Cumhurbaşkanlığı seçimleri izlenimleri ve politik yansımaları

Dr. Mustafa PEKÖZ

18 yıldan bu yana ilk kez Türkiye’de bir seçim sürecini doğrudan gözleme şansına sahip oldum. Geçmiş seçimlerle somut bir kıyaslama yapacak durumda değilim, ama beklediğimin çok gerisinde, toplumda bir seçim havasının olmamasıdır Bunun bir çok nedeni bulunabilir. Birincisi, cumhurbaşkanlığı seçiminin,Türkiye’nin soso-politik yapısında yaratacağı değişikliklerin önemli bir adımı olduğunun toplum tarafından yeterince bilince çıkartılmamasıdır. İkincisi, geçmişten beri cumhurbaşkanların oynamış oldukları roller dikkat alınarak, bu seçimin bir formalite ötesine geçmeyeceğine dair oluşan kanıdır. Üçüncüsü ise Erdoğan’ın kazanacağına dair yüksek bir kanının oluşmasıdır. Yani galibi önceden bilinen bir seçim olarak görülmesidir. Bu ilgisizliğin sandığa yansımasını kestirmek ise son derece zordur.

Türkiye’de ilk kez halk tarafından seçilecek olan bir cumhurbaşkanı olacak. Bu yeni durum, cumhurbaşkanı seçiminin çok ötesisinde devletin siyasal yapısının yeniden örgütlendirilmesine dair bir sürecin başlaması bakımından önemlidir.

Cumhuriyet rejiminin oluşturduğu parlamento-başbakan merkezli yapının Türkiye’nin bugünkü sosyo-politik gelişme düzeyini taşımadığını ve yeniden reorganize edilmesi gerektiğine dair önemli tartışmalar yapılıyor. Türkiye’nin büyük bir coğrafik yapıya sahip olması, hızla artan nüfusu, ekonomik gelişme düzeyi, ulusararası ve bölgesel ilişkilerde oynamak istediği rol dikkate alındığından devletin tek merkezden yönetilen örgütsel yapısının fiilen işlevsizleştiği, hantal bir devlet yapısı oluşturduğu çok açıktır. Siyasal rejimin kendisini yenilemesinin kaçınılmaz hale geldiği ve politik ve sosyal değişime uygun olarak kendisini değişime tabi tutmak zorunda olduğu, sistem içi bütün politik güçlerin kabul ettiği bir realitedir.

AKP, CHP ve hatta MHP gibi sistem partileri, devletteki yapısal değişimin kaçınılmaz olduğunu biliyorlar. Mesele bu değişimin kim tarafından ve hangi perspektifle sağlanacağı noktasında düğümleniyor. Bu değişim devletin sınıfsal niteliğini değiştirmeye yönelik olmadığı da çok açıktır. Bu bakımdan bugün üç aday ama iki temel perspektif yarışıyor. İhsanoğlu ve Erdoğan sistemin iki farklı politik eğilimini temsil ediyorlar. Demirtaş ise, devletin siyasal yapısında stratejik bir değişime özel bir vurgu yapıyor. Bu bakımdan üç aday ama temelden birbirinden farklı iki adaydan bahsetmek mümkündür.

Sistemin iki adayı arasındaki farkın niceliksel olduğunu ‘Sistemin İki Adayı’ isimli yazımda belirtmiştim. Ancak sistemin iki adayından birinin seçilmesi, aynı zamanda Türkiye’nin kendi iç politik yapısını ve dengeleri hangi yönde değiştireceğine dair önemli veriler ortaya çıkartacaktır.

MHP-CHP ittifakına dayanan ve yaklaşık 10 politik parti tarafından desteklenen İhsanoğlu, rejimin mevcut iç yapısının korunmasından ve olduğu gibi devam ettirmesinden yana olan bir bakış açısını temsil ediyor. Matamatiksel olarak hesaplandığında İnsanoğlu’na veren partilerin oy odanı % 45 civarındadır. Ancak matamatiksel hesapların güncel politik ilişkilerde çok da etkisi olmadığını İhsanoğlu örneğinden görüyoruz. İnsanoğlu’un destekleyen sistem içi farkl ıpolitik eğilimlere sahip olan güçlerden oluşuyor. Bunların merkezinde bulunan CHP ve MHP, beklenilen etkiyi yaratmış değiller. İnsanoğlu’nun yürüttüğü seçim çalışması ise oldukça edilgen ve zayıf görünüyor. Seçim çalışması kendiliğindenci ve beklenilenin çok gerisinde edilgen ve dağınık yürüyor. İnsanoğlu partiler üstü bir adaya olarak tanıtılarak toplumun farklı kesimlerinde oy alabileceği hesaplandı. Ancak bu taktik planın seçim çalışmalarınındaki yüksek porfemansla bütünleştirilemediği için İhsanoğlu seçimlerde oldukça dağınık ve etkisiz bir görüntü çiziyor. Türk-İslam Sentezi’nin ideologlarından olan İhsanoğlu, CHP’nin tabanının önemli bir kesimini oluşturan Alevilerden tepki aldı. Kılıçdaroğlu oluşan bu tepkiyi kırmak için yoğun bir çaba içerisinde bulunuyor ve nispeten etkili olduğu söylenebilir.

