İkiyüzlülük kavramı da, – olumsuz da olsa- bir değerdir ve bütün değerler gibi evrenseldir.
Malatya Çocuk Yurdu’da dayak olayı ortaya çıktığında ben en çok insanlarımızın bu kadar çok şaşırmalarına şaşırmıştım.Sanki Türkiye’de değil de bütün sorunlarını halletmiş bir ülkede yaşıyorduk. Üstelik, sorunlarını en halletmiş sandığınız ülkelerde bile çocuk ve kadına yönelik dayak vardı..
Ben biliyordum ki, o haberleri kalemlerinden kan damlatarak yazan, yorumlayan gazeteci arkadaşımın bir kısmı da akşama eve gittiklerinde eşlerine, çocuklarına bir şekilde şiddet uygulayacak, en azından yerli yersiz bağırıp çağıracaklardı.Bu da bir şiddet değil miydi?
Biz, her benzeri olayda toplumsal ikiyüzlülüğümüzü bir kez daha yineleriz.O yazılar yine yazılır, kadınlar çocuklar yine dövülür.Çocuk yuvalarında yine şiddet olur.Töre cinayetleri yine işlenir, bu böyle sürer, gider..
12 Eylül’den önce Ankara Seyranbağları Halk Evi’nde bir Kadınlar Günü toplantısı düzenlemiştik.Yüzlerce insan gelmişti.Ağzı laf yapan bir işçi arkadaşımız, elini kolunu sallaya sallaya, bağıra çağıra kadına yönelik baskı ve şiddeti kınıyordu..Birden arka sıralardan bir çığlık duyduk. Başı tülbentli bir gecekondu kadını kollarındaki morlukları göstererek bağırıyordu:
“Konuşturmayın o şerefsizi, o yalancıyı, o herif benim kocamdır.Bakın, daha dünen beni döve döve her yanımı mosmor etti, konuşturmayın onu!”
İşte biz buyduk..
***
13 Kasım’da İsveç’te Babalar Günü kutlanıyor.Bir gün önce İsveç’li kadınlar başkentin en işlek meydanlarının birinde düzenledikleri protesto toplantısında evin babalarından yedikleri dayağı protesto ettiler. Ülke genelinde 9 bin kadın bizim şerrimizden korunmak için adresini gizleyerek yaşıyor, 5 bin kadın da korkudan İsveç’i terk etti. Sabahleyin baktım eşim, çocuklarım hediyeler almışlar.Tam da bu yazıyı yazıyordum.Kendime dürüstçe sordum:
Ben nasıl bir babayım?
Baktım ki, ben de sütten çıkmış ak kaşık değilim.Evde aile içi şiddet olmasa da, tepem attığında bağırıp çağırma hakkını kendimde buluyorum.Aksini söyleyemezdim.Bana inanmazdınız. Nereden geldiğimi biliyorsunuz..
Bu aralar, hepsi de yaklaşık aynı dili konuşan İsveç, Danimarka,Norveç ve İzlanda basınından CIA haberlerine merak sardım.Hayretle gördüm ki, bunların çoğu beş yıl öncesine ait haberlerdi..Gizli CIA hapishaneler daha o yıllarda açılmış. Dünyanın her yerinden, suçlu- suçsuz ayırımı yapılmadan en ufak kuşku duyulan kişiler sorgusuz sualsiz uçaklara doldurulmuş CIA’ya teslim edilmiş. Şimdi Başbakanlar, dışışleri bakanları çıkmış o uçakların içinde ne olduğunu bilmediklerini söylüyolar.İnsaf.beş yıldır bu uçuşlarda Boeing uçakları bile kullanılmış. Hiç kimsenin aklına ,“Yahu bu uçaklarla domates taşınmaz, ne var bunların içinde”diye sormak gelmemiş.Şimdi ABD Devlet Başkanı George Bush’un yaldızları iyice döküldü, başaşağı gidiyor ya, hepsi bülbül kesildi..Kasımpaşalı deyimiyle,yemezler…
Beyler, daha önceleri neredeydiniz?
Hele de bizim demokrasi havarisi İsveç…Günlerdir radyolarından televizyonlarından demediklerini bırakmıyorlar.Bu yüz karası uygulamaları ve ona alet olanları açığa çıkarmaya çalışırken, kendilerini de yüceltiyorlar, herkese demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışıyorlar.
Sanki,İran’da, önce Şah, sonra da Mollalar tarafından “işkencehane” olarak kullanılan Evin Hapishanesi’ni İsveçliler inşa etmedi.
Sanki, İran,İrak savaşında bir yandan savaşı protesto gösterileri düzenlerken diğer yandan iki ülkeye de el altından silah satan ülke İsveç değildi.
Sanki,kendi geçmişlerinde hiç leke yoktu; terörist olduklarından kuşkulanılan iki kişiyi Stockholm’de CIA’ya teslim eden İsveç güvenlik örgütü SÄPO değildi.
Sanki, üçüncü dünya ülkelerine karşı kullanılacak silahların satışını engelleyen Başbakanları Olof Palme’yi esrarengiz şekilde öldürten İsveç’in büyük silah tekelleri değildi.
İsveç, CIA uçuşları karşısında bir yandan haklı bir duruş sergilerken, diğer yandan ikiyüzlü davranıyor.
Bugünlerde, özel sohbetlerimizde yazdıklarımdan haberdar olan İsveçli , kelli felli, üstelik de çoğu solcu geçinen arkadaşlarım engin taktirlerini bildirerek beni yüreklendirmeye çalışıyorlar.
Onlara hep aynı şeyi söylüyorum:
“Ben bu bilgileri, yarım yamalak İsveççemle, üstelik de sizin kaynaklarınızdan bulup çıkarıyorum.Beş yıl boyunca, bilmenize karışın bu bilgileri neden sakladınız? Daha önceleri neredeydiniz?”
Bunları sorduğumda; tıpkı o şarkıdaki gibi gözlerine derinden baktığımda, başlarını önlerine eğiyorlar…