Ben de gittim bir geyiğin avına
Ah aman aman avına
Geyikte çekti beni dağına
Vah aman aman dağına
1970’li yıllarda Anadolu kültürünü müziğiyle harmanlayarak yeni kuşaklara aktaran Moğollar grubunun düzenlemesiyle yeniden hayat bulan ‘Alageyik Destanı’, Cumhuriyet Türkiye’sinden Hititlere kadar geriye doğru giderseniz bu coğrafyanın kimlik kartlarından biri, belki de en eskilerindendir.
Mezopotamya uygarlıklarında bereket sembolü tanrıların figürlerinden biri olan ceylan ve geyik, 13 yüzyıl tasavvufunun köşe taşlarından Abdal Musa Sultan’ın kucağında, Kaygusuz Abdal’ın taşkınlığını dizginleyen bir bent olarak Anadolu’da uygarlık dersi vermeyi sürdürür.
Geyik figürü her ne kadar “geyik muhabbeti” biçiminde son yirmi yıldır içi boş meseleleri konuşmak, zaman öldürmek anlamında dilimize dolansa da toplumsal hafızadaki karşılığı yakın zamana kadar canlılığını korumuştur. Halk türküleri, destanlar, şiirler, yaradılış efsaneleri ve yüzlerce söylenceyi besleyen güçlü bir figür olan geyik, modern Türk edebiyatı kadar Yeşilçam sinemasının da ilgisini çekmiştir.
Atıf Yılmaz Batıbeki’nin yönettiği ve Yılmaz Güney, Pervin Par, Kadir Savun, Erol Taş ve Muazzez Arçay gibi oyuncuların rol aldığı 1959 yapımı ‘Alageyik’ filmi, Türk sinemasının kadrajını Anadolu’ya çevirdiği toplumcu sinemaya geçiş döneminin örneklerindendir.
İskandinav, Germen ve Kelt mitolojisini süsleyen bir canlı olmasına karşın gerçekte geyiklerin Avrupa’daki serüvenleri son buzul çağıyla birlikte sona erer. Roma’nın en önemli silolarının kurulduğu Antik Likya ve Pamfilya kıyılarındaki limanlardan Roma’ya taşınan Anadolu değerleri arasında, Collesium’da aslanlara parçalatılan geyikler de yer alır.
15 yüzyılda, Rodos Şövalyeleri tarafından Anadolu’dan taşınan geyiklerin Avrupa soylularının bahçelerini ve parkları süsleyen bir figüre dönüştüğü söylenir.
TÜRKİYE’NİN TEK ALAGEYİK KORUMA SAHASI ANTALYA’DA
Alageyiklerin gerçek vatanı Toroslardır. Torosların batısından, Gâvur Dağları’na, oradan Şanlı Urfa’ya uzanan coğrafyada koruma altında da olsa hala yaşamını sürdürüyorlar. Ancak yüzyılın başından beri Anadolu ormanlarının, hızlı kentleşme ve tarım alanları açılması sonucu giderek yok edilmesiyle alageyikler, Türkiye’nin tek Alageyik koruma sahası olan Antalya Düzlerçamı’ndaki son sığınaklarında yaşama savaşı veriyorlar.
Efsanelerin, mitolojik sembollerin ve inanış figürlerinin binlerce yıldır bu denli canlılığını koruması ve hala yaşamını sürdürmesine dünyanın pek az bölgesinde rastlanabilir. Ve bu figürler adeta ibadet eder gibi korunur, geleceğe aktarılır. Örneğin Çin’de pandalar için yapılan çalışmaların ve çıkarılan yasaların, eğitimden kültüre birçok alanda sürdürülen seferberliğin içeriği ansiklopedileri dolduracak düzeydedir.
Başka kültürlerde onlarca canlı türü benzer bir koruma şemsiyesinde ve taşıdığı derin kültürel anlamların kuşaklara aktarıldığı bir sürekliliğin parçası konumundadır.