Farklı politik eğilimlerin adayı olan İhsanoğlu, Türkiye’nin sosyo-politik geleceğine hiç bir somut öneri ortaya koymuş değil. Kürtlerin, Alevilerin sorunlarını çözmeye dair hiç bir öneri ortaya koymuş değil, Öcalan ile yürütüldüğü iddia edilen görüşmelere dair bir perspektifi yok, temel hak ve özgürlüklere dair bir deklarasyonu bulunmuyor, Ortadoğu merkezli bölgesel ilişkileri nasıl değiştireceğine dair somut bir fikri oluşturmuş değil. Böylelikle ön plana çıkartılan ‘akademik kariyeri, % 45’i toparlayacak bir etki yaratmıyor. Son bir kaç günde seçim sonuçlarını değiştirecek süpriz bir gelişme olmazsa İhsanoğlu’nun % 45’i bulması son derece zordur.

İhsanoğlu’nun kaybetmesi ve kazanması özellikle MHP ve CHP’nin iç politik durumlarını çok ciddi oranda etkileyecektir. İnsanoğlu’nun kazanması, Türkiye’nin iç politik denklemini çok ciddi oranda değiştirecektir. Birincisi, statükocu yapının yeniden bir güç olmasının önü açılacaktır. İkincisi Gülen cemaati sistem içi örgütlenmesini daha üst boyuta çıkartacaktır. Kaybetmiş bir Erdoğan, başbakanlığını sürdürmesi artık mümkün olmayacaktır ve erken genel seçimler zorunlu olarak gündeme gelecektir. Sistemin farklı politik eğilimini oluşturan güçlerin ittifakları yeniden şekillenecektir.

Kılıçdaroğlu merkezli CHP’de oluşan yönetim, seçim stratejisini daha çok dejenere olmuş ve hiç bir toplumsal gücü kalmamış ‘eski’ sağa dayandırıyor. Bu politikanın bir sonucu olarak aday gösterilen İhsanoğlu kaybederse yani ‘12 parti bir Tayyip Erdoğan etmiyor’ espirisi pratikte yaşam bulursa özellikle CHP’de iç tartışmaları gündeme getirebilir. Kılıçdaroğlu, partide önemli bir etki yaratmış olmasına rağmen, fiilen derin bir sessizliğe bürünmüş olan Ulusalcı-Kemalist kanat, içte ve dışta yeni arayışlara yönelebilir.

Ancak bütün bu olumsuz süreçlerden dersler çıkartarak kendisini politik olarak yenileyen, rejmin geçmiş statükosundan kurtulan, Türkiye’nin toplumsal yapısındaki değişiklikleri hesaba katan yeni politikalar üreten bir CHP’nin daha stratejik bir hat oluşturabilir ve orta vadede başarılı olma şansı olabilir. Bu bakımdan Cumhurbaştanlığı seçim sonuçları, CHP’nin politik geleceğini çok yönlü etkileyecek bir süreç olacaktır.

Kamuoyu yoklamaları Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçileceğini gösteriyor. Sokakta seçim atmosferine bakıldığında, AKP-Erdoğan dışında başka bir adayın olmadığı akla geliyor. AKP iktidarı, devletin siyasal gücünü ve tekellerin ekonomik gücünü kullanarak çok kapsamlı ve tek taraflı bir seçim propagandasına yönelmiş bulunuyor. Tamamen eşitsiz koşullarda yürütülen seçim çalışmalarının galibinin Erdoğan olduğunu söylemek mümkün.

Toplumun önemli bir kesiminin Erdoğan şahsında AKP’yi desteklemesinin sosyo-politik nedenlerinin çok kapsamlı analiz edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin sosyal dokusunda ve yaşam tarzında meydana gelen değişme, kültürel farklılaşma ve ekonomik faktörlerin yarattığı etki incelenmeden, Erdoğan’a duyulan güven anlaşılmaz. Bu bakımdan toplumun farklı katmanlardaki toplusal değişimin analiz edilmesi, seçimlerin çok ötesinde önemli bir konudur.

‘Cumhurbaşkanı tarafsız olmaz’ diyen Erdoğan, cumhurbaşkanılığını başbakanlık biçimde sürdüreceğine dair önemli işaretler veriyor. Politik bir lider olarak, bu rolünü bir biçimiyle oynanamak istediğini, AKP üzerindeki hakimiyetini sürdürmek istediğini çok açık olarak ifade ediyor. Özal’ın izlediği yöntemin çok ilersinde ‘partili cumhurbaşkanlığını’ ilke olarak benimseyen Erdoğan’ın kafasındaki proje, 2015 yılında yapılacak olan genel seçimlerde, anayasa değişikliğini yaparak en azında ‘yarı-başkanlık’ sistemine geçmektir.

