Ana tanrıçanın izinde suyun binlerce yıllık öyküsü kitap oldu

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Tanrısal bir varlık olarak kutsandığı zamanlardan, pet şişelerde market raflarını doldurduğu zamanlara suyun binlerce yıllık öyküsü, yaşamı başlatanın da son sözü söyleyecek olanın da su olduğunu anlatıyor bize. Proje-Su, bu öykünün izini sürüyor…
Anadolu coğrafyası bir nehirler ve sular ülkesi. Antik çağ yazarları ve coğrafyacılarının notlarında birçok nehrin anılıyor oluşu, suyun coğrafya ve insanla olan öyküsünün uzun geçmişine işaret ediyor. Tek tanrılı inançların öncesinde Anadolu nehirlerinin birçoğu aynı zamanda bir tanrı adıyla anılıyordu. Antalya’daki ünlü Perge antik kentinin nehir tanrısı Kestros, aynı zamanda kentin bitişiğinden geçen Aksu Nehrine adını veriyordu. Aspendos’un kıyısından geçen Köprüçay’ın antik çağdaki adı Eurymedon’du ve aynı adı taşıtan bir tanrıya adanan bir tapım merkezi, nehrin ana kaynağının doğduğu Isparta’nın Aksu ilçesinde bulunuyordu. Artemis ve Apollon kültünün yaygın olduğu dönemlerde her iki tanrı ve tanrıçanın annesi olan Ana tanrıça Leto, bugün Antalya ve Muğla illerinin sınırını oluşturan Eşen Çayının kıyısında doğurmuştu çocuklarını. Eşen Çayı’nın Akdeniz’le buluştuğu bölgede yer alan bir tür kült merkezi olan Letoon antik kentinin kalıntıları, suyun, coğrafyayı, kültürü ve inancı belirlediği zamanlardan bugüne uzanan öyküyü anlatır durur…

TANRISAL BİR VARLIKTAN PLASTİK DAMACANALARA SUYUN ÖYKÜSÜ

Su, tüm yeryüzünde olduğu gibi Anadolu coğrafyasında da yaşamın vazgeçilmezi. Başlatan ve sonlandıran, övgüler düzülen ve övünce neden olan. Suyuna gidildiğinde insanla dertleşen, dili anlaşılmadığında ise dertlere neden olan bir varlık. Ancak geçmiş kültürlerde tanrısal özellikler atfedilen suyun bugün plastik damacana ya da şişelere hapsedilerek insan yaşamındaki yerini bu şekilde sürdürüyor oluşu, son 40 yılın ürettiği ve hız çağının diliyle şekillenen bir kültür de yarattı. Binlerce su gözesinin, irili ufaklı onlarca gölün yanında Dicle’nin, Fırat’ın, Sakarya’nın, Köprüçay’ın, Menderes’in, Kızılırmak’ın, Yeşilırmak’ın, Munzur’un, Çoruh’un; Anadolu’yu bir uçtan bir uca kılcal damarlar gibi sarıp sarmalayan, yaşam, bereket ve kültür taşıyan, inançları ve umutları besleyen nehirlerin ortak belleğe bıraktığı izler artık antropolojik birer arşiv bilgisi niteliğine dönüşüyor. Bir zamanlar nehrin bir parçası olan insan, artık onun yabancısına dönüşüyor. Su ile kurduğumuz ilişki giderek damacana fiyatlarının artışıyla ya da eve gelen su faturalarının durmaksızın değişip duran rakamlarıyla ilgili.

İNSAN VE SUYUN BİNLERCE YILLIK BAĞI 40 YILDA NASIL KOPARILDI

Suyun yaşamımızdaki yerinin son 40-50 yıldaki köklü dönüşümü, aslında bir bakıma insanın giderek yaşadığı coğrafyadan ve bağlamından koparılarak yalnızlaşmasını da anlatıyor. Ruh köklerini ve kültürel bağlarını beslediği akıştan koptukça, tıpkı üzerlerine kelepçeler vurularak yaşam enerjisi çalınan nehirlerin sessizliği gibi o coğrafyalardan koparılarak kentlerin dikey yaşamında hapsolan insanlar da giderek suskunlaşıyor. Oysa yaşamın gündelik akışının suyun doğal döngüsüyle bir arada sürüp gittiği zamanlarda insan içinde yaşadığı coğrafyanın bir parçasıydı. Bu süreç özellikle 26 su havzasına sahip olan Anadolu coğrafyasında köklü bir kültürel miras üretti. Sözlü kültürde mimari yapılara, destansı aşk öykülerinden trajik yok oluşlara kadar geniş bir alanda bu kültürün izleri halen bizimle yaşıyor. Kıyıya köşeye itilse de, üzeri örtülüp unutulmaya yüz tutsa da suyun bıraktığı izler hala bu kadim öyküyü anlatıyor…

