Son bir iki aydır, ‘Fransanın sömürgecilik politikası pozitifti’ diyen Sarkozy’nin ortaya attığı görüş, Fransa’nın iç politikasının önemli gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır. Aydınların,sanatçıların, politikacıların, sivil toplum kurumlarının ve göçmen kökenli derneklerin de katıldığı bu tartışma, parlementoya yansıdı.
Dahası Fransa’nın sömürgecilik tarihinin pozitif anlamda ‘yeniden’ yazılması için Parlementoda bir komisyonun oluşturulması kararlaştırıldı. Bir bakıma devletin ‘resmileşmiş’ politikasının yazılarak okullardan okutulması düşünülmektedir.
Bu sorunun kavranması için, Fransa’nın tarihsel olarak izlediği ve pratik olarak da uyguladığı, sömürgecilik politikasına özet olarak değinmekte yarar var.
Sömürgecilik tarihi çok uzun bir tarihsel süreci kapsamakla birlikte, özellikle İngiltere’nin, İspanya’nın, Portekiz’in daha sonra Hollanda’nın ve Belçika’nın 16.yy dan itibaren, dünya’nın keşfine dayanan yayılmacılık politikası esas olarak bölgesel sömürgecilik politikasının uluslararası bir düzeye ulaşması anlamına geliyordu.
Avrupa’nın en önemli ülkelerinden biri olan Fransa’nın sömürgecilik politikası, yukarda sıraladığımız ülkelerden çok daha sonra, özellikle 19.yy da gelişmeye başladı. Fransa’nın yayılmacılık politikası, Orta ve Kuzel Afrika’nın önemli bir kesimini, Uzak Asya’da Vietnam,Laos, Kamboçya, Ortadoğu’da Suriye ve Lübnan, Anadolu’da Gaziantep, Maraş gibi iller, Latin Amerika’da ve Atlas Okyanusu’nda bir kısım adaların işgal edilmesi ile yakın tarihimize kadar devam etmiştir.
İkinci dünya savaşından sonra Fransa’nın sömürgecilik politikası iki merkezde yoğunluklu olarak ön plana çıkar. Birincisi. Vietnam, Laos, Kamboçya gibi Uzak Asya ülkelerinin, İkincisi ise Kuzey Afrika olarak bilinen Magrep ülkelerinin(Cezayir, Fas, Tunus) işgal edilerek sömürgeleştirme stratejisi.
İlhak edilen ülkeler yeraltı enerji kaynakları bakımından zengin olan aynı zamanda kıtasal alanda da jeostratejik bir konuma sahiplerdi. Fransa’nın özellikle ulaşım sektörünün alt yapısının hazırlanmasında, ilhak edilen ülkelerden getirtilen köle yaşam tarzına sahip göçmenlerin çok önemli bir etkisi olduğu bilinmektedir. Örneğin, raylı ulaşım sisteminde çalışanların ezici bir çoğunluğu, Orta Afrika ve Magrep ülkelerinden getirtilen köle-göçmenler olmuştur.
Fransa’nın dış politikasının en önemli yanını oluşturan ve daha çok askeri işgallere dayanan yayılmacılık ve ihlakcılık politikasına karşı, işgal edilen ülke halklarının başlatmış olduğu ulusal kurtuluş mücadelesi sonucu, bir çoğunda çekilmek zorunda kaldı. Bu ülkelerin önemli bir kesimi, ekonomik ve politik olarak Fransa’ya bağımlı olmakla birlikte, ‘bağımsız’ ülkeler haline geldiler.
İzlenen asker yayılmacılık politikasının en somut örneği olarak, Cezayir’in işgal edilmesidir. Kapitalist Fransa’nın tarihsel dış politikası, Ceberitarik Boğazı’nın karşı tarafı, yani Kuzey Afrika’nın Fransa’nın toprakları olduğu iddiasıyla işgal meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Bu ülkenin işgal altında tutulduğu süre içinde milyonlarca Cezayirli Fransa’nın askeri kuvvetleri tarafından katledildi. İçerisinde kadınların ve çocuklarında bulunduğu binlerce Cezayirli işkencelere tabi tutuldu. Sonuçta, Fransa işgalci güçleri Cezayir’de yenildiler ve çekilmek zorunda kaldılar. Bu yenilgi, aynı zamanda Fransa’nın hem dış politikasının hem de iç politikasının sorgulanmasına yol açtı. Uluslararası alanda önemli oranda teşihir olan devlet, yeniden ‘eşitlik-kardeşlik-özgürlük- propagandasına yöneldi. Özellikle 1960’lardan sonra, uluslararası alandaki politik güç dengeleri nedeniyle yayılmacılık politikasını terk ettiğini iddai eden Fransız kapitalist güçleri, bu politikadan stratejik olarak asla vaz geçmedilediler.
2002 yılında, Fransız işgalci askeri güçlerinin, Cezayirde yapmış olduğu işkence fotografların, Le Monde dergisinde yayınlanması, Fransa medyasında işgal yeniden tartışılmaya başlandı ve dönemin Sosyalist Parti Başbakanı Joshben, Fransa devleti adına Cezayin halkında özür dilemesi önemli bir gelişme olarak değerlendirilmekle birlikte, ülkenin dış politikasında ciddi bir değişim olarak görülmedi.
21.yy girerken, dünyadaki güç dengelerinin biçimlenmeye başlamasıyla, uluslararası rekabette stratejik bir güç olmak için, sömürgecilik politikası yeniden güncelleştirildi.
‘Fransa’nın sömürgecilik politikasi pozitiftir’ diyen Sarkozy’nın başlattığı ve Chirac’ın da yıllık TV konuşmasında değindiği bu konu, daha çok muhalefetle hükümet arasında bir denge olarak şekillendi. Cumhurbaşkanı Chirac, bu politikanın tarihsel analizinin politikacıların değil, tarihçilerin yapması gerektiğini vurguladı.
Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, Fransa’nın AB ve Transatlantik eksinli geliştirdiği politikaları ile ‘sömürgecilik politikası pozitiftir’ yaklaşımı arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Fransa, uluslararası yayılmacı politikasını AB sürecine dahil ederek, bir blok olarak yürütmeye çalışmaktadır. AB kapitalist bloku eksenli yayılmacı politikalar etkili olmazsa, o zaman Fransa tek başına geliştirmeye çalıştığı ‘transatlantik’ ötesi uluslararası yayılmacı politikasını uygulayacaktır. Sömürgeci politikalara meşru bir zemin oluşturma çabasıda bu yönelimin bir sonucudur.