Çocukluğumun üç bilinmeyeni

Makinistlerin en iyisi diye bilinirdi. Yüzde beş eğimli yolda makinistlik yapmak kolay değildi, düz yolda gitmeye benzemezdi. Deper Mehmet 56 000’lik lokomotifle Fevzipaşa-Adana arasındaki yokuşu canı isterse yağ gibi çıkardı. O yolda çok zaman “ranfor” kullanılırdı. Bağlı olmadan tireni bir süre arkadan itip yokuş bittikten sonra geri dönen lokomotife “ranfor” denirdi. Deper Mehmet’in “ranfor”la pek işi olmazdı. Ama inadı tuttu mu “ranfor” verin diye tutturur, tireni götüremiyormuş gibi yapardı: nasıl beceriyorsa gider gider sonra bir yerde lokomotifi yerinde saydırmaya başlardı. Sonra tireni yokuşta yavaş yavaş geriye kaydırır, olmadı diye istasyona geri getirirdi. Bir daha denemesini isterlerdi. İkinci deneme de sözde başarısızlıkla sonuçlanırdı. Sonunda “ranfor”u alır, alay eder gibi düdük çala çala dağların arasında gözden silinirdi.
Öbür makinistler büyüklerinin karşısında önünü iliklerken onun onlarla rakı içtiği olurdu. Belki de insanlar bu ilginç adamın çalımına yenik düşüyorlardı. Ancak onda öbür makinistlerde olmayan garip bir hava vardı. Besbelli rahat bir kişiydi, yaşamını dünyaya göre düzenlemiyor, dünyayı keyfine göre yönlendiriyordu. İnsanlar onu ilginç bulurken daha çok adının üstüne nasıl konduğu bilinmeyen Deper’in ne anlama geldiğini merak ediyorlardı. Ona kimse kolay kolay Deper ne demek diye soramıyordu. Sorsa da bir sonuç alamıyordu. Böyle bir soru karşısında o gizemli bir havaya bürünüyor, derinlerde bir yerde bir şeyler saklıyormuş gibi buğulu gözlerle uzaklara bakıyordu. Bu “Deper” tepmekten geliyor olabilir miydi? Ya da sıkı kumarcı olduğu için ona “dö per”den giderek Deper mi demişlerdi? Bu birinci bilinmeyenidir çocukluğumun.
İkinci bilinmeyen depo müdürü Yahya beyle ilgilidir. Depo denilen yer lokomotiflerin konduğu hangardı. Depo müdürleri amirlerince çok zaman makinistler arasından seçilirdi. Yeni depo müdürü geldi diye bir haber yayıldı akşamdan. Ertesi sabah hareket müfettişi Emin bey amcanın dairesinde buluşuldu. Az sonra yeni depo müdürü Yahya bey geldi, kendini tanıttı, koyu bir sohbet başladı. Buraya kadar her şey doğaldı. Yahya bey Emin bey amcaya “İzninizle depoyu telefonla arayabilir miyim?” diye sordu. Elbette arayabilirdi. Yahya bey telefonu açan kişiye “Ben mühendis Yahya” diye tanıttı kendini. O zaman birden soğuk bir hava esti odada. Makinist eskilerine yaptırılan bir göreve bir mühendisin getirilmiş olması oradakilerin aklına yatmadı. Mühendislerin işporta açtıkları ya da pazarcılık yaptıkları günlere daha neredeyse elli beş altmış yıl vardı. Lise bitiren kişi doktora yapmış adam yerine geçiyordu o sıra.“Siz yani beyefendi mühendis misiniz? Hani az önce öyle duyduk da.” Yahya bey evet dedi ve başka bir şey demedi. Belli ki bu konuyu konuşmak istemiyordu, birileriyle laubali olmak niyetinde değildi. Günlerce aylarca Yahya beyin mühendisliği konuşuldu ama bir sonuca varılamadı.
Üçüncü bilinmeyen İstanbul’lu Fatma hanımla ilgilidir. Memurların eşleri arasında askeriyedekine benzer bir sıradüzeni hem vardır hem yoktur. Küçük memurların eşleri de daha yüksek yerde bulunanların eşleriyle hemen hemen aynı konumdadırlar, onlarla gülüşür söyleşir şakalaşırlar. Zaten hepsi son derece kendi halinde kadınlardır, kimsenin kimseye satabileceği bir şeyleri yoktur. İstanbul’lu Fatma hanım bu topluluk içinde ayrı bir yer tutuyordu. Kendisi çok küçük bir memurun eşiydi ama çalımından geçilmezdi. Özel olarak ince bir dille konuşur, zaman zaman yapmacıklı havalara girerdi. Kadınlar onun İstanbul’lu olup olmadığını merak ederlerdi. Deper Mehmet’e uygulanan ağız yoklaması yöntemi ona da uygulanırdı ama o hiçbir tepki vermezdi. İstanbul’un neresinden olabilirdi? Çamlıca tepesine çıkmış mıydı? Yandan çarklı vapurlara binmiş miydi? Boşunaydı bütün bu girişimler. İstanbul’lu Fatma hanımın İstanbul’lu olmadığını gösterecek en küçük bir kanıt bulunamıyor, kendileri İngiltere sarayından yeni gelmiş gibi süzüm süzüm süzülmeyi gönül rahatlığıyla sürdürüp gidiyorlardı.
Bugün bile merak ederim işin aslını. Deper ne anlama geliyordu? Yahya bey gerçekten mühendis miydi yoksa ben mühendisim derken bizleri kandırıyor muydu? İstanbul’lu Fatma hanım gerçekten İstanbul’lu muydu? İstanbul’un neresindendi? Dudaklarını büze büze konuşması onun İstanbul’lu olduğunu gösterir miydi? Onlar bu çok önemsiz gizleriyle çoktan bu dünyadan ayrılmışlardır. İnsanoğlu kendini özel bir değerde göstermek konusunda bu kadar istekli oldukça bizim her zaman benzer meraklarımız olacaktır.

644480cookie-checkÇocukluğumun üç bilinmeyeni

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.