PROJE-SU, ANADOLU’NUN ZENGİN SU KÜLTÜRÜNÜN İZLERİNİ SÜRÜYOR

Proje-Su, işte bu kültürün izlerini süren bir kitap ve belgesel çalışması. Ağırlıklı olarak Antalya, Isparta, Muğla ve Burdur gibi illerin kapsadığı Likya ve Pisidya bölgelerini kapsayan coğrafyada geçmişten bugüne suyun kültürel izlerini takip eden binlerce kilometre yol kat edilerek ortaya çıkan projenin 440 sayfalık kitabının ön baskısı ABD’de yayımlandı. Bilim, sanat ve edebiyatın diliyle suyun binlerce yıllık kültürel akışının ele alındığı Proje-Su, Florida’da yaşayan sanatçı Margaret Ross Tolbert’in öncülüğünde gerçekleşen ve uzun zamana yayılarak ortaya çıkan bir çalışma. Bazı bölümlerinin metin yazarlığını, kimi bölgelerde ise rehberliğini üstlendiğim Proje-Su kitabı, yaklaşık 10 yıl önce ilk adımlarının atıldığı, aradan geçen süre içinde epeyce dönüşümler yaşayan suyun bugünkü serüvenini yine sanatın ve edebiyatın diliyle aktaran disiplinler arası bir çalışma oldu.

MARGARET R. TOLBERT’LE PROJE-SU’YU KONUŞTUK

Mayıs 2014’te yitirdiğimiz sualtı fotoğrafçısı ve doğa rehberi dostumuz Gökhan Türe’nin anısının da yaşatıldığı Proje-Su kitabını ve çalışmanın ayrıntılarını, projenin yaratıcısı Margaret R. Tolbert’le konuştuk. Daha önce su kaynakları yönünden oldukça zengin olan ancak insan kaynaklı birçok sorunun da yaşandığı Florida ve çevresini kapsayan Akiferius (Aquıferious) adlı bir çalışmaya da imza atan Tolbert, suların yeryüzünün ruhu olduğunu söylüyor. Proje-Su,  Tolbert’in yaptığı resimlerin satışlarından elde ettiği gelirle finanse edilirken, farklı ülkelerde yaşayan sanatçı, yazar ve akademisyenler arasındaki dayanışmanın insanlığın ortak doğal ve kültürel mirasına yönelik olumlu sonuçlar üretebileceğinin somut bir göstergesine dönüştü.

LİKYA COĞRAFYASINDA SU KÜLTÜRÜNÜN GÖZ KAMAŞTIRICI ZENGİNLİĞİ

-Proje-Su, Türkiye’de Likya ve kısmen de Pisidya coğrafyasında su kültürünün izini sürüyor. Tanrıça Leto’nun, suların koruyucusu olan tanrıların, efsanelerin ve dünden bugüne suya yazılmış öykülere odaklanıyor. Bu proje nasıl ortaya çıktı, neden bu bölgeleri seçtiniz çalışma alanı olarak?

-Seyahatlerim boyunca Türkiye’nin zengin su kültürünü ve suya gösterilen saygının her yerde olduğunu fark etmiştim. Su kültürünün göz kamaştırıcı zenginliği ve sayısız biçimi beni çok etkilemişti. Ama Gökhan Türe beni Likya topraklarının çok özel insan kültürü ve jeoloji bileşkesine sahip olduğu konusunda ikna etti. Yeraltı sularının ve pınarların anavatanındaki bu karst krallığı ve onun kültürel katmanları, Türkiye’nin her köşesinde yankılandı. Eski uygarlıklarda akiferlerin (yeraltı su rezervleri) önemi büyüktü.  Bugünkü inançlarımızı, yönetim ve toplumsal yapılarımızı ortaya çıkaran bir etkiye sahipti. Bütün bunlar giderek suyun yerini aldı.

  ‘CANLI BİR İNAN VE FARKINDALIKLA KARŞILAŞTIK’

Kitap, resim ve belgeseli içeren bir çalışma bu. Proje gezileri ve çalışmaları sırasında sizi en çok etkileyen şey ne oldu? Türkiye’de, Likya ve Psidya bölgelerinde su ile iç içe yaşanan yaşamlar ve su kültürünün izleri hakkında neler gördünüz? 

