Yüzleşmeye yüzünüz var mı?

Derya’nın sözleri, Rum’la aynı görüşte olup da sesini çıkaramayanlarda sürü psikolojisi yarattı. Sosyal medyadan Derya’ya destek verenler, Rumun “yüzleşmeliyiz” sözlerine de aynı hızla atladı.

Bilindiği üzere Derya’ya en büyük destek Güney’den geldi. (Kıbrıs Rum toplumunun Doğuş Derya’yı alkışlaması zaten KKTC’den maaş alan milletvekilinin Rumlar’ın ağzıyla konuştuğunu gösteriyordu.) AKEL 18.12.2014 tarihli açıklamasında “Doğuş Derya’nın cesur tutumunu olumlu bir hareket olarak görüp Kıbrıs Rum toplumundan selamlayanların benzer cesareti de göstermeleri gerekir. Kıbrıslı Türk sivillerin ve esirlerin aleyhine Kıbrıslı Rum faşistlerin cinayetler işlediklerini de kabul etmeleri gerekir. 1974’te kadınlara tecavüz edip, çocukları öldürüp, silahsız esirleri infaz ederek, Muratağa/Maratha’yı, Atlılar/Aloi’yi, Sandallar/Sandalaris’i ve Taşkent/Tohni’yi kana bulayanlar (üstelik de kendilerini herkesten daha vatanperver olarak niteleyenlerin kategorisinden olan) bazı Kıbrıslırumlar değil miydi? Bugün kuyularda kemiklerini bulduğumuz çocukları toplumlararası çalkantılar döneminde öldürenler bazı Kıbrıslı Rumlar değil miydi?…” sözleriyle “güya” kendi toplumu adına özeleştiri yaparken, Rum Yönetimi eski başkanı Dimitris Hristofyas’tan da benzer açıklama geldi: Ülkemizdeki tarihsel gerçek iki toplumun da şovenleri tarafından göz ardı edilmekte ve tecavüze uğramaktadır. Acı gerçekleri dile getirme cesaretini gösterenler, bugün Doğuş Derya’nın yaşadığı gibi, saldırılara maruz kalma yerine, örnek alınmalıdırlar.

Türk ordusunun ve iki tarafın da şovenlerinin işledikleri suçların ardında bölünmeye götüren nefretin tohumlarını ekmek için iki toplumda da milliyetçileri kullanan emperyalizmin uzun elinin olduğunu Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin, tüm halkımızın kabul etmesinin zamanıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak da vurguladığım şu sözleri Doğuş Derya’yla dayanışma biçiminde tekrarlamak istiyorum: Kuyularda kemikleri bulunan Kıbrıslı Türk kayıplar bir mikroba yakalanıp bu kuyulara düşmediler, bazı Kıbrıslı Rum şovenler tarafından öldürüldüler.

Pek çok kez belirttiğim gibi, iki toplumun manevi aklanmayı sağlayacak özrü birbirlerinden dilemesinin ve işgalin tel örgülerini ortadan kaldırıp, tüm halkımız için barış ve refah koşullarını yaratarak yurdumuzu yeniden birleştirecek yumruklarını birlikte kaldırmalarının zamanıdır. Derya yalnız değildir. Binlerceyiz. Yeter artık, susmayalım!”

Hepsinin ağzından bal damlıyor. Ne güzel konuşuyorlar öyle barışçı barışçı! Adada güllük gülistanlık yaşıyorlardı, Türkiye geldi, ağızlarının tadı kaçtı! Kusura bakmayın ama Hristofyas’ın sözleri Kıbrıs’taki acı gerçeği kamufle etmekten başka bir anlam taşımıyor. Zaten katıldığım tek cümlesi şu: “Kuyularda kemikleri bulunan Kıbrıslıtürk kayıplar bir mikroba yakalanıp bu kuyulara düşmediler, bazı Kıbrıslırum şovenler tarafından öldürüldüler.”

Bu süslü cümlenin kuruluş amacı ortak duygulara hitap etmek zira Kıbrıs’taki olaylarda neden sonuç ilişkisine bakıldığında sözlerin gerçekle hiçbir alakası olmadığı görülecek. Farzedelim ki Kıbrıslı Türkler de Rumların yaptığını yaptı. Öldürdü, eziyet etti vesaire, vesaire… Buradaki tek gerçeklik Rumların, adanın tek hakimi olmak adına Türklere karşı soykırım başlattıkları, Kıbrıslı Türklerin de kendilerini koruma mücadelesi. Bunu aynı kefeye koymak kadar abes ve cahilce bir şey yok. Hadi bunları Rumlar unutturmaya çalışıyor. Okullarda sadece 1974’ten sonrası okutuluyor, Türkiye işgalci olarak gösteriliyor, peki Kıbrıs Türklerinden bazılarının “tamam, biz de yaptık” demeleri neyin aklı?
1963 yılında London Daily Express Gazetesi’nin Ortadoğu muhabiri olan Harry Scott Gibbons “Kıbrıs’ta Soykırım” adlı kitabında 21 Aralık 1963 Cumartesi gecesi, yani Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğunun katledilmesinden üç gün önce, 6’sı erkek 4’ü kadın 10 Türk’ün bulunduğu otomobilin yolda Rumlar tarafından durdurulduğunu, ellerindeki sterling otomatik silahlarla ateş açan Rumların 25 yaşındaki Zeki Halil ile 32 yaşındaki Cemaliye Emir’i delik deşik ettiklerini, olayı izleyen üç Türk’ün ağır yaralandığını, bu esnada kendisinin birkaç yüz metre uzakta yemek yemekte olduğunu anlatıyor ve şöyle diyor: “Soykırım o olayla başlamıştı… Her ne pahasına olursa olsun Batılı ülkeler genosit (soykırım) deyimini kullanmak yerine etnik temizliği kullanırlar. Şayet o kelime kullanılırsa Birleşmiş Milletler (BM) ana sözleşmesine göre olaylara müdahale etmeleri gerekecektir. BM’nin kuruluş amacı soykırımın önlenmesidir. Ama ben politikacı değilim. Ve benim ne AB’ye, ne ABD’ye, ne de BM’ye borcum ve bağımlılığım vardır. Dolayısıyla soykırım kelimesini kullanmaktan korkmuyorum ve çekinmiyorum. Kıbrıs’ta, Aralık 1963’te soykırım başladığında ben oradaydım ve olayların şahidiydim. Bütün dünyayı şoka uğratan bu canavarca kıyım ve yağma, hayatta kalabilen Türklerin, kendilerini emniyetli bir bölgeye sığındıkları 1974 yılına kadar devam etti. Şimdilerde kendini beğenmiş BM, AB ve ABD üçlüsünden oluşan olan batı dünyası 1974’ten beri barış içinde bulunan bu güvenli sığınağı yok etmek ve soykırımı tekrar başlatma çabasındadır.”

Çok uzak değil, yakın geçmiş bu. Olayları yaşayanların birçoğu hayatta. Herkes çok ama çok iyi biliyor ki “yüzleşelim” dediğiniz konunun başlangıç noktası (1963) soykırım ve nefsi müdafaa. Bunları aynı kefeye koyduğunuzda terazinin dengede kalacağını düşünüyorsanız, ne hukuk, ne izan, ne de mizan biliyorsunuz demektir. O yüzden Hristofyas susmasın, halkına gerçekleri anlatsın ama sizler, bu farkın ayırdında olmayanlar-ya da olup da halkı aptal sananlar- susun lütfen…

1621950cookie-checkYüzleşmeye yüzünüz var mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.