıkan paradır; birileri bir şey üretmeden zenginleşir. Bir bölümü dolaylıdır; ya büyüme yavaşladığı ya da ücretler düştüğü için.

Dün yediğin hurmalar…

– Sizce ekonomide bugün yaşanan sorunun nedeni ne?
– Türkiye 80’li yılların başında TL’ye rekabet kazandırdı yani TL’nin reel değerini ciddi şekilde düşürdü. Arada gitgeller oldu ama 2000 yılına öyle geldik. Bunu becerdiği ölçüde dış açık sorunu olmadı. 2000’li yıllarda ise hep yüksek faiz politikası uygulandı. Kur baskı altına alındı. Küresel kriz öncesine kadar böyle devam etti; TL değer kazandı ve dış açık sorunu yeniden Türkiye’nin başına bela oldu. Yüksek faiz bir yandan TL’ye değer kazandırıyor, aynı anda kredi artışına kaynak sağlıyor. Daha kötü bileşim olamaz! Ekonomi yüksek faizin cazibesine gelen dış kaynağın kredi olarak vatandaşa verilmesiyle pompalanan iç tüketimle büyümeye alıştı. Özel kesim tasarrufları kelimenin tam anlamıyla çöktü. Böylece dış açık sürdürülemez hale geldi. Yani bunu eninde sonunda düzelteceksin. Üstelik düzeltmenin acısız ve sancısız olma ihtimali yok; dün yediğin hurmalar muhakkak sana sorun çıkartacak. Şimdi bir şeylerden fedakarlık edeceksin…

– Seçenekler neler?
– Kurda değişiklik yapmazsan, dış açığın sürdürülebilir düzeyde – yüzde 5 diyelim – kalması için büyümenin yüzde 2-3’e düşmesi lazım. Diğer seçenekte ise kuru makul bir düzeye getireceksin, o takdirde dış açığın küçüldüğü için büyüme hızını artırabiliyorsun. Fakat bunu yaparken de enflasyon sorunu çıkıyor ortaya. Yani ödünleşmeden kurtuluş yok. Ya 40 satır ya 40 katır denir.

– Hükümet ne yapmaya çalıştı?
– Hükümet kurun yukarı hareketini kabul etti ancak bunu tedricen, yavaş yavaş yapmak istedi. 2011’den bu yana deniyor. Amaç şuydu: Bir yandan TL değer kaybedecek, aynı anda büyüme yavaşlayacak, böylece dış açık makul düzeye inecek. Geçişi yaptıktan sonra daha düşük bir dış açıkla büyüme hızlanacak.

– Sorun nerede çıktı?
– Geçişin sürati çok önemli. Yavaş olunca riskler birikebiliyor. Tarih kimseyi beklemez. FED varlık alımını yavaşlatıyor; AKP-Cemaat gerilimi siyasi belirsizlik yaratıyor; gelişen ülkelerde kriz korkusu küresel piyasaları ürkütüyor vs. vs. Bunlar yol kazaları. Yavaş gidelim dediğimiz için dış açık yeterince düşmeden başımıza geldi. Koşullar müsait iken daha güçlü bir düzeltme yapmamış olmanın bedelini şimdi daha sancılı bir düzeltme ile ödüyoruz.

– MB, piyasadaki çalkantıyı durdurmak için geçtiğimiz hafta faiz artırdı. Siz düşük faizden yana biri olarak buna karşı çıkıyor musunuz?
– MB’nin yaptığına hayır demek mümkün değil. Döviz kuru kopmuş gidiyordu. Paniği durduracak bir şey gerekliydi. Faiz artışı azdır çoktur tartışılabilir. Ben faiz artışından önce Hazine’nin devreye girmesini, örneğin dövize endeksli tahvil satmasını tercih ederdim. Gene de çok karşı çıkmadım. Sonuçta reel faizdeki artış hala mütevazı. Burada kaldığı sürece fazla sorunlu durmuyor.

Yüksek kur hızlı büyüme

– “Büyüme yüksek faiz ve sıcak parayla sağlanır” diyen iktisatçılar var. Bir de ” büyüme düşük kur ve ihracatla sağlanır” diyenler. Siz ikinci gruptasınız. Neden?
– Ben buna iki “tarz-ı iktisat” dedim. TL’nin aşırı değerli olmasında fazla sorun görmeyen güçlü bir kanat 1950’lerden beri var. “Doğrusu TL’yi düşük değerli tutmaktır” diyen daha zayıftır. Ben uzun süredir Türkiye’nin hızlı büyümesi için rekabetçi kurla sanayisini ve ihracatçısını desteklemesini temel araç olarak görüyorum. İhracata yönelen büyümenin daha çok istihdam yaratacağına, teknolojik gelişmeye daha açık olduğuna, katma değer zincirinde yükselmeyi kolaylaştırdığına, iç tasarrufların yükselmesine imkân verdiğine inanıyorum. Keza dış açık sorununu çözerek hızlı büyümenin bir süre gittikten sonra dış açık duvarından geri dönmeyeceğini düşünüyorum.