-Şaşırtıcı bir şekilde, hayal ettiğimin de ötesindeki su kültürü ve bağlantıları geçmişten bu güne kadar devam ediyor ve bu bölgedeki tüm insanların günlük etkinliklerine dokunuyor. Canlı bir inanç ve farkındalık bu. Bu, benim hayal ettiğim bir şey değildi. Suyla ilgili günümüzde artık devam etmeyen, tuhaf ve eski gelenekleri ortaya çıkaracağımızı düşünmüştüm.

‘ABD’DE GEÇMİŞTEKİ SUYA BAĞLI VARLIĞIMIZIN İZLERİ SİLİNDİ’

Proje-Su kitabının ön baskısını inceledim. Oldukça kapsamlı bir çalışma olmuş. Sanatın, kalıcı ve etkili diliyle hem binlerce yılın birikimi olan zengin bir su kültürünü, hem de bugünün sorunları aktarılıyor. Kitabın bundan sonraki yolculuğu nasıl olacak. Türkiye ve Amerika’daki yayını konusunda nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?

-Hepimizin suyu doğal ortamlarında düşünmesini istiyorum. Öncelikle en önemli yolculuğun akiferin yolunu izlemek olduğunu düşünmek. ABD için, geçmişteki suya bağımlı varlığımızın izleri şimdi silindi. Bu çok canlı ve heyecan verici bir su kültürü oluşturmuştu. Şimdi Türkiye için de benzer süreçler yaşanıyor ve bunun anlaşılmasını istiyorum. Yüzey ve yeraltı sularıyla ilgili bağlantıların kurulmasını istiyorum. Burada, Florida’da dünyanın en büyük akiferlerine sahibiz ancak bunun insan yaşamında çok önemli olan kültürel bağları hakkında çok az şey biliyoruz. Kendi kaynaklarımızı, akifer ve suyollarımızı keşfederken, sahip olduğumuz muhteşem su kültürünü paylaşabilmeliyiz. Coğrafi veya jeopolitik farklılıklarımızdan çok daha önemli olan bu bağlantıyı korumamız gerekiyor.

‘İNSANLIĞIN ORTAK KÜLTÜRÜNÜ ÖNE ÇIKARAN BİR ÇALIŞMA OLMALI’

-Projenin sanatsal ve edebi içeriğinin yanında eğitici bir yanı da var. Bu konuda üniversiteler ya da ilgili kurumlarla işbirliği yapmayı düşünüyor musunuz? Bu yönde hiç teklif aldınız mı?

-Proje-Su, günümüz dünyasının zenginliklerini anlamada önemli bir yaklaşım olan sanat, bilim ve kültürel metinlerin bir karışımını içeriyor. ABD’de birkaç üniversite ile bu mesajı ifade etmenin ve başkalarını davet etmenin yolları hakkında konuşuyorum. Aynı zamanda, bir Türk üniversitesi ile aynı amaca yönelik çalışmalar yapan gruplarla bağlantımızın olması da çok önemli. Bu, ortak amaçlar doğrultusunda dünyanın ve insanlığın ortak kültürünü öne çıkaran bir çalışma olmalı.

KANADALI SANATÇI BRENNA MACCRİMMON TÜRKÜYLE DESTEK VERDİ

-Çalışmanın kısa tanıtım videosunda dikkat çekici bir halk şarkısı da yer alıyor: (http://www.proje-su.org/#intro)  Kanadalı bir sanatçı olan Brenna Mccrimmon’un seslendirdiği ve oldukça da güzel yorumlanmış, içinden su geçen halk türkülerinden biri… Bu tercih nasıl oldu, kısaca anlatır mısınız?

-Yusuf, bu sanatçıyı daha çok Romen, Bulgar ve Trakya dansları öğrenirken bana bir etnik dans öğretmeni önermişti! Brenna Macrimmon’u İstanbul’da (Beyoğlu’nda) ve ‘Köprüyü Geçmek’ filminde görmüş olmama rağmen, proje hakkında onunla konuşacağımı bilmiyordum. Steve Kotansky bana iletişim bilgilerini verdi. Brenna, yağmur ve suyla ilgili bu şarkıyı önerdi; kendisi ukulele çaldığı için ve telif hakkı sorunları olan bir kaydın parçası olmadığı için kullanmamıza izin verebilirdi. Hayalim seninle ve Brenna’yla Türkiye’deki bölgeleri turlamak ve suyla ilgili şarkılar toplamak olurdu.