Erdoğan cumhurbaşkanı olsa dahi, bugünkü anayasa ile kafasında kurguladığı sistemi uygulama şansı bulunmuyor. Bir başbakan gibi hareket etme ve karar verme yetkisi bulunmuyor ve yapamaz. Bu bakımdan AKP yönetimini ne kadar kontrol ederse etsin, elinde düşürmediği anayasa ile bunları gerçekleştirme şansı yoktur. Kamuoyu yoklamalarında Erdoğan’ın oy oranı AKP’nin oyundan % 7-8 fazla görünüyor. Bu bakımdan Erdoğansız bir AKP’yi çok ciddi sorunlarve zorluklar bekliyor. Erdoğan’ın bir cumhurbaşkanı olarak AKP’yi kontrol altına almak istemesi ve özellikle Gül-Arınç ekibini etkisizleştirme düşüncesi parti içinde önemli sorunlara yol açacağı biliniyor. Gelecek yılda yapılacak olan seçimlerde AKP’de oluşacak gerileme ve oy oranındaki düşüş Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak geleceğini çok ciddi oranda etkileyecektir.

Uluslararası ilişkilerde izole edilmiş bir Erdoğan’ın AKP’siz bir hükümetle çatışacağı ve politik dengeleri olumsuz etkileyeceği biliniyor. Bu bakımdan uluslararası güçlerle ilişkilerini düzeltmemiş, küresel sermayeyenin güvenini yeniden tazelememiş, İstanbul sermayesi ile bütünüyle barışmamış bir cumhurbaşkanı, çok ciddi sıkıntılar yaşayacaktır. Bu bakımdan güçlü görünen Erdoğan’ın politik geleceğinin sanıldığı gibi sağlam olmayacağı çok açıktır.

Sistemin iki adayı dışında kalan ve toplumsal muhalif kimliğiyle dikatleri üzerine çeken Demirtaş’a duyulan ilgi tahmin edilenin üzerinde olduğu anlaşılıyor. Ancak bu ilginin oy oranlarına yansıması ise tahmin edilen gibi olmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri HDP’nin politik kimliğinin resmileşmesi bakımından önemlidir. Demirtaş’in politik porfemansı, olduça iyi görünüyor, hitap ettiği toplumun nabzını tutabiliyor. Ancak seçimler liderlerin karizmatik yapısı kadar, örgütsel çalışmalar, örgütlerin zihinsel olarak buna hazır olması ve belirlediği stratejilerin ve uygulamak istediği politikaların toplum tarafından kabul edilmesiyle de önemlidir.

HDP çalışmalarında Batı bölgesini önemseyerek bir politika geliştirmeye çalıştığı izlenimi edindim. Bu politikanın başarılı olması için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu biliniyor. Ayrıca örgütsel yapısının buna ne kadar uyumlu olduğu da tartışma konusudur. Bu bakımdan HDP’nin hangi politik eğilimleri temsil ediyor gibi matamatiksel hesaptan çok, toplumun hangi sosyal katmanlarını etkiliyor ve kendi bünyesine katıyor.

HDP’nin tabanının % 99’nun Kürtler oluşturuyor. Bu bakımdan cumhurbaşkanlığı çalışmasının merkezine Kürt illeri konulması bir bakıma zorunludur. Kürt oylarının çantada keklik olmadığı bir önceki seçim sonuçlarında görüldü. Kürt toplumunun genel politik eğilimi dikkate alındığında Erdoğan’ın Kürt illerinde oylarını arttırması olasılığın asla küçümsenmemelidir. Bu bakımdan HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dikkatlerini Kürdistan illerine vermelidir.

Demirtaş’ın İstanbul mitingini izledim ve katılım yaklaşık olarak 20 bin civarındaydı. Seçimlerde İstanbul merkezdir ve ülkenin sonuçlarını doğrudan etkiler. İstanbul’da Demirtaş % 8-9 oy alamazsa, ülke genelinde telafüz edilen % 10-15 arasında bir oy alması son derece zordur. Bu paralel olarak Kürt illerindeki oy oranı Mart yerel seçimlerinin üzerine çıkmaz ise HDP’nin politik geleceği ve en azında Kürt seçmeni tarafından içselleştirilmesi tartışma konusu olacaktır. Ayrıca HDP’nin 2015’deki Genel Seçimlerde politik denklemi belirlemedeki rolünü ortaya koyacaktır.

Ayrıca Demirtaş’ın alacağı oy oranı, AKP’nin ve Erdoğan’ın Kürt politikasını ve söz konusu edilen görüşmeleri de etkileyecektir. Eğer Erdoğan birinci turda seçilirse, AKP’nin Kürt politikası önemli oranda farklılaşaaktır ve bugün sürdürelen politikaların tamamı olumsuz yönde değişebilir. Demirtaş’ın alacağı oy oranı, diğer partilerin durumundan farklı olarak HDP’nin politik geleceğini çok ciddi oranda etkileyecektir.

Yapılan anketler tartışmalı da olsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağını gösteriyor. Seçim sonuçlarını aktif halindeki politik kitle değil, toplumun yüzde 80’nini oluşturan sessiz kitlenin kararı belirleyecektir. Bu bakımdan süprizlere alışık olmalıyız.
[email protected]

1608620cookie-checkCumhurbaşkanlığı seçimleri izlenimleri ve politik yansımaları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.