AK PARTİ’NİN YÖNTEMİ CİDDİ HASAR VERECEK

– Diyelim ki iki senaryo var. Birincisinde AK Parti yolsuzluk operasyonu için “milli iradeye darbe” deyip şimdiki tutumunu sürdürüyor. İkincisinde yolsuzlukların üzerine gidiyor. Piyasa için iyi senaryo hangisidir?
– Soru yanlış; “Piyasa için ne iyi “değil, “Doğrusu ne” olmalı. Doğrusu yolsuzlukların üzerine gitmektir, nokta. AKP’nin uyguladığı yöntemin savunulabilir hiç bir tarafı yok. Hem kısa hem uzun dönemde Türkiye’ye her düzeyde -siyasi, ekonomik ve toplumsal- ciddi hasar verecek.

Vatandaş sıkıntılı bir dönem yaşayacak

– Merkez Bankası faizi yükseltti ama döviz çok da düşmedi. Bu, sokaktaki vatandaş için ne demektir?
– Sokaktaki vatandaşın işi zor. Çünkü kısmen küresel koşullar kısmen içerde uygulanan politikaların etkisiyle bir süredir imkanlarının ötesinde yaşamaya alıştı.

– TL değerli çünkü…
– Doğrudur; TL değerli tutuldu. Mekanizma aslında karmaşık; kabahat sadece bizde değil. ABD’de FED para basıyor; sermaye yüksek getiri peşinde bize akıyor. Euro bölgesi perişanları oynuyor; ihracatı arttıramıyoruz. Neticede sıradan vatandaş olanaklarının üzerinde yaşayan bir toplumun parçası oldu. Büyük bölümü şahsen de kredi kullandı; ev, araba, cep telefonu aldı. Gelirinden çok harcama yaptı. Bu hikâyenin sonunu öngörmek için sağduyu yeterli; bırak iktisadı, okumayazma bilmek bile gereksiz. Vatandaş sıkıntılı bir dönem yaşayacak.

– Sıkıntılı derken?
– Ücretli, eskisi kadar rahat iş bulamayacak, ücreti eskisi gibi artmayacak, işsiz kalma ihtimali yükselecek; ama bu arada borçlarını çatır çatır ödeyecek. Esnafın satışları azalacak, eski kâr marjları ile satamayacak… . Lafı uzatmayalım. Bu yaşananlar, Türkiye’de düşük ve orta gelirli kesimlerin kemer sıkması anlamına geliyor. Bu kaçınılmaz! Dolayısıyla sokaktaki adamın geleceği pek parlak değil. Örneğin bu yıl özel tüketimin geçen yıla göre düşmesi ihtimali güçlendi. İlk iki çeyrekte çok muhtemel. Yılın tümüne yayılabilir. Şunu da eklemek istiyorum. Bunun ille eski krizler gibi aniden olması gerekmiyor.

– Nasıl yani?
– Yani işsizlikte patlama, servetlerin bir günde erimesi şeklinde olması gerekmiyor. Başka ülkelerden çok örnek var; suyu yavaş yavaş ısıtılan kurbağa misali yavaş yavaş olacaktır.

– Bu kemer sıkma ne kadar sürecek?
– Bir; nasıl sıktığına bağlı. İktisat politikası tepkileri önemli; daha tam olarak ortaya çıkmadı. İki; bu sürece siyasetten gelebilecek ek maliyetlere bağlı. Siyasi zeminin ne kadar kaygan olduğunu beraber izliyoruz. Üç; dış dünyadaki gelişmelere bağlı. Bize benzer bir ülkenin krize girmesi maliyeti yükseltir. Dört; yapılabilecek hatalara da bağlı. Geçmişte çok örneği var. Neticede bu sürecin kısa ve kolay olacağını sanmıyorum.

– 2014’te ciddi bir kriz riski görüyor musunuz?
– Tabii görüyorum. Burası Türkiye; necip millet, çok özel kriz çıkartma yeteneklerine sahip. Deneyimle sabit! Ufukta üç seçim, 12 yıllık giderek yıpranan bir iktidar, iktidar koalisyonu içinde kavgalar, toplumda kutuplaşma, küresel belirsizlikler, vesaire vesaire… Kriz için müsait bir ortam var.

Konutta balon var

– Konut sektöründe bir balon oluştu mu?
– Yapısal açıdan Türkiye’de güçlü bir konut talebi var. Deprem riski, nüfus artışı, kentleşmenin sürmesi hemen akla gelenler. Bunlara varoşlarda konut kalitesinin ve ortamın genç neslin beklentilerine cevap vermemesinin yol açtığı yenilenme talebine de eklemeliyiz. Ama konjonktür boyutu da var. Pekala konut fiyatları ekonomik temellerden kopmuş ve konut arzı talebin çok üzerine çıkmış olabilir. Bu, balon demektir. Şimdi hem reel faizin yükselmesi hem de gelir artış beklentisinin gerilemesi talebi kısabilir. Bu takdirde balon patlar, fiyatlar yönünü aşağı çevirir ve yatırım amaçlı talep de durur.

– Ne zaman patlar balon?
– Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Ben dört senedir “İnşaat sektöründe balon var, diyoorum”. Dört senedir tahminim yanlış çıkıyor. Bana sorarsan Türkiye’de ekonomik büyümenin aldığı fiili biçim arsa fiyatlarında balona yol açtı. Burada bir düzeltme bekliyorum. Ama bugün mü olur, bir sene sonra mı? Bilemem.

736320cookie-check“Yolsuzluğu yoksullar ödeyecek”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.