‘ENGEBELİ ARAZİDE ÇOK MACERALI BİR ÇALIŞMA OLDU’

-Proje-Su için çok farklı disiplinlerden uzmanlar, akademisyenler ya da sanatçılarla çalıştınız. Ayrıca Türkiye’de sualtı sporları ve genel olarak doğa sporları konusunda çalışan ancak 2014 yılında genç yaşta kaybettiğimiz Gökhan Türe’nin de bu konuda çabaları olduğunu biliyoruz. Bize biraz projeye katkı veren insanlardan ve çalışmaların nasıl yürütüldüğünden bahseder misiniz? 

-Evet, size bu olağanüstü insanlardan bazılarını anlatayım: Gökhan Türe, Yusuf Yavuz, Can Denizman, Aidan Koch, Naziha Mestaoui, Neriman Polat, Sidney Wade, Yeşim Ağaoğlu, Mel Kenne, Jarod Ryhal. Bu insanların her biri Türkiye’ye gelmeli, pınarların ve akiferlerin sularını takip etmeli, bunu bilim ve sanat yoluyla yaptıkları işe dâhil etmeliydi. Engebeli arazilerde çok maceralı bir proje çalışması oldu. Her katılımcının sularla temas etmesi gerekiyordu. Gökhan Türe ve sizin, Likya’daki su kaynaklarına ve seslerine aşina olmanızın yanı sıra karst uzmanı olan Hidrojeolog Dr. Can Denizman’ı da aldık gezilerimize.

İLLÜSTRATÖR AİDAN KOCH, ANA TANRIÇA LETO’NUN HİKÂYESİNİ ÇİZDİ

Özellikle doğaya düşkün ünlü bir sanatçı ve illüstratör olan Aidan Koch, Florida’daki birçok doğal kaynağı ziyaret etmiş biri olarak Türkiye’ye gelmek için sabırsızlanıyordu. Proje-Su için yaptığım üç Likya gezimde bana katıldı. Aidan’ın Türkiye’de akrabaları var ve bu bölgeleri sevdiğini zaten biliyordum. Eserinde Leto’nun hikâyesini anlattı. Paris’ten Naziha Mestaoui, çalışmalarıyla doğanın önde gelen sözcüsüydü. Proje için Türkiye’de bize katılmaya can atıyordu. İstanbul, Gümüşlük ve Bodrum’dan tanınmış bir sanatçı olan Neriman Polat, iki kez bana katılmak ve akiferleri takip etmek için geldi. Su taşımak için kullanılan insan yapılarının özel ilgi gördüğünü hissetti.

SİDNEY WADE’DEN YANARTAŞ’A ADANMIŞ ŞİİR

Sidney Wade, eserleri Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanmış tanınmış bir Amerikan şairidir. Türkiye’de akademisyen olarak seyahat ederken yazdığı Yanartaş (Kemer-Çıralı) hakkında bir şiir hediye etti. Saygı duyulan bir şair olan Yeşim Ağaoğlu da Likya’ya sık sık geziler yapmış ve su hakkında atasözleri, şarkılar toplamak için projeden ilham aldı.

‘SU, SAFLIK VE AHLAK: TÜRKİYE’DE TEMİZLİK KÜLTÜRÜ’

Chicago’daki IDEO (Communication Design Lead)’in grafik tasarımcısı Jarrod Ryhal, kitaplar ve filmler için tasarım çalışmaları yaparak 12 yıl benimle çalıştı ve Proje-Su’yun odak noktası olan her yeri araştırmak için iki kez Likya’ya geldi. Kitap için yaptığı tasarım çalışması, Likya coğrafyasına, yerüstünde ve yeraltında akan sulara bir övgü niteliğinde, ustaca hazırlanmış ve karmaşık bir belgedir. İsveçli heykeltıraş ve ressam Anna Lowdin de bizimle birlikte seyahat etmek ve çalışmaları için ilham almak için Likya’ya iki gezi yaptı. Türkiye’de yaşayan çevirmen ve şair Mel Kenne, Likya’yı dolaşarak Leto’yu ve kültünün tarihini anlatan bir makale (Leto’nun Toprakları ve Suları) yazdı. Türkiye’de yaşayan antropolog ve mimar Dr. Emine İncirioğlu, Temiz Adam (Su, saflık ve ahlak, Türkiye’de temizlik kültürü) başlıklı yazısıyla yıllardır aklımdaki soruları yanıtladı.  Ayrıca ABD’deki çağdaş sanat küratörü Dr. Jan Schall, çalışmalarım hakkında yazdı.

 

2593650cookie-checkAna tanrıçanın izinde suyun binlerce yıllık öyküsü kitap oldu
Önceki haberFaşizm derken…
Sonraki haberPrens William ve Kate Middleton’dan kölelikle ilgili protestolara cevap
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.