ALAN, BAKANLAR KURULU KARARIYLA 4 BİN HEKTAR KÜÇÜLTÜLÜYOR…
Gelelim Anadolu’nun binlerce yılık beleğinde çok canlı bir yeri olan ve günümüzde hala yaşayan Alageyiklerin bugünkü durumuna…
Önce geçtiğimiz hafta ( 2. Eylül-2009) Cumhuriyet Gazetesi’nin Akdeniz ekinde yer alan haberi okuyalım: “Antalya Düzlerçamı’ndaki alageyik üreme çiftliğini de içinde barındıran Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, geçtiğimiz yıl alınan Bakanlar Kurulu kararıyla 4 bin hektar küçültülerek bu alan ‘Tabiat Parkı’na dönüştürüldü. Alanın tabiat parkına dönüştürülmesiyle yapılaşmaya açılacağını öngören Antalya Barosu Çevre Komisyonu kararın iptal edilmesi istemiyle dava açtı. Davayı gören Danıştay 10. Dairesi, yürütmenin durdurulmasına karar verdi.”
Antalya Barosu Çevre ve İmar İzleme Komisyonu Başkanı Av. Tuncay Koç, haberde alanın yaban hayatı geliştirme sahası ilan edildiği 1980’li yıllarda 6o bin hektarın üzerinde yüz ölçüme sahip olduğunu anımsatıyor ve Düzlerçamı Yaban Hayatı Geliştirme Sahasından zaman içinde koparılan parçalarla alanın 34 bin hektara düşürüldüğünün altını çiziyor.
Son olarak geçtiğimiz yıl 4 bin hektar alanın bakanlar kurulu kararıyla tabiat parkı ilan edildiğini ve sahanın sınırlarının yeniden değiştirildiğini anımsatan Koç’a göre bunun anlamı “ içinde seyir terasları, günübirlik düzenlemeler ve küçük büfelerin yer almasının öngörüldüğü tabiat parkı bir anlamda buranın yapılaşmaya açılması” demek.
Danıştay’ın aldığı yürütmeyi durdurma kararı, davalı idarecilerin vereceği yanıtların incelenmesine ve buna göre yeni bir karar verilinceye kadar geçerli olacakmış.
DANIŞTAY’DAN ÇEVRE BAKANLIĞI’NA ‘ALAGEYİK’ SORUSU
Danıştay kararının can alıcı noktası ise içler acısı bir durumu gözler önüne serecek türden. Danıştay, varlık nedeni ülkenin çevre ve ormanını korumak olan Çevre ve Orman Bakanlığı’na, “alanın alageyik habitatı olduğunu belirtilmesine karşın hangi sebeple yaban hayatı geliştirme sahası dışına çıkarıldığı ve neye dayanılarak tabiat parkı olarak belirlendiği”
sorusunu soruyor.
Antalya’da her yıl yeni sembol tartışmaları yapılır. Çin masallarında, efsanelerinde geçen ejderhalar Çinliler için neyse, Anadolu için, Antalya için Alageyik odur. Bugün Çin’de yalnız kağıttan ve kumaştan yapılan ejderha figürleri ait olduğu kültürel sürekliliği sağlamaktadır.
Oysa Alageyikler Antalya’nın dağlarında, dokunabileceğiniz uzaklıkta hala canlılığını sürdürüyorlar.
Binlerce yılık insanlık kültürüne kaynaklık etmiş, sembol olmuşken bundan daha gerçek ve canlı sembol olabilir mi? Bir ülkenin değerleri rant ve yağma karşısında ancak yargı kararlarıyla korunur hale gelmişse, yağmacıdan başka sembol barınabilir mi?
Tövbeler tövbesi geyik avına
Ah aman aman avına
Siz gidin kardeşler kaldım kaya başında
Vah aman aman kayalar başında.
* Son on yılda, önce Av. Nurcan Üyüllü, ardından da Av. Tuncay Koç’un özverili çabalarıyla Antalya’nın doğal değerlerini koruma mücadelesi veren Antalya Barosu Çevre ve İmar İzleme Komisyonu’na, bu ülkenin bütün çocukları adına yürekten teşekkürler… ( Y. Y)